Uygarlıklar Ayrışmasının Tarihçesi
Edward Said Filistinden İsrail’e taş atarak “indifada”ya katılıyor |
Edward Said’in 1978’de yazdığı “Orientalism”in Kolonileşme Sonrası araştırmaların akademik alanda temel bir metni kabûl edildiğine; bu eserde Batı ve Doğu dünyaları tanımının genel algı olarak Avrupa ve Orta Doğu’ya inhisar ettiğine ve “Oryantalizm”in Arap-İslam halklarına ve bunların kültürüne karşı Avrupa merkezli bir önyargıyı gösterdiğine ve uygarlıklar arası önyargının böyle bir dar alana sıkıştırılmasının yanlış bir sunum olduğuna; bunun da Asya ve petrol zenginliği ile sömürü iştahı yaratmasının ve bunun sonucu terör tepkisi ile karşılaşılan Orta Doğuya zaten farklı toplumsal, ekonomik ve kültürel pratikleri yüzünden, romantik bakışın uzun bir geleneği olduğuna işaret edildiğini nakletmiştik.
Buna mukabil “Oksidentalizm” kavramını tanıtan Avishai Margalit ve Ian Buruma, sömürü olgusunun haklı bir kaynaktan çıkan, daha sonra çok aşırı bir duygusallıkla düşmanın imajını iblisleştirerek Batının bir nefret imgesi hâline getirildiğinin öyküsünü vermiştir.
Şimdi bu derin düşmanlıkların yaratılmasının özet tarihine geçelim.
İskender fetihleri ile oluşan Büyük Hellenistik Dünya. Koyu mavi alan Ptoleme Krallığı, Sarı Selevkid İmparatorluğu, Yeşil Makedonya, Bordo Epir |
Antik Yunan Dünyası (MÖ. 550’den itibaren) Akdeniz kıyıları civarına yerleşmiş Yunan toplulukları, daha doğrusu Hellenler kendi toplumları ile anlamadıkları dillerinden dolayı (vırvır etmekten gelen) “barbar” diye isimlendirdikleri yabancılar arasında dil bakımından bir ayrım yapmışlardı. MÖ. V. yüzyıl başlarındaki Pers savaşlarını Herodotus Avrupa ile Asya arasındaki çatışma diye tanımlamıştır. Marmara Denizini “Kuzey ve “Güney” için sınır tanıyan Yunan müellifleri bu çatışma tarafları için hiç “Batılı” ve “Doğulu” terimlerini kullanmamışlardır. MÖ. 336-323 yılları arasında Makedonya Kralı olmuş İskender III.ün (Megas Aleksandros-Büyük İskender) muazzam bir alana yayılan fetihleri sonucu o zamanın Dünyası için evrensel kültür hâlini alan “Hellenizm” böyle bir ayrıma mahâl bırakmamıştı. Günümüzde de, Yunanlıların ‘Batı’ Âlemine dahil edilmesi Yunanlıların ve Yunanca konuşan halkların muhalefeti ile karşılanmıştır. 1997’de Dışişleri Bakanı olarak Avrupa Birliğinde Yunanistanı temsil ederken Türkleri: caniler, mütecavizler, hırsızlar diye niteleyen Teodoros Pangolos’un diğer Avrupalı üyelerce: “Türkler zaten bizim dinimizden değil; o bakımdan AB’de yerleri yok,” iddiaları üzerine tepki göstererek: “O zaman beni de AB’ye almayın; ben de sizin dininizden değilim!” dediğini ve o tarihden itibaren: “Türkler kesinlikle Avrupanın ve Avrupa tarihinin bir parçasıdır,” iddiasını sürdürdüğünü hatırlayalım. Zira Ortodoks Yunanlılar Orta Doğulu kabûl ettikleri Hristiyanlığın Avrupa’da Katoliklik, Protestanlık şeklinde kılık değiştirmesini hazmedemedikleri gibi aşağıda kısaca açıklayacağımız tarihsel olaylardan doğan mezhepsel ve kültürel ayrışmanın açtığı yaralar kapanmadı.
Batıyı Temsil Eden ilk Uygarlık Roma
Roma İmparatorluğunun en geniş hâli |
MÖ. 510-MS.476 yılları içinde egemenliğini kabûl ettiren Antik Roma İtalyan Yarımadasında MÖ. 9. Yüzyılda kurulmuş bir kent-devletten kökenini almıştır. Geçirdiği krallık, sonra cumhuriyet, en sonra otokratik bir imparatorluk evreleri ile 12 yüzyıllık varlığında Akdeniz’de çepeçevre gelişip Batı, Orta ve Güney Doğu Avrupa’ya hükmetmiş muazzam bir imparatorluk tesis eden bir uygarlıktır. Lejyonlarını yolladığı dominyonlarındaki halkları Romalı olma ayrıcalıkları da vererek kültürüne de asimile etmeyi başarmıştır. Fakat bu sarsılmaz görünen güç’den Batı Roma olarak adlandırılmış Avrupa’daki temsilcisi yozlaşma, iç savaşlar, nihayet Germanik barbar Frank, Got, Frank, Vandal ve Hun akınları gibi çok çeşitli etmenlere dayanamayıp 476 yılında Vizigot (Batı Got) şefi Odoakr’ın fiilî baskısı ile çökecektir.
