Gene epeyce süreceğini tahmin ettiğim bu dizi’min konusuna uygun verdiğim başlık adı içindeki “Hoşgörüsüzlük” ögesi, hatırlayabildiğim kadarı ile 1964 yılında, Ankara Fransız Kültür derneğinde (Alliance Française) serial bir şekilde gösterime konulan eski sessiz filmler içinde seyredip çok etkilendiğim ve ünlü ABD. li öncü film yönetmenlerinden David Wark Griffith’in yapıtı olan “Intolerence” filminin adından esinlenerek alınmıştır. Yönetmenin, o tarihlerde görülmemiş gişe hâsılatı getiren ilk filmi olan “The Birth of a Nation – Bir Ulusun Doğumu”, vurucu sanat tekniğin karşın ırkçı felsefesi yüzünden yerden yere vurulmuş; Amerika’nın bazı kentlerinde gösterimi yasaklanmıştı. Bu sansüre tahammül şiddetle tepki gösteren karizmatik yönetmen, belki de bir “kamuoyu araştırması” yapıyordu. Çünkü hemen peşinden çekime aldığı “Hoşgörüsüzlük” ile tam ters yönde bir anlayışı dile getirdi ve sinema tarihinin çığır açan görkemli bir yapıtını ortaya çıkardı.
Bu yapıt, insanlığa aynı dersi veren dört ayrı öykünün anlatımından oluşur. İlk öykü, Pers (İran) Kralı II. Kyros’un (Kuraş), İ.Ö. 539’da, çeşitli tanrılara tapılan Babildeki hoşgörüsüzlük ve din kavgalarından yararlanarak, dönemin en güçlü kent’i olduğu sanılan Babil’i ele geçirmesidir (Tevrad’da, II. Kyros’un hem Babillilere, hem de oraya zorla getirilmiş Yahudilere hoşgörülü davrandığının ve Yahudilerin anayurtlarına dönmelerine izin verildiğinin belirtildiğine değinelim). İkinci öykü: 23. 08. 1572 sabahı Katoliklerce başlatılan Fransız Protestanlarıın kitlesel boğazlanması faciasına dairdir (bugün Dünya egemenlerinin genellikle Protestan unsur olduklarını hatırlatalım). Üçüncü lejand: İsa’nın çarmıha gerilişi (Yahudilerin binlerce yıl boyunca ezilmeleri nedeni olarak gösterilir). Nihayet haksız yere hüküm giyen bir çağdaş insanın öyküsü…
Bizim konumuz, G.W. Griffith’in, 1916 yılındaki (sanat değeri dışında kulak asılmadığı için 2. Dünya Savaşını da önleyemeyen) bu genel sunumunun, biraz daha ayrıntılı olarak Yahudilerin ezilme tarihlerine uygulanması gibi olacak. Aynı Semitik coğrafyada doğmuş, birbirinden esinlenmiş din ve mezheplerin birbiri ile binlerce yıllık kan davasından yalnız bir kuşağını izleyerek tüm insanlara ibret tablosu vermeye; ayrıca, kendi etik değerlerine ağız açtırmayan, zamanımızın zengin ve güçlü topluluklarını da kendi tarihleri ile yüzleşmeye sevketmeye çalışacağız.
26.Şubat.2006 tarihli Kenthaber sütunlarında çıkan makalemizde, Yahudilerin kutsal kitabına da atıfta bulunarak, Yahudi-Filistinli düşmanlığının ilk zuhur tarihini özetlemeye; bu düşmanlığın kökeninin, inanç uzlaşmazlığının ötesinde bir toplumsal egemenlik ve yaşam kavgası olduğu, kutsal duyguların buna alet edildiği anlatmaya çalışmıştık. Şimdi, daha çok, Orta Çağlardan İkinci Dünya Savaşına değin Yahudilere yapılan kıyımlar üzerinde duracağız.
Tek Tanrılı dinler’in bazı toplumlardaki yanlış ve zalimce uygulamalara tepki olarak zuhur ettikleri anlaşılmaktadır.
Anılan makalemizde değinildiği üzere, ilk “Tek Tanrılı Din” sanılan Yahudiliğin ortaya çıkışı, Hazret-i İbrahim’in, Hazret-i Musa’nın kişiliklerin, kimliklerinin mazbut kayıtlara dayanmayıp efsaneleştirildiği açıktır. Bu iki kişiliğin yaşadığı tarihler, kimlikleri ve anekdotları, İsrael oğullarının Mısırdan çıkışları (Eksodus) ve vaat edilmiş topraklara varış tarihleri bakımından Yahudilerin kutsal kitabı Tevrattaki açıklamalarla arkeolojik bulgular arasında çelişkiler vardır. Aynı konuda Kur’anda verilen bilgilerde de Tevrat’takilerden bazı farklar vardır.
