Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner, öğrencilerin yumurtalı protestolarıyla ilgili olarak, "Bizim tartışan, konuşan, sorgulayan gençlere ihtiyacımız var. Genç arkadaşlarımıza taleplerini ifade biçimleri tercihlerinde yanlış tarafa düşmemeleri için eylemlerinde şiddete başvurmamalarını önerebilirim" dedi.
Sheraton Oteli'nde düzenlenen TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı'nda konuşan TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, TÜSİAD olarak 2011 seçimlerine kadar iki konuda çalışmalarını yoğunlaştırdıklarını söyledi. Boyner, bu konuların Türkiye'nin uzun vadede daha rekabetçi, verimlilik tabanlı ve kaliteli istihdam oluşturacak yeni bir büyüme stratejisine sahip olması ve Türkiye'nin demokratikleşme projesinin devamı olduğunu söyledi. Gerek tarihi tecrübesi, gerek insani birikimi, gerekse stratejik konumu nedeniyle Türkiye'nin tarihin akışını değerlendirenler arasında olması gerektiğini ifade eden Boyner, "Bunları doğru değerlendirip üzerinize düşeni yapmazsanız, gelişmenin dışında kalır, önünüzdeki fırsatları da harcarsınız" diye konuştu.
Türkiye'nin önüne yeni bir ekonomik model konulmasının gerekliliğini belirten Boyner, "Krizin ardından oluşan küresel iş bölümünde bize yakışan yeri almak için hazırlıkları hızlandırmalıyız. Bu hedefe ulaşmak için tüm kaynakları seferber etmeliyiz. Bu söylediklerimin meali şudur; 2010'lu yılların gerçeklerini doğru değerlendirip üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Yeni bir kalkınma modeli arayışına uygun olarak küresel şartlarla uyumlu bir büyüme stratejisi tanımlamalıyız" şeklinde konuştu.
"ÇAPAMIZ HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYALI DEMOKRATİK REJİMLERİN BİRLİĞİ İÇİNDE KALMALI"
Boyner, etkin ve farklı bir dış politika stratejisini çizen Türkiye'nin, yapıcı bir yaklaşımla, çevresiyle yakın ve sıcak ilişkiler kurduğunu kaydederek, "Türkiye'nin AB üyelik süreci bu yeni arayışlarının başarıya ulaşmasında önemli bir paya sahip. Çok yönlü bir dış politika uygularken çapamız hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik rejimlerin birliği içinde kalmalı. Kerteriz noktamız bu. Türkiye'nin AB üyeliği ihtimali kendi ekonomik ve sosyal dinamizmiyle yarattığı cazibeyi perçinleyen bir faktör oldu" dedi.
Türkiye'nin eksen kayması yaşadığı söylentileriyle ilgili olarak da Boyner, "Neyse ki üç hafta önce Lizbon'da gerçekleşen NATO zirvesiyle birlikte stratejik açıdan Türkiye'nin yön değiştirmesinin söz konusu olmadığı açığa çıktı. Ancak gene Lizbon zirvesinde yaşananlar ve tartışılan konular NATO ile AB ilişkilerinin Kıbrıs tarafından rehin alınmasının sürdürülemez olduğunun da altını çizdi" ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin batılılığı ciddiyetle ele alınması gerektiğini belirten Boyner, "Türkiye'nin Batılılığı meselesi yalnızca stratejik anlamıyla değil, Türkiye'nin siyasi sisteminin ve toplumunun sahiplendiği değerler açısından da ele alınmalıdır" dedi.
Boyner, kamu borçlarının tahsil edilebilmesi için çıkarılan tasarıda yapısal nitelikte bir vergi reformu ya da bu vergi reformunun da içinde bulunduğu bir makro ekonomik uyum paketiyle birlikte sunulabilmesinin gerektiğini ortaya koyarak, "Bu tür bir kamu alacağı feragatinin sık başvurulabilecek bir araç olmadığı nettir. Aksi takdirde kurallara uygun davranan vatandaşların zarar görmesi ve kamu gelirlerinde ciddi aşınmalar gündeme gelecektir. Bu eksikliklerin giderilmesi gereklidir. Önümüzdeki dönem için
kapsamlı bir vizyona ve buna bağlı cesur adımlara ihtiyacımız olduğu inancındayız. Bu vizyonunun ifadesini bulacağı temel metin hiç kuşkusuz yeni Anayasa olacaktır. Bu anayasanın mümkün olan en katılımcı yaklaşımla hazırlanması için elimizden gelen gayreti göstereceğiz" diye konuştu.
