Adı Esirgeme Derneği'ydi. Balkanlar'dan İstanbul'a akan göçün savurduğu kimsesiz kız çocuklarını ve çocuklu dul kadınları himaye altına almak için bir paşa kızı olan Hamiyet Hanım'ın çevresinde toplanan kadınlar tarafından kurulmuştu. Çocuk Esirgeme Kurumu'nun atası olan dernek varlığını 1957'ye kadar sürdürdü
Kız çocuklarının korunması meselesi
Simdilerde gerek taciz, tecavüz dahil türlü tehlikeye maruz kalan; gerekse suça karışan çocuklarla ilgili haberlerin gazete sayfalarını işgal etmesi dolayısıyla ‘koruma’ meselesi gündemde... Pek çok hadisede özellikle kız çocukların korumasızlığının ortaya çıkardığı trajik tablolar var.
Durum yeni ortaya çıkmış değil...
Geçmiş asırlarda da içinde şartların benzer sonuçlar doğurduğu biliniyor... Sorunun yakın akraba veya konu-komşu desteğiyle halledilecek boyutu aşması 19. yüzyılın sonu... Milat belirlemek gerekirse 1878 Osmanlı- Rus harbi işaretlenebilir..
Yenilgi ve akabinde İstanbul’a akın eden muhacir gruplarının içine düştüğü sefalet Babıali’yi harekete geçirdi. Kimsesiz kız çocukların korunması ve hayata kazandırılması için Moralı Suphi Paşa’nın girişimiyle açılan iki yatılı meslek okulu bugün İstanbul’da Beyoğlu’nda faaliyet gösteren Olgunlaşma Enstitüsü’nün çekirdeği oldular.
Suphi Paşa padişahın desteğiyle açmıştı okulları; ancak hizmeti kurumsallaştıran kızı Hamiyet Hanım oldu. Dokuz yaşında kaybettiği babasının açtığı bu okullardan birinde eğitim görmüş 1901’de ilk mektep müfettişi Hulusi Bey’le evlenmişti Hamiyet Hanım. Eşinin ölümü üzerine Erenköy Kız Lisesi’nde piyano öğretmenliğine başlayan Hamiyet Hanım’ı tanıyanlar onu dindar ve çocuk yaşından itibaren özellikle geçim zorluğu çeken ailelere yardım etmeye çalışan bir insan olarak tarif ediyorlar..
Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’nın eşiğinde Balkan bozgununun yol açtığı toplumsal yaralarla baş etmeye ve ‘Ne yapmalı’ sorusuna cevap bulmaya çalışırken, özellikle kadın öğretmenler ve kadınları meslek edindirmeye çabalayan insanlarla görüşüp onları kimsesiz kız çocukları ve çocuklu dul kadınları koruma altına almak için örgütlemeye çalışan kişiydi Hamiyet Hanım. Türkiye’de kadın hakları hareketinin öncülerinden yazar Nezihe Muhiddin Hanım, Ahmet Ağaoğlu’nun kızı Sitare Hanım ve dönemin önde gelen birkaç bürokratlarının kızını ikna edip 1912 senesinde kuruluşunu gerçekleştirdiği Esirgeme Derneği’nin başkanlık görevini üstlendiğinde çoğu kişi onun kayda değer bir hizmet sağlayacağını düşünmüyordu..
Aksaray’da vakıfların tahsis ettiği bir binada çalışmaya başladı dernek. Ve umulanın aksine kısa zamanda pek çok yaraya merhem olduğu görüldü... Mevcut binası ihtiyaca yetmeyince Divanyolu’nda ikinci bir yapı tahsis edildi... Babıali’nin dikkatini çekmeyi başarmıştı Hamiyet Hanım. Dr. Besim Ömer Paşa onu ve Mahmut Muhtar Paşa’nın eşi Nimet Hanım’ı Hilal-i Ahmer’in kadın koluna destek olmaya davet etti..
Besim Ömer Paşa yıllar sonra yayınladığı bir makalede o günleri anlatırken Hamiyet Hanım’ın çabalarından övgüyle söz eder:
“Yalnız aza yazılıp aidat vermekle yetinmeyen diğer bazı hanımlarla birlikte geceli gündüzlü çalıştı Hamiyet Hanım... Ben de çalıştım kendisiyle. Onun yalnız hamiyetinden değil fikirlerinden ve bu gibi cemiyetler için elzem olan teşkilat idaresindeki muvaffakiyetinden istifade ettik.. Kendisinin eseri olan Esirgeme Derneği öylesine başarılı oldu ki pek çok çocuğumuzun hayatı o yuva sayesinde kurtuldu. Ve dernek zamanla şehadetname (= diploma) veren müessese haline geldi.”
1. Dünya Savaşı, yenilgi, milli mücadele yılları... Sonra ne oldu Hamiyet Hanım’a derseniz, söyleyeyim... Babasından kalma evi yandıktan sonra alevlerden kurtarabildiği eşyalarla çocukları barındırdığı binanın bir odasına taşındı... Ve 1930’a kadar aralıksız devam etti çalışmaya... Sağlığı bozulmuş, doktorlar dernek faaliyetine ara verip istirahat etmesini istemişlerdi ama kulak asmadı, devam etti yola... 1930 senesinin soğuk bir Şubat günü himaye ettiği bir aileye erzak götürürken yolda kalp krizi geçirdi.. 43 yaşındaydı ama yorgun düşmüştü.. Kaldırıldığı hastanede bütün ihtimama rağmen ancak iki gün direnebildi ölüme... Sonra Ziya Paşa’nın kızı Ulviye Hanım, Hüseyin Paşa’nın kızı Kerime Hanım sürdürmeye çalıştılar derneği ama 1957’de soluklar tükendi... Neticede vilayete verilen fesih dilekçesiyle noktalandı bu öncü girişim..
Çerçeve
2010 için son düzlüğe girerken
Gerek tarihi gerekse mimari ve kültür dokusuyla çağlar ötesinden günümüze zihninlerde iz bırakmış kent olarak bakıldığında İstanbul için 2010’un sembolik olmaktan öte bir anlamı yok gibi.... Ancak İstanbul’un sahip olduğu tarihi arka planı öne çıkarıp ona yaslanarak Türkiye’yi, insanını ve değerlerini tanıtmak dediğimizde işin rengi değişiyor.. O gözle baktığımızda Avrupa Kültür Başkenti sıfatı hem mana hem mahiyet olarak sembolik olmaktan çıkıp itici bir güce dönüşüyor.
Nitekim 2010’a dönük hazırlıklar, projeler ve en önemlisi kültürel duyarlılığı kalıcı olarak kamçılayan dil, takvimlenmeyip tabii seyre bırakıldığında zamana yayılarak ele alınacak iş.
İstanbul’u, İstanbul üzerinden Türkiye’nin vitrinini hazırlama sorumluluğu sırtlanan kişi ise, şu aralar perakende meselelerle meşgul görünen siyaset sahnesinde sesi fazla işitilmeyen bir bakan: Hayati Yazıcı. Her dönemde sancılı bir mesele haline gelen kamu kesimi çalışanlarının toplu iş sözleşmesi görüşmelerini bu kez ortalık ayağa kalkmadan sonuçlandıran Yazıcı muhtemelen bu yaz sadece İstanbul 2010 için zamana karşı koşacak..