Roma İmparatorluğuna Hristiyanlığın Nüfuzu
Bir yandan İsa’nın havarilerinden Petros’un irşadları ile yayılan Hristiyanlık Roma’ya da uzanmış pagan Roma İmparatorlarının mezalimine karşın 92 yılında Klement I Roma’nın ilk piskoposu olarak Papalığı kurduğu kabûl edilmiştir.
İmparator Konstantin’i (ortada) ilk İznik Konsil’inde piskapos grubu ile gösteren bir ikona |
Kenthabere epey eski bir tarihte İstanbul hakkında yazdığım bir makalede Dalmaçyalı azad edilmiş bir köle iken Roma’nın içinde bulunduğu anarşi ortamında önce ordu komutanlığına, sonra İmparatorluğa kadar yükselen Diocletianus’un, barbar kavimler istilâlarının baş göstermesi ile yönetim kolaylığını gözeterek Roma topraklarını dört bölgeye ayırması (tetrarchia) üzerine cereyan eden olaylardan sonra Hellenistik bir ortamda yetişen Flavius Valerius Constantinus’un İmparatorluğu birleştirdiğine, Hrıstiyanlığı seçip ilk ekümenik konsil’in İznik’deki MS.325 tarihli töreninde bulunduğuna; başkenti Romadan “Constantinopolis” adı ile İstanbul’a taşıdığına değinmiştik. Konstantin’in başkentin yönetimini alan halefi oğlu II. Konstantin zamanında ilk şekli ile inşa edilen Büyük Kilise (Aya Sofya) Bizans’ın Hristiyanlık merkezi konumunu taçlandıracaktır.
Barbar istilacıların önemli ölçüde Hrıstiyanlığa geçmeleri onlara yeni bir ufuk açmış, zaferleri ile büyük ün kazanmış “Charlemagne” adı ile bildiğimiz Alman Kralı Karl I. der Große (Büyük Karl I) Romalılar tarafından işkenceye uğrayan Papa III.Leo’nun 799 yılında kendisine sığınması ve Roma’ya davet etmesi üzerine Romanın tarihî ve Hrıstiyanlığın manevî itibarını göz önüne alarak ertesi yıl Romada “Imperator Romanorum-Romalıların İmparatoru” ünvanı ile tac giymiş; böylece ilk Germen Roma Kayser’i (Almanca Römisch-Deutscher Kaiser) olmuş: 962’de Otto I’in ilk tacını giyeceği “Kutsal Roma Germen İmparatorluğu”nun yolunu açmıştı.
Roma İmparatorluğunun Batı bölgelerinin Germanik halklar tarafından fethedilmesi ve bunu takiben, siyasal ve ruhanî otoriteyi bünyesinde toplayan Batı Hristiyan Papalığının teessüsü Batı Dünyasının ahvâlini Yunan uygarlığından başka bir mecraya sürükledi ve Latin Batı ile Hristiyan Yunan tefekkürü de dahil Yunan âlemini birbirinden ayırdı. Bu ayrılışı epey sonra 1053’de İstanbul Patriği Mihal Serularios’un İstanbuldaki tüm Latin kiliselerinin kapatılmasını emretmesine karşı 1054’de bir Papalık delegasyonu İstanbula gelip Selarios’un “Ekümenik (evrensel) Patrik” ünvanının kaldırılması ve Romanın tüm kiliselerin başı ve anası olarak kabûl edilmesi ve Normanların Güney İtalyayı işgâl etmelerine karşı birlik olmaları taleplerinin kesinlikle reddi üzerine “Megalo Skisma-Büyük Ayrılış” izleyecektir. Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki bağlar tümüyle koptu ve bu ayrılık Haçlı Seferleri sırasında yol üstü olan İstanbul’un Latin istilacılarının vahşi eylemleri ile harap olmasına sebep oldu.
Fatih Sultan Mehmedi Patrik Gennadius ile birlikde gösteren yeni bir mozaik |
Tarihçilerin “Bizans” diye adlandırdıkları bu Doğu Roma coğrafyasının Batı’dan farkı Osmanlı Sultanı II. Mehmed’in İstanbul’u fethi ile kültürel bakımdan daha da keskinleşti. Ancak Arapça, Farsça, Yunanca, Slavca bilen aydın padişah Fatih Mehmed, Ortodoks tebaasının da güvenini kazanmak için yeni seçilen İstanbul Patriği Gennadius’a itibar etmiş; atası Sultan Orhan’ın bir Bizanslı prensesle evli olmasından dolayı kendisi de, Komnenos sülâlesi ile ilişkisi dolayısıyla Roma İmparatorluğunun varisi sayılacağından “Kayser-i Rûm-Roma Caesar”ı unvanına sahip çıkmıştı. Onun gibi diğer Osmanlı sultanlarınca bu coğrafyanın tarihsel varlığına saygı gösterilmiş olup Yıldırım Beyazıd I. kendine ayrıca: “Sultân-ı İklim-i Rûm-Roma Diyarının Sultanı” unvanı almıştı.