"AKLIMIZDAKİ ANAYASANIN OLMAZSA OLMAZ İLKELERİ; DEVLETİ DEĞİL VATANDAŞI ÖNE ÇIKARMASI"
Anayasa'da vatandaşın ön plana çıkarılması gerektiğini kaydeden Boyner, "Bizim aklımızdaki anayasanın olmazsa olmaz ilkeleri; devleti değil vatandaşı öne çıkarması, devleti değil vatandaşı koruması; sivil ve demokratik bir ruha sahip olmasıdır. Bu atılımın bir parçası olarak Türkiye'deki üç fay hattı yani, 'Din ve vicdan özgürlüğü', 'kimlik sorunu' ve 'kuvvetler ayrılığı' üzerinde tartışma ortamını yaratmaya çalışacağız. Bu tartışmanın, cumhuriyetimizin ve demokrasimizin bugün varmış olduğu noktada hayati bir önem taşıdığına inanıyoruz" şeklinde konuştu.
Boyner, cumhuriyeti daha demokratik kılacak ortak değerlerin neler olduğu, laiklik ve kimlik gibi ilkelerin nasıl tanımlanması gerektiği hakkında bir mutabakat arayışına ihtiyacın olduğuna dikkat çekerek, "Siyasi partilerin ve toplumun temsil niteliğine sahip kurumlarının bu arayışa ve düşünce alışverişine destek vermek ve katkıda bulunmak yükümlülüğü taşıdıkları kanısındayız. Bu bağlamda tüm siyasi partilerimizden artık neredeyse başlamak üzere olan seçim sürecinde yeni anayasa ile ilgili vaatlerinin ne olduğunu, Türkiye vizyonlarının hangi unsurlardan oluştuğunu duymak istiyoruz. Yani açıkçası Türkiye halkı olarak artık her seçim döneminde rastladığımız sığ ve niteliksiz atışmaları değil halkın gerçek kaygılarına cevap verecek vizyonları duymayı ve tartışmayı hak ediyoruz" dedi.
"Merhum Kemal Türkler davask'fcnlüğüne dayalı demokraında gördüğümüz gibi bir cinayetin mahkemesinin göz göre göre davayı 30 yıllık zaman aşımına uğratacak şekilde uzatılması ve bir ülkede bir zanlının 14 yıldır tutuklu olmasının adil ve tahammül edilebilecek durumlar olmadığını" belirten Boyner, "Ölümünün 4. yılına yaklaştığımız şu günlerde Hrant Dink davasının vicdanımızda derin bir yara olarak durduğunun da altını çizmek istiyorum. Bunlar Kafka'ya parmak ısırtacak karabasanlardır" ifadelerini kullandı.
"GENÇLERE İĞNE BATIRIRKEN KENDİMİZE ÇUVALDIZ BATIRMALIYIZ"
Öğrencilerin yumurtalı protestolarında değinen Boyner, şunları kaydetti:
"Sayın Kuzu ve Sayın Batum'un maruz kaldığı durumu onaylamak mümkün değil. Ancak gençlere iğne batırırken kendimize çuvaldız batırmalıyız diye düşünüyorum. Yarınlar gençlerin diyoruz. Hepimizin ama hepimizin bir kez düşünmesi lazım; gençlerimiz niçin öfkeli? Gençlere nasıl bir gelecek devrediyoruz? Genç işsizliği ortada. Gençlerin eğitimle ilgili kaygıları yeterince cevaplanamıyor. 'Bu olayların arkasında örgütler var; bunlar öğrenci bile değil' gibi argümanlar veya daha fazla polis gücünü okullara sokarak yasaklar getirmek çözüm mü? Gençleri yeterince dinliyor muyuz? Onlara özgür düşünmeyi, özgür ifade etmeyi öğreten, bağımsız üniversiteler verebiliyor muyuz? Unutmayalım ki gençlik muhalefet demektir. Bizim tartışan, konuşan, sorgulayan gençlere ihtiyacımız var. Ben genç arkadaşlarımıza taleplerini ifade biçimleri tercihlerinde yanlış tarafa düşmemeleri için eylemlerinde şiddete başvurmamalarını önerebilirim. Ama bizlere, iş dünyasına, kanaat önderlerine, siyasetçilere, yöneticilere düşenin de anlayış, empati ve diyalog kurma çabası olduğuna tüm kalbimle inanıyorum. Susturma, azarlama, biber gazı, dayak, etiketleme ve yasaklama değil."
Yüksek ve sürdürülebilir nitelikte kalkınabilen bir Türkiye için yeni bir kalkınma vizyonuna ihtiyaç olduğunu düşündüklerini belirten Boyner, "Vergi adil ve şeffaf toplanmalı, devlet her noktada vergi ödeyene hesap vermeli, kamu hizmetinde kalite artırılmalı, kamu harcamaları üretkenliği desteklemelidir. Para politikası özerk Merkez Bankaları tarafından yürütülmeli, kur bir refah aracı olarak düşünülmemelidir" dedi.
