Seni kıskanıyorum anne’. O küçücük dünyaya hapsedilmene rağmen, o küçücük dünyayı kendini yüreğinle ve bilincinle çoktan aşıp başka dünyaların hayalini kurmayı becerdiğin için!
Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne dair bir yazı yazmak, belki ilk oluşundan, heyecanlandırdı beni. Yazmaktan çok okumayı seven biri olarak, hiç de kolay değil. Bu nedenle sadece yüreğimden geçenleri yazmaya çalıştım. Amacım; kadın hareketinin ne tarihsel gelişim sürecinden, ne kazanımlarından ne de siyasal boyutundan söz etmek.
Bu harekete gönlünü ve bilincini koyan Rosa Luxsemburg gibi kadınların sadece adını anmakla yetineceğim. Çünkü tarih onları hak ettiği yere, o altın sayfalarından birine, çoktan kaydetti bile...
Yazmak istememin nedeni, yıllarca içimde kalan bir uhdeyi, sahibine ulaşmayı bekleyen bir teşekkürü dile getirmek. Dolayısıyla anlatacaklarım kurmaca bir öykü olmadığı gibi, adı geçen de kurmaca bir öykü kahramanı değil. Belki ömrü boyunca ne kadın hareketinin ne de Rosa’nın kim olduğunu bilerek yaşayan bir kadının -görünmez emekçim, annemin- öyküsü bu!
Hayatında bir gün bile okul yüzü görmedi. Sevdasını, erincini ve özlemlerini içine akıtmış olmasına rağmen, saf ve küçücük dünyayla çevrili yaşamında hep tek bir şeye inandı: Cehaletle savaşmaya! O cehalet değil miydi ona okul yüzü gördürmeyen, genç yaşta ne hissettiği sorulmadan evlendirilen ve bilinçsizce doğurganlığın kurbanı edilen!
Çoğu zaman annemle ilgili şu soruları kendime sorarım: Yüreğinde gizli bir sevdası var mıydı? Var idiyse bunu nasıl ifade etmek isterdi? Şiirle mi, şarkı ya da ağıtla mı?
Bilemiyorum, ama merak da ediyorum...
Yüreğine hapsettiği ağır anneliği, benim yaşamamı istemedi. Bunun nedeninin, ona dayatılan bir hayatı yaşamak zorunda kalışından kaynaklandığını çok sonra anladım.
Şimdi sormak istiyorum anne: Yaşadıklarını yaşatmamak için, hapsedilen bir sevginin yansıması mıydı, bana yaptığın bunca fedakârlık?
Şimdi anlıyorum ki, sana sunulanı bana yaşatmaman, benden esirgediğin anneliğinin gücüyle oldu. Yoksa, başka nasıl izah edilebilir karnında, sırtında ve elindeki bebelere rağmen, pamuk tarlalarında ipi göğüslemen?
Sana reva görülen bir ezberin tekrarını bir daha yaşamamak ve yaşatmamak adına değil miydi tüm o çabaların? Sana minnettarım anne! Kendi ayaklarım üzerinde durmamı öğrettiğin için. Bugün yaşama dair tüm seçimlerimi özgürce yapabiliyorsam; bunu, tarifi imkansız koşullarda büyüttüğün o günlere borçluyum. Sana olan sevgim, minnettarlığım öylesine büyük ki, sözcükler kifayetsiz kalıyor, dile getiremiyorum, gözyaşım imdadıma yetişiyor şu an...
İtiraf ediyorum: “Seni kıskanıyorum anne”. O küçücük dünyaya hapsedilmene rağmen, o küçücük dünyayı kendini yüreğinle ve bilincinle çoktan aşıp, başka dünyaların hayalini kurmayı becerdiğin için! Hayalini kurduğun dünyada mutluca yaşamayı başardığın için! Biliyorum, senin gibi milyonlarca sessiz kahraman yaşıyor dünyanın dört bir yanında: Dilleri, dinleri, renkleri farklı, ama inançları aynı olan. Dilleriniz ve yürekleriniz suskun olsa da, bilincinizle aydınlık ve özgür bir dünyanın kapısını çoktan araladınız bile...
Sana seslenişimi bitirirken, son söylemek istediğim; bu satırları senin anladığın dilde yazabilmeyi ne çok isterdim, bir bilsen ANNE!
Günün kutlu olsun!