ARAPLARIN TÜRK ELLERİNDEKİ TOPRAK GASPLARI VE KATLİAMI: 638-651 yılları arasında güçlü Çin Devletinin sürekli saldırıları karşısında, Orhun havzasındaki Ötüken merkezli Göktürk Devleti çökmüş; o yöre Türkleri yeniden aşiret hanlıkları halinde dağılmışlardı. İran’ı yıkan ve Horasan’a kadar gelen Müslüman Arapların Türklerle karşılaşması tam bu çözülüş sürecine rastgeldi. 642 yılında Halife Ömer’in buyruğu ile Abdurrahman bin Rebia, Türkleri bu zayıf zamanlarında vurmak üzere, Göktürklerin kolu olan Hazarların başkent’i, Karadenizde Volga ağzındaki Belencer’in 1000 km. kadar yaklaşıp kasabalara saldırmaya niyetlenmişti. Türkler, Müslümanların, yıldırım hızı ile fetihler yaptıklarını işitmiş, onların (Ömer’in, Peygamber’in ölümüne inanamayıp krize girmesinden beri gelen naiv bir inançla olacak) ölümsüz oldukları propogandalarına inanmışlardı. Gene de onlara boyun eğmek istemediler. Bir ormana saklandılar; oradan yolladıkları bir okun bir Arabı öldürmesi üzerine şiddetli bir savunma savaşı verdiler ve Arapları püskürttüler. Tarhan Taygut’un ve Rojaazme’nin internet sitelerinde verdiği bilgilere göre, Arapların yolda buldukları dağınık Hazar Türkü aşiretlerinden zorla topladıkları köleleri Halifeye getirmişler. Bu köleler Arap ordularında lejyoner olarak kullanılmışlar. Halife Osman zamanında da Türklere çok baskı yapıldı. Daha sonraki Halifelik kavgaları Türklere bir süre nefes aldırdı.
Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasındaki, tarihî ipek yolunun geçtiği topraklarda yaşayan Türk toplulukları ise üretici ve çalışkan insanlardan oluşuyordu; deri ve pamukdan kağıt imali, altın madenleri çalıştırarak geçiniyorlardı ve yurtlarını çok zenginleştirmişlerdi. Bu huzurlu yaşam ve zenginlik, üretken olamamış Arapların iştahını öteden beri kabartıyordu. Şam merkezli “Emevî” Saltanatını kuran Muaviye de, 674’de, çok genç yaşdaki ve yırtıcı karakterdeki Ubeydullah bin Zeyyad’ı, bu zenginliklere uzanması misyonu ile Horasan Valisi atamıştı. Ubeydullah Ceyhun ırmağını aşıp geçici olarak Buharayı aldı. 675’de, eski Halife Osman’ın oğlu Said, nüfuzunu kallanarak Horasan Valiliğini ele geçirdi; Ubeydullah’a da, diğer bölgeleri düzene sokmak, bu arada Hazret-i Ali-nin oğulları Hasan ve Hüseyin’i berteraf etmek düşecek, Irak Valisi olacaktır. Said zenginliği dillere destan Semerkand’a saldırdı; oradaki Sogd halkı Suhud mevkiinde direnip büyük kayıplar verdikden sonra barış talep ettiler. Said, Sogd eşrafının oğullarından ellisini beraberinde Medineye getirdi..
685’de Halife olup uzun süre iç huzursuzluklarla uğraşan Abdülmelik bin Mervan son rakibi Mekke Emiri Abdullah bin Zübeyr’i berteraf etmek için sertliği ile tanınan Haccac bin Yusuf’u görevlendirmişti. Peygamberin doğum yeri Mekke’yi kutsallığına aldırmadan mancınıklarla döven Haccac 7 aylık kuşatmadan sonra Mekkeyi 692’de zaptedip Abdullahı öldürterek büyük prestij kazanmış; diğer askerî başaraları üzerine de bir tür Başvezir konumuna yükselmişti. Onun talimatı ile, 698 yılında, Ubeydullah bin Ebubekir, Türklerin Hanlar Hanı Rutbil ile savaşmıştır. Rutbil yerine göre politik davranıyor; bazen dikleniyordu. Haccac, Said’e kesin sonuç alması için tüm gücü ile saldırmasını, her şeyi yakıp yıkıp tüm Türk savaşçıları öldürmesini emretti. Fakat Rutbilin sert savunması Müslümanlardan 30.000 askerin ölümüne mâl olmuştu.. Bu habere çıldıran Haccac Halifeden intikam savaşı yapma izni aldı. 699 yılında 40.000 askerlik ordu toplayıp saldırı görevini Abdurrahman bin Muhammed bin Eşaş’a verdi. Türk ellerine gözü kara dalan Abdurrahman’ın elde ettiği ganimetin, öldürdüğü insanların, aldığı kölelerin haddi hesabı yoktur. Hıncını alamayan sadist Haccac, kış mevsimi gelmesine karşın harekata devam edilmesini istedi. Sıcak iklimim çocukları Arap askerlerinin daha büyük zahmet ve maceraları gözleri yemiyordu. Ayrıca, Abdurrahman, Haccac’ın ne kadar haris olduğunu bildiğinden, başarılarının onurunun üstüne konmak için kendisini öldüreceğinden korkuyordu. 700 yılına girildiğnde, “Haccac’ı yendiğinde haraç almayacağı” vaadi ile Rutbille ittfak yaptı; kendini de “Halife” ilân etti.. Horasandan Suriyeye yürüyerek Haccac’ın başına gaileler açtı. Fakat, 702’de, Halife ordusuna, Deyr-el Cemacim’de mağlup olarak kaçtı ve Rutbil’e sığındı. Arap emirlerinde bu çirkin rekabet çok görülür. İlerki yıllarda, İspanya fethinin bayraktarı berberî kahraman Tarık bin Zeyyad’ın görkemli başarıları üzerine konmaya çalışan Arap Vali Musa bin Nusayr’ın entrikaları ibret vericidir. Haccac, Abdurrahmanın erlerinden 120.000’ini elleri, kolları bağlı öldürttü. Rutbil’e, Abdurrahman’ı ölü ya da diri teslim etmediği takdirde, bir milyonluk bir ordu ile gelip ülkesini tarümâr edeceği haberini verince Rutbil konuğunu teslim etmek zorunda kaldı. Abdurrahman’ın kesilen başı kent kent dolaştırılıp,ibret-i alem için teşhir edilmiştir.
