Antik Çağlar’ın görkemli bir kenti olan Aphrodisias ören yeri, Babadağ sırasının eteğinde, denizden yaklaşık 600 m yükseklikte bir plato üzerinde yer almaktadır. Burası İzmir’in güneydoğusunda, karayolu ile yaklaşık 230 km uzaklıkta, Aydın ilinin Karacasu ilçesine bağlı Geyre köyü yakınındadır.
Eski kaynaklar Aphrodisias hakkında çok az bilgi vermektedir. Byzantium’lu Stephanos’a göre kent, MÖ 13.yüzyılda kurulmuştu ve Ninoe (etimolojik olarak yarı efsanevi Babil kralı Ninos kökenli) olarak adlandırılıyordu. Kentin başka adları da vardı.
Aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit adına kutsal törenler yapılan Aphrodisias kenti Antik Çağ’ın önde gelen mimarlık, sanat, heykeltraşlık ve tapınma merkeziydi. Bilimsel araştırma ve arkeolojik kazılar sonucunda Aphrodisias’taki ilk yerleşmenin MÖ 4000 yıllarında Kalkolitik Çağlar’da başladığı tespit edilmiştir. Kesin bilgiler MÖ 11.yüzyıla aittir ve tarihçi Appian tarafından verilir.Ona göre Aphrodisias, komşu kent Plarasa (Bingeç) ile birlikte bu dönemde gümüş ve bronz sikkeler darbetmiştir.
Aphrodisias’ın en parlak ve gelişkin dönemi, Roma Çağları’ndadır. kentin yakınında Baba Dağı eteklerinde bulunan ocaklardan sağladıkları değerli mermerlerden olağan üstü güzellikte heykeller ve yapı elamanları üreten ve imparatorluğun her yanına ihraç eden Aphrodisiaslı ustalar,”Aphrodisias stili”olarak bilinen “Manierist” sanat okulunu kurdular. Beş yüzyıl kadar süren yoğun iskan ve geleneksel Roma yaşantısı boyunca,göz kamaştıran güzellikte yapılarla dolu bir kent ortaya çıktı.
Bizans Çağları’nda dinsel ve siyasal nedenlerden olumsuz etkilenen Aprodisias, giderek eski parlak dönemlerini geride bıraktı. Yangınlar, yer sarsıntıları, Sasani ve Arap akınlarıyla harap oldu ve zamanla terk edildi.
Arkeoljik kazı ve araştırmalar ilk defa 1904’te başlatıldı. 1961’den itibaren “National Geographic Society” kurumunun finansmanı ile New York Üniversitesi adına 1990 yılına kadar Prof. Kenan Erim’in başkanlığında, günümüzde ise Prof. Roland Smith tarafından sürdürülmektedir. Bu kazılar ve bilimsel araştırmalar sonucunda mimarlık, heykeltraşlık, tıp, matematik, astronomi alanlarında ve çeşitli sanat dallarında önemli çalışmalar yapıldığı belgelenmiştir. Tıp araştırmacısı Xenocrates, Romancı Chartiton ve Düşünür Alexander Aphrodissias’lıdır. Hamam ve agora, kentin tapınağı, stadyum, 10.000 kişilik tiyatro, Roma- Bizans dönemleri arasında yapılmış surlar, akropol, odeon bugün de ayakta duran yapıtlarındandır.
Arkeolojik kazılara son yıllarda büyük önem verilmesi, bu kazılarda bulunan çok iyi korunmuş sanat eserlerinin bolluğu ve güzelliği, buluntuların yerinde yapılan bir müzede topluca değerlendirilip sergilenmesi dolayısıyla Aphrodisias’ı Aydın ilinin sahip olduğu en önemli kültür mirası haline sokmaktadır.
Aydın ilinin güneydoğusunda, Karia bölgesinin ise kuzeydoğusunda yer alan Aphrodisias hakkında tarihsel kayıtlarda çok az bilgi bulunmaktadır. Daha çok yapılan arkeolojik kazılar, kendi açıklamasını da birlikte getirmektedir. Bizanslı tarihçi Stephanus’un yazdığına göre bir leleg-pelasg yerleşimi olan kentin ilk adı Lelegonpolis idi. Gelişince Megalopolis adını aldı. Daha sonra da Babil’in yarı söylence kralı Ninos’un ardından Ninoe diye anılmaya başlandı. Bu adına, Aphrodisias’da bulunmuş bir kabartma üzerinde de rastlanmıştır. Nino, nina ve nin Akad dilinde Tanrıça İştar, Astarte ya da Astartia için de kullanılmaktadır, İştar, Babil ve Ninova’nın Hazreti Süleyman’a bile hükmetmiş aşk tanrıçası idi ve özellikleri Afrodit’inkilere çok benzemekte idi. Daha doğrusu Aphrodisias, Ninoe’nin Yunanca çevirisi idi. Bu durum, bir Karia yerleşim yeri olan doğu etkisinde çok eski bir Ana Tanrıça tapım yeri olduğunun kanıtı sayılıyor.
Asurluların Babil’den çok uzak bir köşede İştar adına bir tapım yeri kurdukları varsayımı hiç de yabana atılmayacak bir olasılıktır. İ. Ö. 2000’in başlarında, Hititler’in ilk dönemlerinde Anadolu’da birçok Asur Kolonisi bulunuyordu. Hellenistik çağda, Yerel Tanrı ve Tanrıçalara Yunan mitolojisindeki benzerlerinin adlarını yakıştırmak adet olmuştu. Aphrodisias Afrodit’i de aslında karakter olarak Yunan Afrodit’inden bir hayli ayrılmaktadır. Daha çok, Anadolu’daki toprak, yeraltı ve bereketi de simgeleyen Ana Tanrıça Kibele’ye benzemektedir. Bir bakıma Efes Artemis’i ile de benzeşir.
