Klikia’daki Elaioussa, Silifke-Mersin ana yolu üzerinde, Mersin'e 52 km. uzaklıkta olup Kumkuyu Belediyesi, Ayaş (Merdivenlikuyu) da yer almaktadır. Şehir İÖ II.yüzyıl sonlarında kurulmuştur.
Strabon'a göre, bu şehrin bir bölümü kara parçasında bir bölümü de karşı taraftaki adanın üzerinde yer almakta olup, bu antikkent Elaiussa ve Sebasta kentlerinin birleşmesi ile meydana gelmiştir. Elaiussa daha eskidir. İÖ 41 yılında Antious tarafından Kapadokya Kralı olarak atanan ve İÖ 20 yılında Elaiussa'nın çevresinde bulunan dağlık Klikya'yı Augustus'tan almış olan kara parçası haline gelince kent eski önemini yitirmiştir.
En parlak devrini Roma imparatorluk ve Erken Hıristiyanlık dönemlerinde yaşayan kentin gelişip zenginleşmesi, gerek doğal bir liman olan stratejik konumundan, gerekse tarım alanında ve Eliaussa adından anlaşılacağı gibi özellikle zeytin yetiştirmekteki üstünlüğünden ileri gelmiştir.
Kent, Romalıların egemenliği sırasında Sebaste adını almıştır. Sebaste sözcüğü, hellen dilindeki Agusta’nın tam karşılığı olup, “görkemli, mutlu, bahtlı, çok saygın” anlamındadır.
Elaioussa’nın kuruluş yeri, İlkçağda, kıyıya çok yakın bir ada durumunda idi. İ.S.74 ylında Vespasianus’un, son Kommagene Kralı IV.Antiokhos’un kızı İotape ile kocası Alexandros’a bağışladığı, bir adadan oluşak küçük bir krallık ülkesi de olabileceği sanılmaktadır. Sebaste ise, Elaioussa’nın hemen bitişiğinde kurulmuştur. Kurucusu ise Arkhelaos idi. O sıralarda Elaioussa, yönetim örgütü açısından kent sayılmıyordu ve Elaioussa Adası, sebaste kentine bağlı bir arazi içerisindeydi. Daha sonraları iki kent birleşerek Elaioussa sebaste olarak anılmıştır.
İ.S. 72’de Vespasian’ın Kilikia eyaletini kurmasıyla daha büyük ekonomik ve kentsel gelişme kaydedilmiş ve özellikle İ.S. II. ve III. yüzyıllarda içbölgedeki mahalleler yeniden düzenlenerek tiyatro, agora ve büyük hamamlar yapılmıştır. İ.S. III. yüzyılın ikinci yarısından sonra Eliaussa Sebaste gittikçe gerilemeye ve önemini kaybetmeye başlamışsa da, İ.S. 260 yılında Pers Kralı Shapur’un ve iki yüzyıl sonra İsauralıların saldırılarından sonraki Geç İmparatorluk ve Erken Bizans Dönemlerinde (İ.S. V.-VII. yüzyıl) kentin hala varlığını sürdürdüğünü ve burada bir çok hırıstiyanlık yapılarının bulunduğu, hem antik kaynaklardan hem de arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır.
Bu Bizans kentinin İ.S. VII. yüzyılda kesin olarak ortadan kalkması doğal nedenlerle, belki bir deprem, ve özellikle limanın kumla örtülmesi sonucunda olmuştur. Aynı dönemde, yakınlarındaki Korykos kenti gelişmeye başlamış ve Geç Ortaçağ sonlarına kadar gittikçe daha büyük önem kazanmıştır.
Eski adanın tepesi ile batı yamacı ve adanın birleştiği kara parçası kumla kaplıdır. Kumların altında Kral Archelaos'tan önceki zamanlara ait çeşitli tarihi eserler bulunmaktadır.
Bunlar iyi korunmuş 5 nefli Bazilika, tiyatronun caveası (Theatron oyuğu), su kemerleri, kilise kalıntıları, zeytinyağı ve su sarnıçları, iki mermer sütunlu saray saray kapısı, bu kapının 50 m. kuzeyinde çeşitli hayvan resimlerini içeren döşeme mozaikli Jüpiter tapınağıdır. Jüpiter tapınağı 612 sütunlu bir Roma mabedi olup, erken Hıristyanlık döneminde (5. Yüzyıl) kiliseye çevrilmiştir.
Şehrin mezarlığı (Nekropol), doğu ve kuzeydedir. Burada antik bir yolun iki yanında taş lahit ve mezarlar vardır. Bir lahitin üzerindeki yazıt şöyledir:
"Hijinos'nun oğlu Plütinos, sağlığında Sebaste mezarlığında kızı için bir lahit yaptırdı. Öldükten sonra oraya yalnız kızı gömülecektir. Eğer başka biri gömülürse bu kişinin ailesi Maliyeye 600, belediyeye 300 dinar ödeyecektir."