Haccac, 703’de, zalimlikde kendisinden geri kalmayan Kuteybe bin Müslim’i, gene Türk ellerini yağmalama, haraca bağlama, köle temini görevleri ile Horasan ve Merv Valiliğine getirdi. Abdülmelik’in ölümü üzerine oğlu Velid’in Halife olduğu 705 yılında, Kuteybe, kâfir addettiği Türklerin ve başka ulusların kentlerini yağmalayarak, gösterdiği vahşet ve soykırımla, inanılmaz ölçü ve değerde toprak, mal ve köle ele geçirdi. Sogd Meliki Neyzek, ikamet ettiği Tarhan kentini yıkımdan kurtarmak için külliyetli mal ve elindeki Müslüman esirleri serbest bırakma karşılığında barış istedi. Kuteybe gazalarına devam ediyordu; İbni Kesir ve Taberî tarihlerinden alınan bilgilere göre, Buharanın, baştan aşağı yağmalanan ilçesi Beykent’in zaptı Vandalizm’in en uç örneğidir.. Budist ve Zerdüşt dinine ait tüm heykeller kırılmış; altın olanlar eritilmiştir. Tahrip edilen sanat eserlerinden sadece bir döküm heykel’in içinden çıkan altın 150 bin dinar değerinde idi. Mal’a ve altına doyamayan Araplar, gizli servetleri de ortaya çıkarmak amacı ile esir ettikleri kadınları ve çocukları kocalarına ve babalarına para karşılığı satarak iade ettier. Taberî, Kuteybe’nin bu yağmadan, muazzam mikdarda şahsî servet sahibi olduğunu yazar. Kent’in onarım külfeti de yerli halkın sırtına biner. Bu Vandalizm, Türklerin sanat zevki ve yaratıcılıklarının körelmesinin tek etkenidir. Bedevî Araplar, İpek Yolunun Türklerini kendilerine benzettiler.
Kuteybe, 706’da, annesi bir Çin prensesi olan Türk Hanı Körboğa’nın Uyguristandaki ülkesine, 707’de Özbek kentleri Sogd, Nesef, Keş kentlerine saldırıp yağmaladı. Vardana ve Buhara beylikleri arasındaki çatışma halinden yararlanmak amacı ile yürüdüğü Buhara yolu üzerinde Numiskent ve Ramitan’ı kolayca işgâl etti. Buhara Hanı Vardan Hudat’a dişi geçmeyince Merv’e geri döndü. Bu ricat yüzünden gene gazaba gelen Haccac’ın zoru ile Buhara’yı yeniden kuşatır. Artık yorulmuş ve gözü yılmış Arap askerleri dağılmaya başlayınca her Türk başı için 100 dirhem ödül vaat eder. Aşka gelen Araplar şehri istilâ eder. Direnen tüm Türkler kılıçdan geçirilir; gerisi köle yapılır. Kadınların ırzına geçilir; kimi kadın köle pazarına çıkarılır; bazıları cariye olarak alakonur. Kentte, Arap komutanlardan bir mülkî yönetim kurulur. Fakat civar Türk beyliklerinden tepki ve tehditler gelince Buhara melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad göstermelik Han yapılır. İslâm’ı kabûl eden ve kendi oğluna da zalim Kuteybe’nin adını veren Tuğ Sad tarihe ulus haini bir işbirlikçi olarak geçecektir.
Sayın Törün; yazılarınızı ilgiyle izliyorum. Ve görüyorum ki; insanlık tarihi bir hoşgörüsüzlükler okyanusunda katliamlar tarihi gibi.Ve insanları bu vahşi boğuşmanın tarafı yapanlar, dinler ve devletler. Aslında her ikisi de insanlığa yön vermek,düzeltmek, düzenlemek ve hizmet etmek amacıyla varolduğunu söylese de; maalesef sonuç insanlığa işkence, dayatma ve zorbalık olmuştur. Sonuç hoşgörüsüzlük ve katliam olmuştur. Umarım bu hoşgörüsüz ortamlarda sürekli, bir gerilimler ve çatışmalar okyanusunun dalgalarında çalkalanan ülkemiz insanı, bunları okur ve gerekli dersleri çıkarır.