Kadınla ilgili çok beğendiğim bir yazıyı sizinle olduğu gibi paylaşmak istiyorum.
Ne işler gelip geçti başımızdan, kaç kereler değişti gündem, neler neler söylendi ama kadın hep orada kaldı; dilimizin ucunda…
Cinsiyet ayrımcılığı sorunu tespit edileli beri, üstüne kafalar yoruldu, yeni disiplinler gelişti var olanlar farkındalık geliştirdi. Cinsiyetçilik üzerine o kadar konuşuldu ki bir yere varamadan eskidi konu.
Bir yere varılamadı çünkü özümsenemedi bir türlü, algılanamadı, yeterince içselleştirilemedi. Eşitlik derken eşit bakılamadı çünkü; ya erkek açısından değerlendirip tepki oluşturduk, ya kadın açısından bakıp, feminist ilan edilip göz korkuttuk. Terazinin eşit tartmasına biz müsaade etmedik. Yer aldığımız kefe ağır bastı hep. Orta yolu bulamadık.
Adı geçtiğinde irkilmelere yol açan feminizm aslında bir disiplin. Her ne kadar kafalarda saldırganca ortalarda dolaşan kadınların, erkek düşmanı söylemlerle ikilik yaratan gergin yüzlerin resmini getirse de akla, işin aslı o değil. Kadın ve erkeğin toplumdaki yerini sorgulayan bir çalışma alanı feminizm. Yaşayan, araştıran, sorgulayan ve aslında yansız bir bilim kolu...
Kadının toplumdaki yeri konusunda kime sorsanız benzer cümleler duyarsınız. Kimse değerine paha biçemez, analığını, fedakârlığını, cefakârlığını sorgulamaz. İnanarak ya da inanmayarak her ağızdan benzer sözler dökülür. Tehlike de burada başlar işte; herkes biliyorsa, herkes onaylıyorsa sorun çözülmüştür ya da eli kulağında, çözülecektir. İçler ferahlar, üzerine düşen görev tamamlanmıştır. Artık olan biteni kınayan gözlerle izlerken huzursuz olmaya gerek yoktur.
Kadın, dünya nüfusunun % 50’sinden fazlasını oluşturur, iş saatlerinin % 66’sını doldurur ama dünya gelirinin yalnızca % 10’una ve dünya servetinin %1’ine sahiptir ama o üstesinden gelir.
Gül YUYUCU YILDIRIM