İki katlı bir anıt mezarın cephesindeki kabartmada ortada kanatlarını açmış bir kartal, ayaklarının altında bir yılan, kartalın sağ ve solunda zincirle bağlanmış birer çocuk ve çocukları birer kolları zincirlidir. Aynı zincir üzerinde birbirine bakan iki aslan vardır.
Bu eserlerin tamamı Roma dönemine ait olup, 2003 kazı sezonunda ortaya çıkarılan buluntular arasında M.Ö.1,M.S.1.yy. arasına tarihlenen mermer Afrodithe Heykelciği, pişmiş toprak kadın büstü ve Attis Heykelciği, çok sayıda cam Unguentariumlar, gözyaşı şişeleri, koku kapları, altın küpe ve bilezik parçaları, cam kase ve tabakalar, sikkeler, süs eşyaları ortaya çıkarılmış ve Mersin Müzesinde teşhire sunulmuştur.
Eliaussa (Ada)
Eliaussa’nın en eski yerleşimi, anakaraya bir kıstakla bağlı bulunan burunda yer alan ve antik kaynaklarda “Ada” olarak tanımlanan bu bölge, kentin bütün limanlarının denetimini sağlamaktaydı. Burnun tüm batı yamacı, duvarlarında kullanılan farklı yapı tekniklerinden (çokgen, dikdörtgen, küçük dörtgen bloklardan örgü) değişik dönemlerde yapıldığı anlaşılan üstü burçlu ve kuleli bir surla çevrilidir.
Kentin bu alanında, yerleşimin Roma Dönemi’nde olduğu kadar Bizans Dönemi’nde de varlığını sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. ”Ada” daki arkeolojik araştırmalar kuzey kıyılarındaki küçük bir alanda devam etmekte olup, henüz Hellenistik Döneme ulaşılamamıştır. Hellenistik Dönem’e ait buluntular, sadece bir kaç sikke ve surların bazı bölümleridir.
1995-1996 yıllarında burnun kuzey ucunda, üç nefli presbiterium bölümü bir çeşit parmaklıkla sınırlanmış, doğuda bir apsisi ve güneyde bir girişi bulunan, İ.S. V.-VI. yüzyıllara ait küçük bizans bazilikası bulunmuştur. Bazilikanın geometrik desenli opus sectile tabanı son yıllarda yapılan restorasyon çalışmalarıyla koruma altına alınmıştır. 1999 yılında yapılan çalışmalarda, suların limana bakan kuzey batı kesiminde ilk araştırmalar yapılmış ve surun tam arkasında mozaik tabanlı bir hamam ortaya çıkmıştır.
Tiyatro
İ.S. II. yüzyılda yapılmış olan tiyatro binası, 1995-1999 yıllarında yapılan kazılarda ortaya çıkartılmış ve restorasyon çalışmaları yapılmıştır. Geç antik çağda uğradığı sürekli yağmalamalar sonucunda binanın oturma basamakları, süslemeleri ve kaplama parçaları günümüze kadar gelememiştir.
Oturma yerleri ve basamakların çoğunluğu kayalar oyularak, oyuklar doldurularak ve caveanın yan tarafları harçla örülerek yapılmıştır. oturma basamakları (Auditorıum), bir üst koridor (Bizans Döneminde yanyana küçük odaların bulunduğu) ve iki girişe (vomitorium) bağlı ortada bulunan bir başka geçitle (diazoma) bölünmektedir. 5 yukarıda 18’i aşağıda olmak üzere 23 oturma sırası, belirli aralıklarla ışınsal olarak yerleştirilen 5 geniş merdivenle bölünmektedir. Orta bölümde yer alan merkez koridor boyunca uzanan kanal, kentin su kemerlerinin bir parçası olup, tiyatro yapılırken yolu değiştirilmiştir.
Orkestrada, pavonazetto mermerden yapılmış taban döşemesi kaldırıldığında, kazıları yapılmamış girilebilir dar iki geçit bulunmuştur. Sahne, en fazla değişikle yıkıma uğrayan alandır. Bugün orkestraya yerleştirilen bazı mimari parçalar, sahnenin ön bölümünde ortaya çıkartılmıştır. İ.S. IV. yüzyıla kadar kullanılan iki geniş ve derin kuyu günümüzde de sahne binasında yerlerinde durmaktadır.
Agora
Büyük olasılıkla imparatorluk döneminde yapılmış olan Agora 1996’dan 1999’a kadar araştırma konusu olmuştur. Dörtgen bloklu kalın bir surla çevrilmiş olup batı kenarında üstü arşitravlı yedi açıklık bulunmaktadır. Kuzeyde ise sur içeri doğru çökmüş durumdadır.
