Bilmem, bu isim sizde ne çağrışım yapıyor? Daha doğrusu, herhangi bir çağrışım yapıyor mu?
Onun içindir ki, Yörük Ali Efe’yi bilmeyen gençlerimize bazı anılar anlatarak onu yâd etmeyi bir görev bildim.
Kimdir Yörük Ali Efe?
15 Mayıs 1919’da, İzmir’in işgalinde metropolit Hrisostomos’un, Konak meydanında Yunan askerini teker teker takdis ettiği o kara günümüzde, Padişah Vahdettin’in iradesi ile Türk askeri hiç karşı koymayarak teslim olmuş, ilk kurşunu bir sivil, gazeteci Hasan Tahsin (Osman Nevres) atmış, o anda şehit edilmiştir. Bu ilk kurşundan sonra, işgale karşı ilk silâhlı mücadeleyi başlatan, milli mücadelenin ilk kibritini çakan da Yörük Ali Efe’dir.
Anadolu’nun yer yer işgalinden sonra, emperyalizme boyun eğmeden, hiçbir devletin mandası olmayı kabul etmeden yeniden özgürlüğümüze kavuşacağımıza, Mustafa Kemal’den başka inanan, iman eden hiç, ama hiç kimse yoktu. İşte böyle umutsuz bir ortamda, ‘Kuvayı Milliye’ ruhunun oluşmasında Ege efelerinin büyük katkıları olmuştur.
Yörük Ali Efe 1895’te Aydın, Sultanhisar, Kavaklı’da doğmuş bir köylü çocuğu. Babası Sarıtekeli aşiretinden Abdi, anası Atmaca aşiretinden Fatma. Yani, tam bir Yörük Türkmen. 19 yaşında bir delikanlı iken Bozdoğan’da, Alanyalı Mehmet Efe’nin kızanı oluyor. Mehmet Efe, mütegallibenin karşısında, ezilenin yanında olan bir çete reisi. Yörük Ali, bir süre onunla çalıştıktan sonra dağdan iniyor, köyüne çekiliyor. Tâ ki Yunan işgaline kadar. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgalinden sonra Aydın ve Nazilli’nin de düşmesi ile Yörük Ali kızanları topluyor, Yenipazar’da karargâhını kuruyor. İlk eylemi 16 Haziran 1919’da Sultanhisar’daki Malgaç köprüsü yanındaki Yunan karakolunun imhası ve düşmana 110 zayiat verdirmesi oluyor. Bundan sonra da Yunan ordusunun başının belâsı olmaya devam ediyor.
Babam, 1919’da Nazilli Müddeiumumisi (Savcısı) iken Yörük Ali Efe ile tanışıyor. Daha sonra İtalyan işgali altında bulunan Söke ve Çine’ye savcı oluyor. Her ne kadar Osmanlı hükümetinin atadığı bir savcı olsa da yeni kurulan Ankara hükümeti ile dolaylı temas halinde. Çine’de İtalyanlarla iyi ilişkiler kuruyor. Ve de Yörük Ali Efe ile teması devam ettiriyor.
Aslında Demirci Mehmet Efe, Ege bölgesindeki kuvayı milliye hareketinde çok daha etkilidir. Bunu, Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal’in ‘Aydın ve Havalisi Kuvay-i Milliye Umum Kumandanı Demirci Mehmet Efe Kardeşime’ hitabı ile başlayan 11 Haziran 1920 tarihli tebrik telgrafından da anlıyoruz. Yörük Ali Efe’nin eylemleri ise daha mevzii kalıyor.
Babamın bu konudaki anılarından birkaç anekdot aktarmama izin veriniz. Babamın savcılık yaptığı Çine’de, ara sıra uğradığı bir kahvehane ve karşısında Apostol’un bakkal dükkânı varmış. Bakkal, babama eski saygıyı göstermek bir yana, küstah hareketlerde bulunmaya başlamış. Dükkânına İtalyan, Yunan, Fransız, İngiliz bayrakları asmış. Babam kahvehanenin bahçesinde otururken bir Rum palikaryası, babama duyuracak şekilde ‘’Apostol Efendi, niçin Türk bayrağı asmıyorsun?’’ diye seslenmiş. Bakkal, ‘’Vre Yorgi, ben medeni milletlerin bayrağını asarım; barbarların bayrağını asmam’’ demiş. Babamın başından aşağı kaynar sular dökülmüş, ama hiç sesini çıkarmamış. O günün gecesi Yörük Ali Efe, babamın talimatı ile bakkalı dağa kaldırmış. O günden sonra Apostol’u gören olmamış. Tabii Yorgi’yi de.