Antik Yunan Kültürünün Batıya Taşınması
Batı toplumu kültürel köklerini en azından bir bölümü ile Antik Yunan düşüncesinden ve Hristiyan dininden alır. Bu her iki kültür de, iki ayrı dönemde Akdeniz’in doğu topraklarında bulunan Coğrafyadan kopup gelerek ilk kez İtalya’da yerleşmiş topluluklar aracılığı ile ve gene onların kurduğu Roma İmparatorluğuna aydınlık vermiş; oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Yeni çağların Venediğinde XV. Yüzyılda kullanılmaya başlayan “Levanten” sözcüğü Doğuya yerleşmiş Latin Hristiyanlara yakıştırılır. Bunun türediği “Levant” terimi Fransızca “yükselme, kalkma” anlamındaki “lever” fiilinden gelir; Latince “Orient” gibi güneşin doğduğu yer demektir. Hristiyanlığın zuhuru ile içine girilen Karanlık Çağlar ardından gelen “Renaissance-Yeniden Canlanma” Antik Yunanı tanıtan Müslüman Arap bilginleri yanında bir ölçüde Levantenlerin yardımı ile Batıda oluştu. Klasik-Dönem sonrası ruhaniyet anlayışına biçim veren Hristiyanlık kültürün, görenekleri, ahlakî gelenekleri ile senteze girerek zamanımıza kadar taşındı.
Avrupa’da Doğu-Batı şeklindeki jeopolitik tefrik Roma İmparatorluğunda ortaya çıktı. Latincenin geçerli olduğu ve çok daha kırsal kalan Avrupa’ya oranla Doğu Akdeniz’in ileri derecede kentleşmiş kültüründe, Büyük İskender ve onun izinden giden komutanlar sayesinde Yunanca hâlâ ortak dildi. Batı Roma İmparatorluğunun çöküşü ile Batı ve Merkezî Avrupa Bizans Yunan kültüründen ve Doğu Hristiyanlığından tümü ile koptu. Doğu Hristiyanlığı bir yandan Müslüman Arapların öte yandan Doğu ve Güney Slavlarının etkilerine girdi. Roman Katolik Batı ve Merkez Avrupa ise “Klasik Yunan-Roma” rasyonel düşüncesinin yeniden canlanarak sanata, felsefeyi, edebiyatı etkilemesini ifade eden Rönesans sürecinde farklı bir kültürel kimlikle yeniden gelişmeye başladı ve “Humanizma-İnsana verilen değer” ve rasyonel düşünce ile gerçekleşen “Bilimsel Devrim” yanında sanatta “tarihî romantizm” ufkunu açtı. Ancak Protestan reformasyonunda bile Avrupa’daki Protestan topluluklar, Dünyanın uygarlaşmış diğer bölgelerinden daha fazla kendilerini Roman Katolik Avrupa’ya bağlı hissedeceklerdir. Yeni topraklar keşfi Döneminde, Avrupa, kültürünü dünyanın daha batısındaki başka bölgelerine yaydığından “Batı” terimi daha farklı biçimde bir kültürel ve jeopolitik sözcük olarak kullanılır hâle geldi. Özellikle de, bu fetihlerin süjesi, Doğu Hristiyanlığı, antik Roma fikir ve gelenekleri ve küfür kabûl edilen putperest inançlarına sahip olanlardan sayıca çok ağır basan Roman Katolik ve Protestanlar olduğundan “Batı” sözcüğü bu mezheplerdeki Hristiyanlığı ifade eder oldu. 19. Ve 20. Asırlarda ise Avrupa gibi başka yerlerde de sekülarizmin yükselmesi ile özellikle “Soğuk Savaş” sırasında ‘Batı’ sözcüğü dinden ziyade siyasal çağrışımlara yol açtı. Ve Batı ile Asya ve dünyanın başka diyarları arasında daha yakın temaslara geçilince bu sözcüğün kullanımı ve anlamı giderek gölgelendi.
Sürecek
Muhterem Teoman Törün;
Şükürler olsun ki, nihâyette emeklilik mertebesine vâsıl oldum. Gecenin bu vakitinde 'uyku tutmayan gözlerimle' muhteşem dizinizi zevk-i müdâm ile ve de safâ ile tekrar, tekrar okumaktan kendimi alamıyorum.. En içten hürmetlerimi yinelerim.
Ayrıca, yeni yaşamınızın aynı verimlilik ve yaratıcılıkla sürmesi dileğimi, saygılarımla yinelerim