Ana girişin yer aldığı doğu kenarının her iki yanında, ağız kısımlarında aslan protomu bulunan iki anıtsal çeşme binası yer almaktadır. Bizans döneminin sürekliliği üzerine yapılan araştırmalarda, dönemin geç antik dönemle sınırlandığı anlaşılmaktadır.
Agoranın üzerini kaplayan üç nefli, karşılıklı apsisleri olan büyük kilise de bu durumu açıklamaktadır. Bir kısmı çok iyi korunmuş, geometrik desenli opus sectile taban döşemeli olan kilisede, haç biçiminde bir vaftizhane (battisterium), kutsal eşyaların bulunduğu bir yer ve çok sayıda gömütler bulunmuştur. Yapının önceki evrelerini incelemek amacıyla daha derinlerde sürdürülen çalışmalar, Roma döneminden kalma en az iki yerleşme düzeyi ortaya çıkarmıştır; bunlardan dikdörtgen biçiminde kalker döşeme taşları olan ikinci taban ise daha eski çağlara aittir.
Hamam
Otoyol ile bugünkü kasabaya giden yolun kesiştiği yerde Büyük Hamam olarak adlandırılan mimari komplex yer almaktadır. Henüz arkeolojik çalışması yapılmamış bu anıt , 1800’lerin sonuna ait fotoğrafların da belgelediği gibi, bir zamanlar yola kadar uzanan kentin en geniş boyutlu yapılarından biriydi. Özellikle otoyolun çok yakınıdaki caldarium (sıcaklık) ve belki apoditerium (soyunma yeri) olan dörtgen bir oda çok iyi korunmuştur.
Kentin batısında palestranın (beden eğitimi salonu) içindeki, bugün tamamiyle yıkılmış olan bir Bizans dönemi kilisesi bulunmaktadır.
Tapınak
Bugün (Ada) Elaiussa’daki tek tapınak kent dışındaki güney kesimde, dağlık burunun denize hakim bir tepesinde yer almaktadır. Korinth düzeninde peripteral, uzun kenarlarında 12, kısa kenarlarında 6 sütunlu yapı kalker bloklardan oluşan geniş bir düzlük üzerine kurulmuştur. Arşitravın bazı parçaları ve deniz thlasos (deniz savaşı) betimi bulunan tek bir friz parçası kalmıştır. Erosların taşıdığı girlandlı bir kabartmanın büyük olasılıkla cellanın süslemelerine ait olduğu sanılmaktadır.
Tapınak her ne kadar bir tanrıyla ilgili olsa da, hangi tanrı için olduğu saptanamamakta; Zeus, Hermes, Athena, Poseidon, Aphrodite gibi çeşitli örnekler ortaya atılmaktadır. Cellanın güney iç bölümünde Bizans Döneminden kalma mozaik tabanlı küçük bir kilise bulunmaktadır. Kentin kenar mahalleleri çevreleyen tepenin üstündeki limon bahçelerinin arasında yer alan Karma Hamam Kompleksi antik Roma Dönemine özgü ve Anadolu’da pek kullanılmayan bir teknikle yapılmıştır. Büyük olasılıkla, Eliaussa Sebaste’ye bu yöntemi getirenler İtaliklerdir. Bizans Döneminde geniş ölçüde yeniden düzenlenen Roma Aquaduct’unun (su kemeri) son bölümündeki ayaklar Kuru Vadisi’ne hakim bir durumdadır. Aquaduct, Limonlu Nehrinin kaynağından topladığı suyu önce Eliaussa Sebaste’ye sonra da yakınındaki Korykos’a taşımaktaydı.
Nekropol
Anadolu’nun en iyi korunmuş Roma Nekropolleri’nden biri Eliaussa Sebaste’dir. Mezarlık alanı çeşitli formlardaki anıtlarla tüm kente yayılmıştır. Ev ya da tapınak biçiminde aile mezarları, basit lahitler, kaideli lahitler ya da niş biçimli oygu mezarlar, chamasoria (kayaya oyulmuş lahit) biçiminde değişik formlar görülmektedir.
Kentin kuzeyinde oloğanüstü biçimde korunmuş çok sayıda gömütlerin bulunduğu bu en etkileyici bölgede, yan yana mezarlar bugün hala görülebilmektedir. Sürekli olarak ve değişik biçimlerde kullanılmaları (önce mezar daha sonra barınak olarak) sonucunda resim ve heykel gibi iç ve dış süslemeleri kaybolmuşsa da bu mezarlar, bir zamanlar deniz yoluyla yaptığı ticaret ve başta zeytinyağı üretimi olmak üzere, tarım alanlarındaki başarısı nedeniyle kent halkının ne kadar zenginleştiğine tanıklık etmektedir.