Efe, Yunan’la işbirlikçi bir Rum köyünü bastığında, genç kız Eleni, ‘’Efe bana kıyma, dünya – ahret kardeşim ol’’ diyerek Efe’nin bacaklarına sarılmış. Efe, babama anlatıyor: ‘’Müddeiumum bey, kız çok güzeldi; ama bana dünya – ahret kardeşim ol dediği için kıza dokunamazdım. Dağda hemen imam efendiyi çağırdım, kızı benim kızanlardan İsa Efe ile evlendirdim.’’ demiş.
Efe, çocukluk arkadaşı olan, beraberce dringa (bilye) oynadıkları Dimitri’nin Yunan ordusu için köylerden gönüllü asker topladığını öğrenir. Oğlanı dağa kaldırır. Kaldırır ama yanından ayrılmayan çocukluk arkadaşını cezalandırmaya bir türlü yüzü tutmaz. Efe, bir bahane ile çadırdan dışarı fırlar, o esnada çocuğun işini bitirirler. ‘’Efe keşke tövbe ettirseydin, affetseydin’’ diyen babama, “İyi ama müddeiumum bey, öbür dünyada ne cevap verecektim, gâvurun yüzünden cehenneme mi gideyim” demiş.
Efe, revolveri hiç elinden bırakmazmış. Babamla bir gizli buluşmasında masa başında oturuyorlar. Efe, babama eylem raporu veriyor. Anlatırken de silâhın namlusunu masada bir sağa bir sola vura vura konuşuyor. Babam demiş ki: ‘’Efe, anlattıklarının yarısını anlıyorum, yarısını anlamıyorum. Silâhın namlusu karın hizama gelince hiçbir şey anlamıyorum, silâh sağa veya sola doğru gidince dediklerini anlıyorum.’’ demiş. Efe, ‘’İlâhi müddeiumum bey, heç bundan da gorhulur mu, baksana emniyeti gapalı.’’ diyerek silâhı kuşağına sokmuş.
Efe, çok iyi atıcı imiş. Attığını vururmuş. Başka türlü de efe olunmaz ya. Babamın da bulunduğu bir yemekte, İtalyan kumandan ‘’Efe bak leylek’’ diyerek havada uçan bir leyleği işaret etmiş. Efe, kuşağından çıkardığı tabanca ile doğru dürüst nişan bile almadan attığı kurşunla leyleği aşağıya düşürmüş.
Şimdi diyeceksiniz ki, kardeşim bu ne samimiyet; bir savcı ve bir efe İtalyan komutanla al takke ver külâh yemek yiyor. Burada şunu belirtmekte fayda var. Çünkü aynı soruyu babama sordum. Yanıtı şöyle oldu: ‘’Oğlum, Yunan işgal bölgesinde Türk halkına yapılan mezalime karşın, İtalyan işgal bölgesinde hiçbir kimsenin burnu kanamadı. Adamlar çok uygar davrandılar; devlet örgütlerine dokunmadılar ve de saygılı oldular. Bu bir. İkincisi, Yunan kuvvetleri ile İtalyan kuvvetleri, bırakın işbirliğini, adeta birbirlerine hasım durumda idiler.’’
Mademki söz anılardan açıldı, o zaman sizlere babamın annemle evlenme hikâyesini de anlatayım. Babam, 1920’de izinle geldiği İstanbul’da annemle evleniyor. Bir iki gün sonra karısı ile beraber Çine’ye görevinin başına dönecek. İstanbul’dan Çine’ye nasıl gidilir? Galata’dan vapura biner, Bandırma’ya gelirsiniz. Bandırma’dan trenle İzmir, Basmane garına, oradan Punta (Alsancak) garına geçer, yine trenle Aydın ve Çine’ye ulaşırsınız. Bildiğiniz gibi, o zaman İzmir ve Aydın Yunan işgalinde, Muğla ve Çine İtalyan işgalinde. Basmane garına kadar bir olay yok. Alsancak garından bindikleri trenin kompartımanında bir Yunanlı genç kız var. Kız, Paris, Sorbon’da hukuk tahsil ediyor. Atina’dan yeni ülkelerini görmeye gelmiş. Annem kompartımanda kara çarşaf içinde büzülmüş oturuyor. Babam, yol boyunca Yunanlı kızla Fransızca konuşuyor. Tren, Yunan sınırından İtalyan sınırına geçmeden evvel bir istasyonda duruyor; pasaport ve kimlik kontrolü yapılıyor. Babamın kimliğine bakan Yunan subayı babamı tutuklamak istiyor. Yunanlı kız, trenden iniyor, Yunan komutanı buluyor, tutuklamak için bir neden bulunmadığını, babamın çok uygar ve kültürlü bir adam olduğunu, delilsiz tutuklamanın hukuki ve siyasi açıdan doğru olmadığını anlatmaya çalışıyor. Bu defa komutan, soruşturmanın sonuna kadar annemi rehin almak istiyor. Bu arada babam, Yunanca konuşmaları anlamadan, ama şaşkınlıkla dinliyor. Kız yılmıyor ve annemi de kurtarıyor. Babam: ‘’Tren İtalyan sınırından içeri girdikten sonra İtalyan subayın kimlik kontrolünden sonra ‘Boncorno’ diye selam vermesi ile dünyalar benim oldu’’ demişti.
