Priene M.Ö. 1200 yıllarında Batı Anadolu kıyılarına yönelik Dor göçü sırasında Atina Kralı Kodros’un torunlarından Aipytos tarafından kurulmuştur. Ancak Priene’nin ilk kurulduğu yerin nerede olduğu bilinmemektedir. İon yerleşmesinin başladığı yıllarda kurulan kentlerin başında da Priene gelmektedir.
Priene sözcüğünün Hellen dilinde anlamı yoktur. Luwi/Pelasg dilinden geldiği.değişerek bu şekli aldığı tahmin edilir.
M.Ö.495’de oniki gemiyle Lade Savaşına katılan ve iki önemli limanı olan bu kentte Antik Çağın ünlü düşünürü Bias yaşamıştır.
Kentle ilgili olarak Bias’ın iki öğüdü ile tarihe geçkmiş ve çağının önemli olaylarında da bunlar etkili olmuştur. Bunlardan birincisi ile Lydia Kralı Kroisos’un adalara saldırması önlenmiş ,diğeriyle de Pers saldırıları karşısında Prienelilerin yurtlarını bırakıp Sardes’e gitmelerini sağlamıştır.
Eski Priene’den günümüze hiçbir kalıntı gelemediği gibi nerede olduğu da kesinlik kazanamamıştır. Ondan günümüze yalnızca M.Ö.500’de basılmış, ön yüzünde Athena’nın resmi olan elektron bir sikke gelebilmiştir. Büyük bir olasılıkla eski Priene Maiandos’un (Büyük Menderes) getirdiği alüvyonların,toprak birikintilerinin,çamırların altında kalmıştır.
Bugünkü Priene Atina’nın yardımıyla M.Ö. 350’de eski Priene’nin limanı olan Naulokhos’un kıyıları ile sırtını yasladığı Mykale dağı arasında kurulmuştur.
Strabon, Priene’nin başlangıçta deniz kıyısı olduğunu,zamanla Maiandros’un taşıdığı birikintilerden ötürü denizden 6,5 km. içeride kaldığını belirtir.
Şöyle ki:
“ Gerçekten,toprak gevrek ve kolay ufalanabilen cinstendi,aynı zamanda tuzlarla dolu olup kolay yanabilirdi ve belki de bu nedenlerden nehrin akıntısı, sık sık yönünü değiştirdiğinden,Maiandros kıvrılarak akmaktadır. Nehir aşağılara çeşitli zamanlarda, kıyının çeşitli kısımlarına alüvyon yağmakla beraber,sel toprağının bir kısmını da açık denize sürükler. Gerçekte, kırk stadia uzunlukta sel toprağı yığınları evvelce deniz kıyısında olan Priene’yi bir iç kent yapmıştır.”
Daha sonra Strabon Priene’yi anlatmaya şöyle devam eder:
“ Maindros’un denize döküldüğü yerlerden sonra,yukarı kısımlarında Priene kentinin ve üstü yabani hayvanlarla dolu ve ağaçlarla kaplı olan Mykale dağının bulunduğu Priene kıyısı gelir.”
Eski Priene, Lydia Kralı Ardys’in saldırısına uğrayıp ele geçirilerek haraca bağlanır.
Ardından Pers Kralı Kyros’un eline geçer ve M.Ö.494’de Perslere karşı ayaklanan batı Anadolu kentlerinin, Miletos’un öncülüğünde başlattığı bağımsızlık savaşına katılır.
Lade adası da bu deniz savaşına 12 gemiyle katılmıştır. M.Ö.334’de Büyük İskender Perslere karşı savaşa giderken buraya uğramıştır.
Yeni kentin yapımı Büyük İskender’in M.Ö.334’de İonla’ya gelişinden sonra büyük hız kazanmıştır. Büyük İskender burada yapılmakta olan Athena mabedinin yapımına maddi katkıda bulunmuş, bunea karşılık Prieneliler de mabedi ona ithaf etmişlerdir. Nitekim Priene kazılarında bunu açıklayan bugün British Museum ‘da olan bir ithaf yazıtında bu açıkça yazılıdır.
Priene, M.Ö.II.yüzyılda Pergamon Krallığının yönetimine girmiştir. Bu yıllarda Kappadokia kralı Ariarathes, kardeşi Orophernos tarafından tahttan uzaklaştırılmıştı.
Böylece Kappadokia Kralı olan Orophernos eline geçirdiği 400 talenti Priene’ye saklanması için göndermişti.
