Önceki yıllarda olduğu gibi yine beklentilerle, umutlarla 2013’e girdik... Kimi gece kulüplerinde, kimi otellerde, restoranlarda kimi sokaklarda kimi de televizyonların cıvık programları karşısında Yeni Yılı kutladı. Yeni yılın ne olduğunu bilmeyen bazıları da evlerinde oturup çerez, meyve yiyerek ve eğlenenlere kızarak; “günahkâr bunlar” dediler. Cennetin de Cehennemin de bu dünyada yaşayan insanlar için olduğunu, onları kendimizin yarattığını düşünmeden…
Merak ediyorum; acaba kaçımız hapishanelerdeki, suçunun(!) ne olduğunu kestiremeyen bilim adamlarını, gazetecileri, siyasetçileri ve askerleri düşündü? Yakınları hapishanede olanlar yeni yılı kutlamak bir yana gözyaşlarını dökerlerken acaba ne düşündüler? Onlar için Yeni Yıl nasıl olacaktı, karanlık mı aydınlık mı?
Kimin suçlu kimin suçsuz, eskilerin deyişiyle bigünah (!) olduğunu ne kadar biliyoruz?
Demokrasi, özgürlük, aydınlanma bir yana Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sürüklemek isteyenlerin düşünceleri nedir? Ne demişler, kendim ettim kendim buldum… Bekleyecek ve göreceğiz 2013 bizlere ne sürprizler hazırlıyor.
Belirli bir yaşı aşmış olanlar bence Yeni Yıla biraz buruk, biraz da üzülerek girmeli. Çünkü ömürlerinden bir yaş daha gidiyor. Belki karamsarlık olacak ama gerçekte ölüme bir adım daha yaklaşıyoruz. Acaba onun farkında mıyız?
Antik çağın ünlü düşünürü Sophokles “İnsanların tekrar çocuklaşmak için yaşlandığını” söylemişti. Acaba doğru bir tanımlama mıydı? Bu sözü Sophokles söylediğine göre, mutlak bir bildiği vardır. İnsanlar yaşlandıkça çocuk saflığına dönüyor mu?
Hiç sanmıyorum. İnsan yaşlandıkça çok daha hırslanıyor, zenginler daha çok kazanmak istiyor. Yaşadığımız ortamlarda koltuklarını bırakmak istemeyen siyasetçilerin, bürokratların hırsla onlara sarıldıklarını görmüyor muyuz? Koltukları uğruna birbirlerine neler söylüyorlar, rakiplerinin ayaklarına muz kabukları dökmüyorlar mı?
İnsan yaşlanınca çok daha olgunlaşmalı, kendini artık kanıtlamaktan vazgeçmeli. Çünkü yaş kemale ermiş. Ama olmuyor, bazılarını hırs-ı piri sarmış bir kere…
Merak etmişimdir; aşkın duygusallığı, cinselliğin içgüdüsü yitirilince, mala mülke, paraya daha mı çok sarılıyor insan diye. Bunların hepsini bir kenara itip sessiz, sakin bir kasabada yaşamayı hayal eden kaç kişi var? Büyük şehirlerin eziyetinden, keşmekeşinden ne anlıyoruz. Herkeste bu koşturmaca neden? Ernest Hemingway gibi dünyanın önde gelen yazarı yaşlanınca elden ayaktan düşme korkusuyla intihar etmişti. Belki aramızda onun gibileri de vardır. Kızılderililerin yaşlananları dağların tepesine götürüp terk ettikleri söylenir.
En iyi şekilde yaşlanmanın sırrı nedir?
Okuyucularımda birisi gönderdiği mailde yaşlanmanın ilginç bir açıklamasını yapmış. Ben de biraz değiştirerek sizlerle paylaşırken bu konuda düşünmenizi isterim.
Orta yaşa gelmeden hiçbir şeyi tasa etme.
Orta yaşı geçince hiçbir şeyin özlemini çekme.
Olanak buldukça yaşamın tadını çıkar.
Pişmanlık duymak için yürüyemeyeceğin günleri beklemek yerine, olanağın varken görmek istediğin, göremediğin yerlere git.
Fırsat buldukça eski okul, iş arkadaşlarını ve dostlarını ara bul. Onlarla beraberliğinizin amacı sadece birlikte yemek olmamalı. Önünüzde yaşanacak az zamanın kaldığının bilinciyle olsun...
Eski dostlarınızla birlikte olabileceğiniz hiçbir fırsatı kaçırmayın. Elinize geçen bu fırsatlar gün gelecek seyrekleşecek. İsteseniz de olmayacak…
Bankadaki paranızı beraberinizde götüremeyeceksiniz. Harcamak istediğinizde düşünmeden, kimseye danışmadan harcayın.
Gönlünüzce davranmaktan çekinmeyin, çünkü her gün yaşlanıyoruz.
İştahınızın olup olmamasına da aldırmayın, yemeye bakın en önemlisi mutlu olmak. Sağlığınız için yararlı olanları daha sık ve daha çok yiyin ama unutmayın ki yemek her şey değil.
Sağlığınıza zararlı olanları daha seyrek ve daha az yiyin, ama tamamen de kendinizi olardan mahrum etmeyin.
Hastalıklarınız varsa, tedavi konusunda iyimserliği daima ön plana çıkarın. Hastalığınız sırasında endişeden ve kuşkudan elinizden geldiğince uzak durun.