Hangi ulustan olursa olsun, batı kafalı bir hukuk öğrencisi, komutanlara akl-ı selimin yolunu göstermiş. Bizim ailenin bekasını belki de bu Yunanlı kız sağladı. Babamın vefat eden ilk hanımından olan ablam Nezihe, ağabeyim Cemil’den sonra 1920’de ağabeyim Fahrettin Çine’de, 1922’de ablam Nazan Muğla’da doğdu. Ablamın doğumundan 10 yıl sonra da ben İzmir’de doğmuşum. Ailemiz İstanbullu ama toprağımız Ege’de yoğrulmuş.
Ailemize ait özel anıları anlatmamın nedeni, yurdumuzun işgal dönemindeki durumuna bir nebze de olsa ışık tutmak içindir. İşte böyle gençler. Bu ülke, ne bâdireler atlattı; hepinizin kulağına küpe olsun. Biz bu günlere kolay gelmedik.
Şimdi tekrar konumuza dönelim. Yörük Ali Efe, kurtuluştan sonra ‘İstiklâl Madalyası’ ile onurlandırıldı. 1928’e kadar İzmir’de yaşadı. Sonra köyüne çekildi; eşi Saniye, Feride Hanımlarla ve de çocukları ile mutlu oldu. ‘’Bir elin şamatası olur mu ki?’’ diyecek kadar tevazu içinde idi. Çocukluğumda, babam Efe’yi Aydın’da buldu, bana elini öptürdü. Ölümünden bir süre evvel İzmir’de atlamak istediği tramvayın altında kalmış, bacakları kesilmiş. Vefat yılı 1953. Tanrı gani gani rahmet eylesin; taksiratı varsa affetsin; mekânı cennet olsun.
Aydın Belediyesi 1997’de Efe’nin bir heykelini yaptırdı. Heykel, bıyıksız efe olur mu diye basından eleştiriler aldı. 1998’de heykele bir burma bıyık eklediler. Ben, Efe’yi bıyıklı mı, bıyıksız mı gördüğümü anımsayamıyorum. Ama heykeldeki gibi burma bıyıklarının olmadığına eminim.
o efeler şimdi böyle belediyelerdeki yolsuzlukları göre bilselerdi savaşıp bu ülkeyi kurtarmazlardı sanırsam
bu yazıda emegi gecen tüm arkadaşlara teşekür ederim.kurtuluş mücadelemizde canlarını ortaya koyarak sabırla zorluklara katlanan isimleri unutulmuş yada bilinen tüm kuvvayi milliyecilerimizi saygıyla anıyorum.onlar üzerlerine düşen görevleri en iyi şekilde yaptılar.inşallah bizler ve genclerimizde üzerimize düşen görevlerimizi yaparız.başta yörük ali efe olamak üzre tüm efelerimizi saygıyla anıyorum
YÖRÜK ALİ NİN TORUNU YÖRÜK ALİ GİBİ OLMALI BEN YÖRÜM VE GURUR DUYUYORUM
yörük ali efe,demirci mehmet efe,arap yuzbaşı,sökeli cafer efe adnan menderes, gibi yunana karsı ege de canları pahasına kurtuluş mucadelesi veren, yunanılıları bozguna uğratan bu insanları gunumuz gencligi haberdar degil,az da olsa bu kurtulus mucadelesi veren insanları tanıttıgınız, anlattıgınız ve fotograflarını koydugunuz icin tesekkürlerimi sunarım.isallah gençlik burdan gorur,arastırır tarıhı ögrenır ibret alır.tarihimizle ilgili daha fazla bilgi vermenizi isterim ki herkes ögrensin.aydı yöresindeki hicbir belediye bu kahramanlarla ilgi hic bir sey yapmıyor,yeni nesil habersiz.heykel dikmekle,burma bıyık takmakla bitmiyor.saygılarımla