TÜSİAD YÜKSEK İSTİŞARE KONSEYİ BAŞKANI MUSTAFA KOÇ
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç da, dünyanın 2011'e 'kur savaşları' adı verilen bir küresel ekonomik fenomenle girdiğini belirterek, savaşın Çin'in, Yuan üzerine baskı uygulayarak değerini düşük tutmaya çalışmasıyla başladığına dair dünya kamuoyunda genel bir kabul olduğunu söyledi. Koç, ABD'nin 2011 Temmuz'una kadar 600 milyar dolarlık kamu kağıdını alacağını açıklamasının, bu miktarda para basacağını duyurmasının ikinci büyük cephe olarak görüldüğünü ifade etti. ABD tarafından 600 milyar dolarlık kamu kağıdını almak için basılacak olan paranın gelişmekte olan ülkelere için tehlike oluşturduğuna dikkat çeken Koç, "Bu para büyük ölçüde, cari açıkları nedeniyle faizleri nispeten yüksek olan gelişmekte olan ülkelere gidecek, bu ülkelerin paraları daha da değerlenecek. İhracat sektörlerini olumsuz etkileyecek böyle bir gelişme muhtemelen işsizliğin artmasıyla sonuçlanacak" dedi.
Koç, sıcak para girişine karşı alınacak tedbirlerinde büyüme hızını yavaşlattığını, işsizliğin artması riskiyle karşı karşıya bırakacağını belirterek, ABD, Çin, AB gibi ekonomilerinin, büyümenin sağlanmasını veya sürdürülmesini, rekabet gücünün korunmasını ve işsizliğin azaltılmasını sağlayacak politikalar üretmeye çalıştıklarını kaydetti. Türkiye'nin benzeri bir açı sergilemeden yoluna devam etmesi için kendilerinin 5 noktaya dikkat çekmek istediklerini belirten Koç, şunları söyledi:
"Alınacak önlemlerle ilgili olarak iç istişare mekanizmalarının hızlı, sürtünmesiz ve önyargısız işlemesini sağlamak, tüm dünya ekonomik savaş içindeyken bu alana ait gelişmeleri iktidar ve muhalefet olarak seçim atmosferinin gündelik çatışmalarına malzeme yapmaktan kaçınmak, böyle bir ortamda uluslararası planda üzerimizdeki baskıyı hafifletecek daha fazla güven yaratacak diplomatik adımlar atarak kronik dış politik sorunlarımızın çözümünde yapıcı adımlar atmak, uluslararası meselelerde tavır alırken
özellikle batı dünyası üzerinde yarattığımız kaygı uyandırıcı algılamaları güven yaratıcı yaklaşımlarla dengelemek ve bu güveni uluslararası platformlarda etkili biçimde kullanarak, kur savaşlarının tüm dünyaya eş zamanlı olarak zarar verme potansiyelinin önüne geçmek için alınabilecek aksiyonlarda aktif bir tutum benimsemek."
"TÜRKİYE DEĞİŞİME GÖRE POZİSYON ALIYOR"
Diplomaside, Türkiye, yöresel bir güç olarak konumunu kuvvetlendirdiğini savunan Mustafa Koç, şöyle konuştu:
"'Komşularla sıfır sorun' politikası, bu ilerlemenin en önemli köşe taşını oluşturdu. Bu dönemde eksen kayması yorumuna maruz kalmamız, bazı söylemlerin, diplomatik eylemlerin önüne geçmesinden kaynaklandı. Oysa dünyanın değer yaratan alanları nispi olarak Türkiye'nin batısından doğusuna doğru kayıyor. Türkiye de bu değişime göre pozisyon alıyor. Ülkemiz Batı Dünyası ile ilişkilerini güçlendirdikçe Doğu'nun tercih edeceği bir ortak haline geliyor. Doğu Dünyası ile güçlü ilişkiler tesis ettikçe de, Batı'nın vazgeçemeyeceği bir ortak konumuna yükseliyor. Türkiye'nin AB ile ve ABD ile olan ilişkilerinin anahtarları da burada yatıyor. Kısacası, mevcut küresel ekonomik savaş ortamında, atılacak yeni diplomatik adımlarla, küresel planda güven yaratacak bir Türkiye'nin sözünü de daha fazla dinletebileceğine inanıyoruz."
Türk Ticaret Kanunu'nun partilerin ortak çabasıyla yasalaşma noktasına gelmesini olumlu bir örnek olarak kullanacaklarını belirten TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Koç, "Partilerimizin, Türk Ticaret Kanunu gibi, Türkiye'de iş yapma biçimini baştan inşa edecek, yatırım ortamını iyileştirecek, kayıt dışını azaltacak, şeffaflığı ve kurumsallaşmayı geliştirecek bir yasa üzerinde uzlaşmasına 'devrim' nitelemesini yakıştırmak, herhalde abartılı olmayacaktır" dedi.
Koç, hükümete sıkı bir maliye politikasının izlenebileceğinin tartışılması ve yapısal reform sağlanabilecek telafi imkanlarının gözden geçirilmesi önerilerinde bulunarak, daha yararlı ve daha kalıcı çözümler üretebileceğini görmek mümkün olacağını söyledi.