Ne var ki, Ariarathes Bergama Kralı II.Athalos’un yardımıyla yeniden Kappadokia tahtına geçince,kardeşinin gönderdiği bu parayı Prieneli yöneticilerden istemiştir. Prienelilerin parayı ancak onlara veren kişiye iade edebileceklerini söylemeleri üzerine Ariarathes, Attalos’un da izniyle Priene topraklarına saldırmıştır.
Prieneliler Roma’dan yardım istemelerinin yanı sıra fırsatını da bularak parayı Orophernos’a geri vermişlerdi. Bütün bu olaylar gelişirken Prieneliler epey güç günler geçirmişlerdir.
Priene, Bergama krallığından sonra M.Ö.II.yüzyılda Romalıların egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır.
Ancak Maiandros nehrinin sürekli getirdiği toprak ve çamur birikimleri kentin denizden uzaklaşmasını gittikçe hızlandırmıştı. Bu arada kent halkı Roma’ya ödemek zorunda kaldığı vergilerden, Mitpridates zamanındaki savaşlardan büyük zarar görmüştür. Siyasi baskılardan Neulokhos limanını kullanamamış, komşusu Miletos’un güçlenmesi sonucu onunla ekonomik yönden rekabet edemeyince de önemini yitirmeye başlamıştır.
Roma İmparatorluğunun sonlarına doğru çevresindeki kentlerin ilgisinden tümüyle uzaklaşan Priene Bizans çağında yalnızca bir piskoposluk merkezi olmasıyla yetinmiştir.
Hellenistik çağın en güzel mimari yapıtlarını günümüze taşıyan bu antik kentte arkeolojik kazılara ilk kez (1895-1898) Carl Human başlamış ve öncelikle Athena mabedi üzerinde durulmuştur. Onun ölümünden sonra kazıları Th.Wiegand devam ettirmiştir. Başlangıçta Athena mabedine yönelik olan çalışmalar gün geçtikçe genişlemiş ve tüm Priene’ye yayılmıştır. British Society of Dilettani kazılarından sonra Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Wolf Koenıgs, Athena mabedi, Agora, Zeus MabediGymnasium ve yazıtlar üzerinde çalışmalarını sürdürmüşlerdir.
Antik Çağ’ın en büyük tarihçilerinden olan, aynı zamanda Tarihin Babası olarak bilinen Heredot ise, kitabında Priene için şöyle der ; "Panionion’da toplanan Iyonlar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altına ve en güzel iklime sahip yörede kurmuşlardır. Güneyden baslayarak ilk kentleri Miletos’dur; hemen sonra Myus ve Priene gelir. Gerçekten de Milet, Didim ve Priene Antik Kentleri’nin yeraldığı bölge, Anadolu’nun en güzel bölgelerinden birisidir.” Günümüzden 2000 yil önce Söke Ovası tamamen bir deniz, Bafa Gölü de bir koy şeklindeydi. Bu denizin kenarında Antik Çağ’in en güzel kentlerinden birisi `Priene’ yer alıyordu. Priene’ liler denizcilikle uğraşıyorlardı.
Priene’nin kelime anlamı "Hisar Yurdu" demektir. Priene Kenti’nin ilk önce nerede kurulduğu belli degildir. M.Ö. 494 yilinda Iyon Birligi ile Persler arasında yapılan Lade deniz Savası’ na Priene’liler 12 gemi ile katılmışlardı. Savaş sonunda lyon donanmasi yenilgiye uğrayınca Milet ve Apollon gibi Priene Kenti de yakılıp yıkıldı.
M.Ö. 350 yıllarına doğru kent yeniden bugünkü yerinde inşa edildi. Miletli ünlü şehirci mimar Hippdamos’ un, kendi adıyla anılan “Hippodamos Plani” na göre yeniden yapılan bu kent, arkeolojide Hellenistik Çağ’ın en güzel kentlerinden biri olarak bilinir. Kentin Naulochos adında bir limanı olduğunu belgelerden biliyoruz ama bu limanın yeri henüz belli değildir.
Helenistik dönem boyunca şehir Ptolemaic ve Seleucid Krallıklarının ve Pergamum Krallığı’nın yönetimi altına girdi. M.Ö. 133’de Pergamum Kralı II. Attalus’un ölümünden sonra toprakları kendi isteğiyle Roma’ya eklendi ve böylelikle Priene Roma egemenliğine altına girdi. Bizans döneminde şehir piskoposluktu. Bulgular İmparatorluğun çöküşüne kadar yerleşimin devam ettiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemin sonunda ise, Priene tamamen terk edilmiştir.