YAHUDİ DİASPORASI: İlkçağlardan sonraki, özellikle Hıristiyan toplulukların Yahudiler üzerinde icra ettikleri kıyımların öyküsüne geçmeden önce, Sayın okurlarımız için de merak konusu olabileceğini tahmin ettiğimiz “Diaspora” denilen Yahudi dağılmasının kaynaklarının biraz ayrıntılı sunumunu yaparak ana konumuzun alt yapısını vermeyi zorunlu buluyoruz.
Geçen bölümde sözünü ettiğim, 26.Şubat.2006 tarihli Kenthaber köşemdeki yazıda değindiğim üzere, Hazret-i Süleyman’ın ölümünden sonra, İ.Ö.930’da, zaten aralarında itibarî bir üçlü bölünme olan İsrail’in oniki aşireti Fenike ve Filistin topraklarının, ortadaki Samiriye de dahil kuzeyini “İsrail”, güneyini “Yahuda” krallıkları olarak paylaşmışlardı. Hemen sınırda olan (Tunç çağından kalma, antik) Kudüs kenti dört yüz yıla yakın Yahuda’nın başkenti kaldı. İ.Ö.720’de Asur Kralı Sinnaharib İsrail’e saldırdığında iki kardeş krallık sürekli çatışma içinde idi. İsrail krallığının Asurlularca işgâli ile bir kısım İsrailliler nisbeten güvenli olan Kudüs’e sığındılar. Fakat İsrail yerleşiği on kabilenin (bir bütün olarak) akıbeti belli olmamıştır. “İsrailin kayıp on kabilesi” tarih boyunca araştırma konusu yapılmıştır (28.Şubat.2006 tarihli Kenthaberdeki köşemi, İsrail’in bu kayıp on kabilesinin Afganistan ve Pakistan’ın kuzey halklarından “Peştunlar-Pathanlar” olabileceği yolundaki kuramlara tahsis etmiştim). İ.Ö.586’da ise Yahuda Babil işgâline uğrar ve Yahudiler köle olarak Babile götürülürler. Asur ve Babil saldırıları, hemen hemen aynı toprakları paylaştıkları, dil ve kültürleri de epey benzer olan Fenikelilerin Sidon (Sayda) ve Tyros (Sur) kentleri halkları ile birlikde Yahudileri Filistin dışına dağıtmıştı. Hattâ bu halklarla aralarında tam bir din ayrışması da henüz yoktu. Bazı Yahudiler (bizim bazı din kardeşlerimizin, türbelere mum yakmak, paçavra bağlamak benzeri İslam öncesi paganist gelenekleri İslam içinde zannetmeleri gibi), Baal ve Astarte’ye tapınmayı sürdürüyorlardı. Hatta Eski Ahitte yer alan “İşaya”, “Amos” ve “2. Krallar” kitaplarında “İsraili”in “Yehova”yı bırakıp Kenanî tanrılara taptığından, yabancılaştığından şikâyet edilir. Bu iki büyük istila afeti sonunda Mısır, Asur, Habeşistan, Libya ve hatta Ege adalarına Yahudi ve İsrael grupları yerleşimlerinden söz edilmektedir.
Diaspora’nın tek nedeni bu sürgünler değildir. Fenikeliler gibi ticaretin tadını almış Yahudiler, ülkeleri dışında çeşitli yerlere tecimsel amaçlı geziler de yapmış; koloniler oluşturmuşlardı. Özellikle, ticareti özendiren ünlü kral Süleyman (İbranî dilinde “Şlomo”) ve Yahuda Kralı Yehoşafat’ın egemenlikleri sırasında kuzeyde Kenanîlerle birlikde yaşayan İsrael aşiretlerinden gruplar halinde deniz ticareti ile ilgilenenler oldu. Çoğu toplumun kaderindeki dalgalanmalar gibi, egemenlik dönemlerinde İsrailoğullarının yöneticilik, rahiplik ve askerlik yapmaları gerekirken ve; zenaat ile ticaret bir tür köle konumunda olan Kenanîlere bırakılmışken zenginleşme ufkunda vizyonu olan Süleyman yetersiz gördüğü ticareti geliştirmek için kendi kavmini de bu yola teşvik etmiştir. Hatta, derin bir gönül macerası yaşadığı söylenen Seba Melikesi Belkıs’ı, Arabistan Yarımadasının güneyindeki (aşağı yukarı Yemen ve Hadramut’u kapsayan) ülkesinin ürün zenginliğinden ve Kızıldenizden Okyanuslara açılan ticaret yollarından yararlanmak amacı ile bağlantılar yapmak üzere sarayına davet etmişti. Ama bu konuda, o demlerin daha deneyimli ve becerikli unsurları Mısırlılar, Kenanîler (Fenikeliler), Yunanlılar, Suriyeliler arasında Yahudiler pek dikiş tutturamadılar. Ticaretteki deneyim gelişmesi ilerdeki binlerce yıllık kölelik zamanlarına kaldı. Yirminci asırda bu kronikleşmiş kölelik sona erdi. Fantezi bir öykü vardır ya; Hitler’in ruhu Dünya üzerinde dolaşıp bazı gözlemler yapmış. Hayretler içinde Ahret’e dönüp, yoldaşlarına: “Yahu!” demiş: “Benim bildiğim Almanlar savaşır; Yahudiler ticaret yaparlardı; şimdi Yahudiler savaşıyor, Almanlar ticaret yapıyor.” İşte devran böyle.