Önceki yıllarda canınızı sıkan şeylerin neler olduğunu belirleyin. Böyle yaparsanız yeni üzüntüler edinmeden yaşayacağınız kadar yaşarsınız.
Bırakın vücudunuzdan sorumlu doktorunuz olsun. Ondan ayrı Tanrı’nın sağlığınızı düşünmesine izin verin…
Üzüntüler bana iyi geliyor diyorsanız o zaman bırakın çevrenizde hep üzüntüler olsun. Üzüntülerin yerine mutluluğa yer vermek istiyorsan; işte o zaman bırakın mutluluk sarsın sizi.
Yoksul da olsanız varlıklı da olsanız, unutmayın ki herkes doğar, büyür, yaşar, yaşlanır, hastalanır ve gün gelir ölür. Bu konuda kimsenin ayrıcalığı yoktur… Öyle olmasaydı Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Atatürk, İsmet İnönü aramızda olmaz mıydı? Dünya fani diye boşuna dememişler.
Yapacağımız ve ihmal edilmemesi gereken yalnızca bir şey var; o da gülümsemek ve gülmek.
Şu nokta da göz ardı edilmemeli; akan su hiçbir zaman geriye dönmez. Yaşam da suya benzer bir daha geriye dönüşü yok.
Yahya Kemal Beyatlı’nın yazıp, Münir Nurettin Selçuk’un yorumladığı Segâh Makamındaki şarkı birçok gerçeği dile getirmiyor mu?
"Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
Cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile"…
Yeni yılın ilk yazısı biraz karamsar oldu ama yaşam böyle bir şey işte.
erdemyucel2002@hotmail.com
Hocam ellerine saglik"Cok güzel bir yaslilik yazisi olmus,sen sagol. Demokrasiden özgürlükten Hürriyetten bahsederiz,Fakat 2013 bir Ocak günü Halk zamla uyandi,ve bir cok Bakkal ve market gecen seneden yaptiklari sigara ve alkol stoklari ile köseyi nasil döneceklerinin hesabini yapanlar ölmiyecekler gibi haraket etmislerdir.Amma erken amma gec her yaratilan mutlaka ölümü tatacaktir.Sirayla yazmaya gerek yok tek kelimeyle atalarimiz nerdeler.
Ben sahsen ölüm vakti geldiginde,Allahtan ölümün hayirlisini dilerim.Belki sasiracaksiniz ölümün hayirlisi,mi olur.Evet benim icin olur diyorum.Cünkü ölümle pencelesen cok kimseleri gördüm.Sanirim antik cagin ünlü düsünürü Sophokles dogru tahmin etmis.Cocuk dogdugunda gücü yetmedigi icin aglar durur.Cünkü ne istedigini bilmiyoruz,insanlarda yaslaninca yataga düsünce yaninda kimseyi görmeyince gücsüz düsüp kalkmayinca kendi isini görmeyince derdini anlatamiyan cocuklar gibi cocuklasir.
Onun icin ölüm vakti geldiginde,kimseye muhtac olmadan,kimseyi bezdirmeden,kimseye yük olmadan,bu fani dünyada göc edecegim zaman ölümün hayirlisini Allahima dua eder nasip eglesin derim.En iyisi yasamanin cagi olmaz,Olanak buldukca caga uyup yasamali,ve yasamanin tadini cikarmali.Buyurdugun gibi akan su,geriye dönmedigi gibi.Bu güzel yazinla karamsarliga düsme,bende derim,ki varsin zamlara devam etsinler.Raki icenler öldü de,su icenler ölmedimi saygilarimla.
Sayın Erdem Yücel; Sunumunuzda biraz karamsarlığınız yanısıra, çokça iyimser olduğunuzu ifade etmeniz beni müsterih kıldı. Sizin duygu ve düşüncelerinize aynen katılıyorum. 1948 doğumlu olarak ilk kez yaşımı itiraf ediyorum; sizler benden daha yaşlı değil, ancak bir-iki yaş büyüğüm abim olabilirsiniz..Demek istediğim şu ki, kendimi -kesinlikle- yaşlı hissetmiyorum. Yaşıma rağmen -biraz geçte davranmış olsak da- yirmi li yaşlarda iki çocuk babasıyım, buna şükürler ediyorum. Bunun sayesinde kendimi o kadar genç ve diri hissediyorum ki, sanki yıllar beni onlarla birlikte yaşlandırıyor (!) Amerikalı yazar ve düşünür, aynı zamanda film yönetmeni olan George Orson Welles'in " I know what it is to be young" adlı şarkısını ne vakit dinlesem -hüzün değil- mutluluk hissi veren bir-kaç damla göz yaşım gelir...;
Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilemezsin Birgün, sen de aynı şeyleri söylüyor olacaksın Zaman geçip gidiyor, bu hikaye anlatılıyor Birçok soru sordum, tanıştığım adamlara; Cevaplarını şimdiye kadar hiçbir kimse bulamamamış Hatırlanacak günler olacak; Gözyaşı ve kahkalarla dolu Mevsimler ve yıllar böylece geçecek Öyleyse arkadaşım, gel beraber müzik yapalım Sen bana yenisini söylerken, ben eskisini çalacağım Zamanla, senin gençlik günlerin geçerken; Zamanlarını seninle paylaşan birileri olacak