1970'li yılların ortalarında yoksulluğun oldukça yoğun bir şekilde yaşandığı Bangladeş'te, açlıkla mücadele ve bununla beraber yaşanılan çaresizlik, Prof. Dr. Muhammed Yunus'u, o güne kadar önerilen yoksullukla mücadele yöntemlerine bir alternatif yöntem geliştirmeye yöneltti. Kadınlara yönelik ve adına mikro kredi denilen bu 'başarılı' programın Türkiye'ye sıçraması ise 2003 yılını buldu. Prof. Dr. Aziz Akgül, programın içeriğini aynen Diyabakır'a taşıdı ve 2008'e 33 şehirde toplam 43 şube açarak girdi. Aşağıdaki hikâye ise 2008 yılında açılan, Bursa Mikrokredi şubesi çerçevesinde geçiyor
Amacımız Türkiye Grameen Mikrokredi Programı (TGMP) çerçevesinde “yoksullukla mücadeleyi” yerel bazda değerlendirmek ve öneriler sunmaktı. Açıkça belirtmek gerekirse, kadın, STK, yoksulluk, yönetişim gibi kavramları içinde barındırması itibarıyla oldukça güncel, popüler ve spekülasyona açık bir konuydu, dinamikti... Yoksulluk olgusunun STK ile ilişkilendirilmesi, bize “sosyal politika” üzerinden “sosyal devlet” kavramını ve Türkiye’deki pratiğini eleştirmemizi sağlayacaktı. Diğer yandan yoksulluk gibi çokboyutlu bir sorunun STK’ların ilgi ve profesyonel alanlarına girmesi “yönetişim” kavramını tartışmamızı gerektirecekti. Belki de içlerinde en ajite edici olanı yoksulluğun odağına -bu sefer- kadının oturtulmuş olmasıydı. Kadın faktörü, cinsiyetsiz bir iktisat teorisi ve politikası içinde nasıl anlam, önem ve fonksiyon kazanıyordu?
Diyarbakır, Bursa farkı
Ve biz çalışmamızın verilerini Bursa’da yapacağımız saha çalışmasında elde edecektik. Programın hedef kitlesinin cinsiyet, gelir düzeyi ve -tercihen- medeni hali bakımından homojen olması, çalışmanın kantitatif boyutunu nispeten sayıca az bir örneklem grubuyla bile açık/net biçimde veriyordu. Kısa zamanda mikrokredi yetkililerinin özverisiyle, en eski mikrokredi kullanıcılarına soru kâğıtları vasıtasıyla ulaştık. 76 kişiydi ilk etapta. 76 kişinin profili ve TGMP’ye bakışları sorulan sorular itibarıyla birbirine benziyordu. Ama iktisadi olarak tanımlanan “mutlak yoksulluk” sınırının üzerinde bir aile gelirine sahiptiler. Üstelik çalışmamıza fikir ve örnek teşkil eden, bir bölümü Diyarbakır’da gerçekleştirilen çalışmanın (1) sunduğu kendi içinde farklılıklar ve özgünlükler içeren-kadın profillerinden ve yoksulluğun nitel ve nicel özelliklerinden de ayrışıyordu. Çok çocuklu, geniş aileler değillerdi. Bursa’da ortalama ikamet süreleri 30 yılı aşıyordu. Dolayısıyla yoksulluk kavramı içinde göç unsuruna rastlamıyorduk. Yüzde 90’ının sosyal güvencesi vardı ve sadece 26 kişi kira ödüyordu. Aylık aile gelirleri de 850 TL ile 1500 TL arasında değişiyordu. Çekirdek ailelerinden ve çevrelerinden çalışma hayatları konusunda tam destek görüyorlardı. Diyarbakır’daki yoksulluk olgusunun içeriği ve nicel boyutu ile Bursa’dakinin farklı olduğu gerçeği Amerika’yı tekrar keşfetmekti. Fakat bu keşif çalışmanın amacını yeniden belirlememizi sağladı. Öncelikle yoksulluğu “değerlendirmek” yerine “anlamaya” çalışacaktık. Birebir görüşmelerde yoksulluğun tanımlanmış şekline mesafe alarak sormaya çalıştığımız her bir soru bize zor, onların hayatlarına değdiği için cevapları da kendilerine zordu.