Gelelim, çeşitli dönemlerde, çeşitli güç odaklarının Eski Dünyada yarattıkları kargaşanın Yahudiler üstündeki etkisine. İ.Ö.536 yılında başlayan Pers yayılmasından sonra Yahudiler için Babilden yurtlarına dönüş ufku açılır. Pers krallarının ordularına lejyoner olarak katılıp Mısıra gelen Yahudiler, Syene (Assuan) yöresinde, Yukarı Nil içindeki, Yunanlıların “Elephantine - Fil Kenti” adını verdikleri, şimdi “Ceziret-ül Assuan - Assuan Adasın” denilen antik “Yeb” ada kentinde özel bir cemaat kurdular ve Tanrıları adına bir sunak inşa ettiler. Doğal olarak, Pers denilen bu yeni siyasal gücün hüküm altına aldığı toprakların her yanına dağılıyorlardı. Tahta geçmeden önce Okhos diye anılan Artakserkses III. Yahudileri Hazar denizi kıyısındaki, “Kurt’un Ülkesi” diye anılan Varkana’ya yerleştirdi (şimdiki “Gorgan”; İranlılar ”Asterabad” diyorlar). Tevrat’a göre Hazret-i Süleymanın Kudüs’de, Moriah Dağında tüm Yahudilerin ulusal ve ruhanî merkezi olarak tahminen İ.Ö.957’de inşa ettirmiş olduğu ve İ.Ö. 536’da Babil esareti sırasında tahrip edilen Birinci Tapınağın yerine İ.Ö.535’den itibaren yeni bir tapınak inşasına girişilmiş, aradaki kesintiler yüzünden ortaya çıkarılamayan bu tapınağın inşası, Ezra kitabına göre de inşası Büyük Kyros ve Büyük Darius’un onaylarından geçtikden sonra, İ.Ö.:515 yılında gerçekleştirilmişti. Yahudilerin, toplu yaşamlarının “Bet Hamiktaş-Kutsal Ev” adı ile en bağlayıcı unsuru olarak gördükleri, İslam tarihinde “Mescid-i Aksa” adı ile bilinen bu iki mabed, aynı zamanda antik tarihlerinin iki uzun dönemine verilen isim olmuştur. İkinci Tapınak döneminde Arabistan’da, özellikle Yesrib’de (Medine’nin eski adı) yaşayan Yahudiler vardı. Büyük İskender Yahudileri Mısırda “İskenderiye”ye ve olasılıkla başka illere yerleştirmiştir. İ.Ö.322’deki ölümünden sonra onun (Yunan tarihçilerince “Diadokhi” ya da “Epigoni” tabir edilen) izleyicileri ya da halefleri, özellikle (Lagos Hanedanından) Ptolemeos I. Soter’in (Kurtarıcı) İ.Ö. 320’de Yahuda’yı işgalinden itibaren ve daha sonraki karışıklıklar etkisi ile Yahudiler, başda Anadolu olmak üzere Yunanistan’a kadar çeşitli topraklara dağıldılar. İ.Ö.348–345 yıllarını Küçük Asya’da geçiren Aristoteles’in, sadece dil ve kültürü ile değil ruhu ile de Yunanlıya asimile olmuş bir Yahudi ile karşılaştığını nakletmesi Anadolu’ya Yahudi sığınmalarının daha da eski tarihi olduğunu gösteriyor.
