12. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali kapsamında Ankara'da gerçekleştirilen '12 Eylül'e Mektuplar / Kadınlar Saçlarını Çözüyor' projesi için kaleme alınan mektuplar, 14 Ekim'e kadar İstanbul'da sergileniyor
“İşkenceciyle flört edenin rahmi olmaz. Dayakçı kocayla amir arasındaki ortak payda ikisinin de asfaltçı olduğu gerçeğidir. Faşizmin yollarına asfalt dökerler. Eğer ilk gecede ya da ilk hamlede eyvallah edersen senin üzerinden vira kahramanlık tasavvur ederler. Pencereden atarlar, iner aşağı tutarlar.” Bu satırların yazarı Ayşen Hadimioğlu bundan 29 yıl önce Ankara Beşevler kadın cezaevinde bunları hissetti. Bizi bu hislerle buluşturansa 14 Ekim’e kadar Garajistanbul’da görebileceğiniz sergi.
Hadimioğlu gibi binlerce kadın henüz silemedikleri ‘darbe’ acılarını Uçan Süpürge’nin Mayıs ayında Ankara’da yapılan 12. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali kapsamında gerçekleştirilen ‘12 Eylül’e Mektuplar / Kadınlar Saçlarını Çözüyor’ projesi için kaleme aldı. Kimisi 12 Eylül’de çocuk olanların elinden çıktı, kimisi eski mektuplarını sergiye taşıdı...
Binlerce kadının yazdığı mektup Ayşegül Devecioğlu, Gülden Treske, Halime Güner, Latife Tekin ve Umut Tümay Arslan’dan oluşan jüri tarafından seçildi. Festival esnasında Ankara’da gerçekleştirilen sergi şimdilerde ortaya koyduğu pekçok işiyle toplumsal muhalefetin sesi olmaya çalıştığını gözlemlediğimiz Garajİstanbul’da İstanbul Bienal’i kapsamında sergileniyor. Proje o günlerde yaşanan acıların sorumlusu darbecilerin yargılanmasını hedefliyor.
12 Eylül devam ediyor
Sergideki onlarca mektup, cezaevindeki kadınların el işleri, fotoğraflar; hatıralar sergiyi gezenlere hem 12 Eylül’de yaşanan acıları kadın gözüyle okumanın farkını hissettiriyor, hem de 12 Eylül’ün henüz bitmediğini insanın yüzüne çarpıyor. Evladından haber alamayan anneler, cezaevindeki babalarını göremeyen kız çocukları, işkencelerde hayatının bir bölümünü bırakan, tecavüze uğrayan kadınlar...
Sergide bugün yazılmış mektupların yanı sıra o günlerden saklanmış hatıralar da yer alıyor. Sergiyi gezerken şu hikayeyi öğreniyoruz: Berrin Uyar ve Zerrin Şenesen iki kardeşti. İkisi de Metris Cezaevinde’ydi. Zerrin Şenesen Metris’ten felç olduğu için tahliye edildi. Cezaevinde yaşadıkları karanlık günlere inat neşeli karikatürler, rengârenk desenler çizen Berrin Uyar 1982-1983’e bağlanırken kardeşine şöyle bir kart göndermiş: “Biliyorsun sürekli kuş resmi yaptığımdan bana Metris’in kuşçusu diyorlardı... Şimdi ise sürüngenlere başladım... 1982 yılında her şey o kadar ağır gitti ki. 1983 yılı için dileğim zamanın mutluluğa, hasretlere kavuşmaya, sevgiye, umuda, iyiye, güzele doğu daha hızlı dönmesi.”
Serginin amacını, kadınların içindeki öfkeyi en güzel, 80’de 28 yaşında olan bir kadının “Daha yenilerde arkamdan gelen ayak seslerinden korkmadan, arkama bakma ihtiyacı duymadan yürüyebiliyorum,” sözlerinin yanındaki mektup özetliyor: “Üniversite öğrencilerinin ‘ellerim titremedi’ açıklamanı alkışlaması, birdenbire ünlü TSK ressamı oluvermen, küçük çocukların seni gördüğünde ‘Aaa tonton dede’ demesi, sakın ama sakın, hiçbir şey ama hiçbir şey, senin ellerindeki yüzündeki kanı temizleyemez. Sebep olduğun her şeyi ama her şeyi son nefesine kadar hatırla. Bizim unutmamız nasıl mümkün değilse, sen de unutmamalısın. Yargılanmadan ölürsen eğer, kendimi (hiçbir suçum olmadığı halde) asla affedemem.”
10 Ekim Cumartesi saat 17.00’da Garajİstanbul’da mektupları sahipleri okuyacak.
‘Küçük Kara Balık evine dönecek’
Cezaevinden kızına fotoğraflar, minik oyuncaklar ve bir kitap gönderen baba Kemal Elçi’nin kaleminden...
“Kutuda Behrengi’nin ‘Küçük Kara Balık’ adlı kitabı var. Benim en sevdiğim masaldır. Kitabı okuyup bitirdiğinde ‘Küçük Kara Balık’ okyanusa kavuştu mu evine dönebildi mi diye merak edeceğini de biliyorum. Sen bil ki ‘Küçük Kara Balıklar’ ne yapar eder okyanusa ulaşır ve bir gün evlerine dönerler...
Herkese sor beni kızım, Ezgim... Anlatsınlar... İçinde suskunluk, öfke olmayayım. Daha büyüdüğünde
annene, dedenlere, amcana yazdığım mektuplar duruyorsa onlardan isteyip okumanı istiyorum... Yakıldıysa da
sor anlatsınlar sana...
Yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum. İnanarak yaşamış, halkını çok sevmiş, namuslu ve onurlu bir babanın kızı olarak yaşa kızım... Başını hiç eğme...” ( 19 Haziran 1979)
“Günde bir kez tuvalet hakkımız vardı. Saat ve gece-gündüz kavramlarını kaybetmiştik. Geriye baktığımda onurlu bir hayatım olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlarımla, eşimle, kendimle tüm 12 Eylül kadınlarıyla gurur duyuyorum”
“Paşam diye severdi babaannen, bilemezdi postalların altında ezilen gül yüzünü. Gül yüzlü gül kokulu oğlum topraktan geldin toprağa döndün. Soğuk topraklarda soğuk bedenini kim ısıtıyor oğlum? Son sözün su olmuş su. Senin yanında olamadım sana o suyu veremedim ya, dünyanın bütün suları bana haram, bana zehir. Söyle bana şimdi ben nasıl su içeyim oğlum, nasıl?
Yavruuuum diye bağırdım duydun mu? Kimsesizler mezarlığına gömmüşler seni. Hangisinin senin mezarın olduğunu bilmiyorlardı. Hapishanede yere düşmüş başını çarpmışsın, beyin kanamasından da ölmüşsün. Bu kadar basitti onlar için. Mezarlıkta bırakıp gittiler beni...”
İnsanımız 12 Eylülde o kadar incitildi,o kadar ezildi,o kadar zulüm gördü ki, işte o zaman ülkenin bölünmek üzere çatırdadığını hissettik.Bu ülke bizim, ülkemizi , insanımızı sevmeyi bize kimse öğretemez.Her zaman bu güzel ülkeyi peşkeş çekenler,çekmek isteyenler olacaktır.İster iç ,ister dış düşmanlar olsun,bizi ülkemizi sevme,koruma tutkusundan caydırmayacaktır.