Afrodisias’da antik tiyatronun yaslandığı tepe, aslında İ. Ö. 3000 yılından daha fazla bir zaman öncesinden yığılmaya başlamış bir höyüktür. Burada yapılan kazılar, eski Tunç çağından beri yerleşim yeri olarak seçilmiş bu yerin tarih öncesi kültürleri hakkında yeterince bilgi veriyor.
İ. Ö. III. yüzyılda Mısır’dan gelerek Karia hakkında bir kitap yazmış olan tarihçi Appolonios, Aphrodisias’lı olarak anılır. Aphrodisias’ın kent olarak adı, ilk kez Romalı diktatör Sulla’nın İ. Ö. 82 yılında Delphor Tapınağı’nm Kehanetine uyarak buraya Karia’nın sembolü olan çift yüzlü balta ile altın bir taç göndermesi dolayısıyla geçer. Belgede biraz abartılı da olsa, Tanrıça Afrodit adına adanmış büyük bir Karia kentinden söz eder. Bu arada Aphrodisias adı geçen paralara da rastlanıyor.
Basılan ilk paralardan Aphrodisias’ın adı komşu kent olan Plarasa’dan (Bingeç) sonra yazılıyor. Daha sonraki sikkelerde Plarasa adı ortadan tamamen kalkıyor. Bütün bunlar Aphrodisias’ın başlangıçta tıpkı Didim gibi sadece bir tapım yeri olduğunu, çevresinde zamanla gereksinmelerden doğan bir yerleşim alanı geliştiğini ve günün birinde de Plarasa adlı kentin tarih sahnesinden silinip Aphrodisias’ın bir kent durumuna yükseldiğini gösteriyor.
Aphrodisias yazıtlarından birinde de İ. Ö. I. yüzyılda eyaletteki vergi toplayıcılarının tutumunu şikayetle görevlendirilmiş iki Aphrodisias’lının Roma’ya gidişlerinden bahsetmektedir. İ. Ö. 39-35 yılları arasında Marcus Antonius tarafından gönderilen senato buyrultusu, Aphrodisias tapınağının sağınma sınırının Efes’teki Artemis tapınağınınki kadar genişletildiğine dairdir.
Tiyatro kazılarında çok sayıda imparator mesajları bulunmuştur. Bunların çoğu uygulanacak olan bağışıklıkları içermektedir. Roma’nın imparatorluk dönemi, Aphrodisias’ın altın çağı olmuştur. Önemli bir edebiyat, sanat merkezi olan kent, tıp ve felsefe alanında atılımlar yaptı. Ayrıca Aphrodisias’da çok ünlü bir heykel okulu vardı.
Yapılan kazılarda bir heykel atölyesi ile çok sayıda tamamlanmış ve yarı yarıya yapılmış heykel bulundu. Heykellerde kullanılan mavimsi gri mermer Babadağ’ının eteklerinde, kentin 2 km. doğusundaki ocaklarda çıkarılıyordu. Bu taş, yerinde işlendiği gibi bir heykel malzemesi olarak yarı işlenmiş ya da bloklar halinde özellikle Menderes vadisindekiler olmak üzere Anadolu’nun başka kentlerine de ihraç ediliyordu.
Roma’da İtalya’nın ve Yunanistan’ın her köşesindeki birçok kentte bulunan bir çok güzel heykelde Aphrodisias’lı ustaların imzaları tespit edilmiştir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki Aphrodisias’da yapılan şenlikler sırasındaki heykel yarışması, yalnız bu kente özgü olaydır.
Hıristiyanlığın yayılması ve imparatorluğun resmi dini olmasından sonra, Afrodit’in adını unutturmak üzere Bizans döneminde buraya Stavropolis (Haç kenti) adı verildi. Ancak, kent bölgenin adı olan Karia olarak anıldı. Türkler tarafından eski kalıntılar üzerine kurulan köyün Geyre adının da Karia’dan bozma olduğu sanılıyor.
Afrodisias ören yeri, geçen yüzyılın başından itibaren batılı gezginlerin dikkatini çekmeye başlamıştır.
Bunların başında Charles Texier ve Laborde gelmektedir. Bunlar görülen kalıntıları anlatmışlar ve bunlardan çizimler de yapmışlardır. 1904-1905 yıllarında Paul Gaudin başkanlığında bir Fransız heyet kısa süreli iki kazı yaptı. 1913’de A. Boulanger’in de bir teşebbüsü oldu. 1937’de Julio Jakopi’nin yönetimindeki İtalyan heyeti de kazılar yaptı.
Aphrodisias'ta en verimli kazılar ise, 1961 yılından beri Prof. Kenan Erim yönetimindeki (ölüm:1990) National Geographic Society tarafından da desteklenen New York Üniversitesi adına yapılanlar olmuştur. Bu kazılar sırasında iyi korunmuş birçok yapı yanında olağanüstü güzellikte sayısız heykel gün yüzüne çıkarıldı. Bunların ancak bir bölümü Aphrodisias’ta kurulan özel müzeye yerleştirilebildi.
Yaklaşık 520 hektarlık bir alanı kaplayan Aphrodisias ören yeri Roma döneminde inşa edilmiş, Bizans döneminde onarılmış 3,5 km’lik bir surla çevrilmiştir. Duvarın inşa ve onarımlarında eski mimari parçaların kullanıldığını görüyoruz.
Kent, aslında Prehistorik bir höyük olan 15 metre yükseklikteki Akropol tepesi diye anılan yükselti hariç düz bir alanda kurulmuştur.