Tevrat’tan çıkarılan yoruma göre, Mezopotamya egemeni Nimrod’dan kaçarak Mısır’a giden Hazret-i İbrahim, hakkındaki (insan kurban etmeyi önleyecek çare bulması, tahta putlarla alay etmesi gibi) anekdotları ile hayırsever bir bilge olduğu izlenimini vermektedir. Musa ise Firavun’un zûlmüne başkaldırmıştır. Kendisine Tanrı tarafından vahyedildiği ileri sürülen “On Emir”in* (Yahudiliğe özgü, dinlenme günü “Sabbat” gibi kayıtlar dışında), İsis dinine inanan Kemet (Kara Diyar - Afrika) halklarının inançları içinde olan ve çok daha ayrıntılı ahlâk ve yasa kurallarından alınma olduğu görüşü getirilmiştir. Habeşistan’daki İbranî kolonisinden bir babanın ve Porto Rico’lu bir annenin oğlu olup ABD üniversitelerinde “Eski Mısır Blimi” dersleri veren Yosef A.A. ben-Jochannan, “On Emir’in, inceden inceye sınıflandırılmış ve 42 kategoriye ayrılmış ve eski Kemet’de Unas Tapınağı duvarlarına yazılmış bu rafine kuralların, Musa tarafından öğrenilip çok cahil ve ilkel insanlara kabûl ettirilebilmesi için yalınlaştırılmış özeti olduğunu söylüyor. Öyle ya, Tanrı insanları zaten zeka, adalet ve vicdan cevheri ile yaratıyor. Bu cevher insanların eğitim ve deneyimine göre işlenebiliyor ve onların karakter yapısını kazandırıyor. Gene, daha zengin bir ahlâk ve toplu yaşam kuralları sistemi de (Musa’dan çok önce, İ.Ö. 1792–50 arası Babilde hüküm süren Hammurabinin Akad dilinde yazılmış yasaları) Fransız Doğubilimci Jean-Vincent Scheil tarafından bulunmuş, bugün Louvre müzesinde sergileniyor. Bu yasaların esin kaynağı da daha önceki Sümer Hukuku... Ne var ki, bu yasaların hepsine, Tanrıların emri olduğu kaydı ile yaptırım gücü kazandırılmaya çalışılmış. Aristoteles’den başlayan “Doğal Hukuk” anlayışı köklerini bunlardan alıyor.
Yukarda andığımız yazımızda, “On Emir” dışında Tevrat’ın İ.Ö. XIII. - İ.Ö.V. yüzyıllar boyunca, çok sayıda Yahudi teologunun katılımı ile yazıldığına, içinde çelişkiler, tarih tutarsızlıkları, 600–1000 yıl yaşadığı ileri sürülen peygamberlerin ömür sürelerindeki abartılar, Musa’nın Firavun ile karşılıklı mucize yarışması; ümmetinin aşabilmesi için Kızıldeniz’i yarmışken, vaat edilen diyara gelince İsrail oğullarının Filistinlilerle savaşma isteksizliğinin önüne geçememesi gibi bir zaafına işaret etmiştik. Tevrat’taki hesaba göre, İ.Ö. II. binyılın başlarında 200 yıl yaşamış olması gereken Hazret-i İbrahim ile Hazret-i Süleyman’ın Kudüs Tapınağını inşa etmeye başlamasından 480 yıl önce Mısırdan çıkan Musa hakkında çok spekülasyon var. Bir defa, Eksodus olayında adı geçen zalim Firavun Ramses II. olduğuna göre çıkış tarihi olarak yaklaşık İ.Ö. 1290 olması gerekirken, Tevrat’taki İ.Ö.1440 tarihinin doğruluğu olası değildir.
Bu iki peygamberin kimlikleri hakkında ilk kez, tartışmayı, galiba, Eksodus tarihini İ.Ö.1358-1350 yılları olarak veren Yahudi asıllı Avusturyalı Psikiatri bilgini Sigmund Freud açmış. Mısırda Tek Tanrılı “Aton” dinini kurucusu bilge Firavun Amenhotepin (Akhneten) ölümünden ve Mısırın “Amon” dinine yeniden dönüşünden sonra, aslında Mısırlı bir soylu olan Musa’nın, Tek Tanrılı dinin yürütücüsü olduğunu iddia etmiş. Ona göre “Musa” Mısırlılara ait bir isimmiş. Mısır inanışındaki “Aton” ile İbranîlerin “Adonai=Efedimiz” kavramlarının benzerliğine de dikkat çekiyor. Hazret-i İbrahim’in de Firavun Amenhotep ile aynı kişi olduğunu, Firavun’un sonradan bu isimle efsaneleştiğini ileri sürenler var. Zaten, Kürşat Demirci’nin, “kurannesli.info” adlı internet adresinden de öğrenileceği üzere, İ.Ö. IV. Bin’in Mısırında tek Tanrıya tapınma örnekleri var.
Yahudilere karşı tarih boyunca yapılmış kıyımların nakline geçmeden önce, bu kadar uzun lâfı, Yahudilik ve Yahudilerin şu anda zavallı Filistin halkına reva gördüğü eziyet ve kıyımların sempatizanı değil, insanlığın yanında olduğuma okuyucularımı inandırmak için yazdım.
*1. Ben senin Efendin, Tanrıyım; benden başka Tanrın olmayacak; 2. Kendine Tanrı tasvirleri yapmayacaksın; 3. Tanrının adını gereksiz yere ağzına almayacaksın; 4. Sabbat gününü (cumartesi) kutsal bileceksin; 5. Baba ve annene saygı göstereceksin; 6. Öldürmeyeceksin; 7. Zina yapmayacaksın; 8. Hırsızlık yapmayacaksın; 9. Komşuna karşı yalan tanıklık yapmayacaksın; 10. Komşunun evine ve karısına göz dikmeyeceksin.