Gene İskender’in generallerinden olup Selevkos Hanedanı (Selevkides)* ve Krallığını kuran Antlokhos** Soter’in torunlarından Antiokhos Epiphanes’in (Tanrının Gösterdiği Antiokhos) ve onun haleflerinin Filistin’de çıkardıkları karışıklar, zaten Mısırdaki sayıları artan Yahudilerin ilgisini Kudüs’ten çevirdi. Ancak, Süleyman’la başlayan “Tapınak Ruhu”nu Yahudilerin toplu yaşamından koparmak olası değildi. Baş Haham Onias IV., İ.Ö.160 yılında, Aşağı Mısırda, bir Yahudi kolonisi olan Leontopolis’de (Aslanlar kenti - bugün Tel âl Mukdam deniyor), daha küçük ve biraz farklı olmakla birlikte Kudüs Tapınağı modelinde bir tapınağı “Heliopolis - Güneş kenti” semtinde yaptırdı. Yahudi peygamberlerinden “İşaya” kitabında öngörüldüğü iddia edilen bu tapınak o kitabın İbranîcesinde “Harabiye Kenti”, Yunanca çevirisi “Septuagint’de ise “Erdem Kenti” adı ile geçermiş. Mişnah ve Talmud kitaplarında ise “Onias’ın Evi” olarak anılıyor. Bu tapınağın dolayındaki Yahudi yerleşimi topraklara da “Onias”ın Ülkesi denirmiş. Buraya, Sezar’ın müttefiki olarak gelen Pontus Kralı Mithradates’e sert bir direnme ile karşılaşmış; Yahudiler, ancak, o sıralarda, Roma etkisi altında olmakla beraber İsraelde özerk bir Krallık olan Haşmonayim Hanedanından Baş Haham Hyrkanus II.nin gönderdiği mektup üzerine direnmeyi kesmişler. Bu mektubu Onias Yahudilerine teslim eden Idumea’lı Antipater, Romalılara yaptığı yağcılık sayesinde Haşmonayimler yerine kukla Yahudi “Herodlar” Hanedanını kuracaktır.
Daha ilk zamanlardan itibaren, Mısırdan Kyrenaika’ya (Bugün Libya’da “Barkâh”), Yunanistan’a, İtalya’ya Yahudi göçleri olmuş. Pompe’nin Yahudayı fethedip Roma’ya getirdiği ve orada fidye karşılığı özgür bıraktıkları Yahudiler eskileri ile birlikde Romada önemli bir cemaat oluşturmuşlar. Daha sonra Pompe ve Sezar’ın gönüllü olarak serbest bıraktıkları da bunlara eklenmiş. Hıristiyanlığın yükselişi ile Galya’ya (Fransa), Germanyaya (Almanya) kaçışlar; bu gelişmeyi izleyerek Karadeniz kuzeyine (Haşmonayim Hanedanının varlığı sıralarında) yerleşimler başlıyor. Azov Denizinin en kuzey ucundaki (Osmanlıların “Biğurkale” dedikleri) Anapa’da bulunan 41 yılı tarihli bir yazıtla, Kerç Boğazı kıyısında Panticapaeum’da, bulunan 81 yılı kayıtlı Yahudi-Yunan ortak dilli bir yazıt bu olguyu gösteriyor. Milâd öncesi ve sonrası yıllarda yaşayan Amasyalı Coğrafyacı Strabon, insan yerleşimi olan tüm topraklarda Yahudisiz bir yere rastlamanın çok zor olduğunu kaydeder. Bir Roma yurttaşı olarak Titus Flavius Josephus adı ile tanınmış Yahudi asıllı Yosef ben Matityahu, Strabon’un bu tespitinden de alıntı yaparak “Tüm yerleşimlerde bizden bir parçanın bulunmadığı bir halk göremezsiniz” diye öğünür. Büyük Herod’un oğlu, Yahudi Kralı Aprippa I. İmparator Gaius Caligula’ya, o günlerin Philo Judaeus adlı Yunanlılaşmış Yahudi filozofu Yedidia’ya ait bir inceleme raporu sunmuştu; bu raporda: Kudüs’ün salt Yahuda’nın değil, zamanın bilinen tüm coğrafyası üzerine dağılan Yahudilerin başkenti olduğunu iddia edilmekde ve tüm bu ülkelerin ve adaların adları sıralanmaktadır.
*Selevkides: “Silifke” ilçemiz adını bu hanedandan alır.
**Antiokhos: Antakya kentimiz adını bu krallardan alır (Antiokheia= Antiokhos’un kenti; 341 yılında bu kentte yapılan Hrıstiyanlık toplantısına ve Batı Süryani Hrıstiyanlarını tapınma yöntemlerine de “Antiokheia” adı veriliyor).