Ayşe Mavili ile Ayşe Beşiktaş, toplam içinde yüzde 19’u dükkân sahibi olan kadınlardandı. Ayşe hanımların her ikisinin de dükkânları mikrokredi almazdan önce kendilerine çok az bir kazanç bırakıyordu. Ayşe Mavili iki kişilik ailesinin reisi idi. Kas hastası oğlu, ses ve gelen giden kalabalığından iyice rahatsız olmaya başladıktan sonra artık evde çalışamazdı. Bir yıl önce bir televizyon programından, daha sonra ise arkadaşından mikrokrediyi duyunca dükkân açıp daha fazla makine almaya karar vermişti. Ayşe Beşiktaş ise tuhafiye dükkânına malzeme alamazsa kapatacaktı. Nuriye Kaya, pazarda gecesini gündüzüne katarcasına yaptığı kendi elişlerini satıyordu. Lâkin belli bir sermayesi olsa dışarıdan mal satın alarak ürün yelpazesini çeşitlendirip artıracaktı. Mikrokredi imkânı, mikrokredi yetkilileri tarafından bizzat ayağına gelmişti. Gülçin hanım bulmuştu onu. Zeynep Tetik ise evde konfeksiyon usulü dikiş dikiyordu arkadaşı ile. Fakat daha fazla makine aldıkları takdirde işlerini artırabileceklerdi. Arkadaşlarından duymuşlardı mikrokrediyi.
‘Yoksullukla mücadele vizyonu’
Onlar için mikrokrediyi cazip kılan formel bankacılık sisteminden ayrılan özellikleri idi. Nuriye hanım X bankasına gitmişti. “Dükkânın olacak, vergi levhan olacak dediler, ben hangi birini yapayım” diyordu. Zeynep hanım ise klasik bankacılık sisteminin hedef kitlesi içinde yer almadığını-alamayacağını biliyor ve aynen Ayşe Beşiktaş gibi bankacılık işlemleri de ona zahmetli geliyordu. Ayşe Mavili için ise mikrokredinin “kadın” vizyonu çok daha anlamlıydı. “...çünkü çevremizde, Türkiye’de o kadar çok mağdur kadın var ki, biz sesimizi bu yolla duyurmak istiyoruz... Mikrokredi kadınlara değer verdiği için tercih ettim”. Belki mikrokredi projesi ‘yoksullukla mücadele vizyonu’ ile alternatif bir politikaydı ama ‘kadın veçhesi’ özellikle de gelir düzeyi ile doğru orantılı bir biçimde tercih sebebi oluyordu. Tabii bir yanıyla da haftalık 20 TL ödemek zor gelmiyordu. Hatta 700 TL’yi az bulanlar da vardı. Hatta gayet mantıklı idi. Kadınların satın aldıkları malzeme fiyatları arttıkça verilen kredi miktarı değersizleşiyordu. İktisadi bakımdan, biz, sistemin enflasyon gibi makro ekonomik göstergelere duyarsız olduğunu düşünüyorduk. Sistemin diğer bir ihmalini ise Zeynep Tetik bize söylüyordu “...yani mikrokredi grup kurma konusunda yardım ediyor mesela kişilerle temas edip ne yapacakları konusunda da yardımcı olsa”. Zira iş konusunda bir yönlendirme ya da enformasyon sağlamıyordu mikrokredi programı. Hemen hepsi emek-yoğun sektörlerde iş yapıyordu ve birbirlerinin kazançları daha küçük dilimlere bölünüyordu.
Yoksulluk...
Ve son olarak yoksulluğu soruyorduk kendilerine. Mikrokredi programının hedef kitlesi olarak yoksuldular çünkü. Nigâr Koyuncu boşanmış bir kadındı. Ve eli ekmek tutuyordu. “Çalışıyorum, mücadele ediyorum, bazen sıkıntıya düşüyorum ama kendimi yoksul olarak görmüyorum. Çabaladığım için yoksul demek istemiyorum kendime. Kimseden istemiyorum” diyordu Ayşe Beşiktaş. Ayşe Mavili ise “...yoksulluğa inanmıyorum, iş yokluğuna hayatta inanmam. İş yok diye bir şey yok. Aldığına şükredeceksin, geçinmeyi bileceksin ve yaratıcı olacaksın” diyordu. Yoksul insanların kimler olduğunu sorduğumuzda ise “ben tembel insana yoksul derim. Çalışırsan evine ekmek götürürsün. Yoksa herkes yoksul” diyordu. Yoksulluk onlara göre “kader” değil sadece “yazgı” idi. Kader olmaması mücadele edilebilecek bir sorun haline getiriyordu yoksulluğu. Bu yüzden yoksulluğu kabul etmiyorlardı. Hatta yoksulluğu tamamen bireysel bir sorun olarak algılıyorlardı. Zeynep Tetik “devlet yoksullukla mücadelede ancak yardım ediyor. Kişilerin çalışmasını teşvik etmiyor” diyordu. Ya da yoksulluk tamamen göreli idi aynen Nuriye Kaya’nın tarifindeki gibi “millet bir çay bahçesine her akşam gidiyorsa ben yazdan yaza ya da hiç...”
KAYANUR KARAPINAR: Yüksek lisans.
1. Fikret Adaman ve Tuğçe Bulut. Diyarbakır’dan İstanbul’a 500 Milyonluk Umut Hikâyeleri. İletişim Yayınları, 2007.