ÜLKEDE GAYRI MÜSLİMLERİN TASFİYESİ SÜRECİ -6
1963-1964 KIBRIS OLAYLARININ YARATTIĞI SONUÇLAR :
![]() |
Makarios, Batı Almanya’da Bonn’u ziyaretinde |
Geçen bölümde, Kıbrıs’ta, EOKA (Kıbrıslı Savaşçılar Ulusal Örgütü) adlı terör örgütünün, Yunan Albayı Grivas (lâkabı Digenis”) ile Kıbrıs Başpiskoposu M.Hristodulu Makarios’un analaşmaları ile kurulduğunu görmüştük. Grivasın, “Enosis-Yunanistanla birleşme” ideali ve Kıbrıs Türklerinin Adanın taksimi isteklerine karşı direnme hedefleri peşinde silahlı yeraltı faaliyetlerine paralel olarak Makarios Yunanistan yöneticileri ile anlaşma, Kıbrıs’ın İngiliz valisini ikna etme yolunda siyasal temaslarını sürdürüyordu. Fakat ayaklanma kışkırtıcılığı ve terör faaliyetlerini de desteklediği ortaya çıkan Makarios 1956 Martında tutuklanarak Seyşel Adasına sürgüne gönderildi. 30.Ağustos.1955 Londra Konferansında Adanın üçlü yönetimini öngören İngiliz planı reddedilmiş; Konferansın dağılması üzerine bildiğiniz 6-7 Eylül. Olayları tezgâhlanmıştı. 12.Şubat.1959 tarihinde yeniden açılan Londra Konferansında bu kez anlaşmaya varılarak, Yönetimde Kıbrıs Rum ve Türklerinin oransal temsili esasına dayanan bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması; barış güvenliği için, Yunanistan’ın 950, Türkiye’nin 650 askerden oluşan birliklerle katılacağı bir üçlü karargâhı ve tarafların garantörlük yetkisi kararı çıktı. Makarios Cumhurbaşkanı, Türk cemaati lideri Dr. Fazıl Küçük yardımcısı oldu.
Fakat bu çözüm Rumları tatmin etmemişti. 1960 yılında “Makhi-Savaş” adında bir gazete çıkarmaya başlayan Nikos Sampson adında fanatik bir EOKA üyesi tahrikâta başlamıştı. Bu adam, 1956’da İngiliz yönetimine karşı gerilla mücadelesinde birçok polis memuru öldürdüğünü gururla itiraf ediyordu. Her hâlde, Türkiye’deki 6-7.Eylül olaylarından ilham alınmış olacak ki, 20 Aralık 1963’de, ulusal kahraman sayılan Markos Drakos adında bir EOKA liderinin Lefkoşa’daki heykelinin bombalanması üzerine, o geceden itibaren Rum polisi Tahtakale semtindeki sokaklarda gezen tüm Türkleri durdurup aramaya başladılar. Bu taciz 24.Aralık sabahından itibaren kent içinde şiddetli çatışmalara dönüştü. Kentin batısındaki Kumsal bölgesine yapılan baskının Yunan Alayına mensup personelin katıldığı ve “Terczepilos” kod adlı bir Yunan subayı tarafından yönetildiği kanıtlanmıştır. 1963 Kanlı Noel’i denilen bu pogrom sırasında Türk Alayının doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın evine yapılan baskında, banyo odasına kaçan eşi Mürüvvet Hanım, çocukları 6 ve 4 yaşlarında Murat ve Kutsî, 6 aylık Hakan makineli tüfeklerle taranarak öldürüldüler. Bu ev sonradan barbalık müzesi olmuştur. Yunanlı askerler ve Rum çeteciler çekilirken, yüzlerce Türkü kadın, çocuk, yaşlı olmalarına bakmadan dipçikleyerek evlerinden ayırdılar. Kaçırılanlardan birçoğu kurşuna dizildi.
![]() |
Doktor Binbaşı Nihat İlhan’ın banyoda katledilen yavruları. Bu fotoğraf, zamanında tüm Dünya basınında yer aldı. |
En amansız çarpışmalar Constantia, Neapolis (Yanişehir), Ledra Palas ve özellikle Kıbrıslı Türk nüfusun çoğunlukta olduğu Omorfita’da (Küçük Kaymaklı) varoşlarında sürdürüyordu. Kısa boyundan dolayı “Mikro (Küçük) Nikos” denilen Sampson da Omorfita da çok faaldi. Nefis savunması durumunda kalan Kıbrıslı Türkler de örgütlenmişler; kendileri için güvenlikli alan arayışı içinde silahlı çatışmaya angaje olmuşlardı. Bu çatışmalar, Lefkoşa’da çoğu Türk 17 ölü, 70 yaralıya mâl oldu. Topluluklar arası tüm can kaybı 350 Türk, 200 Rumdu. Türklerin Kıbrıs’taki varlığı tehlikeye girince Türk jetleri 26.Aralık’ta Kıbrıs üzerinde bir ihtar uçuşu yaptılar. Birleşmiş Milletler Örgütü 30.Aralık’ta Ada’ya İngiliz generali Joung komutasında bir “Barış Koruma” gücü gönderdi ve iki toplum arasında “yeşilhat” anlaşmasına varıldı.
Ancak, Rum terörü kesilmediği gibi, Yunanistan’ın Adaya gizlice yaptığı asker ve silah sevkiyatı hız kazandı. Mikro Nikos’un tayfası ile birlikde Türklere mahsus başlık giyerek Türk mahalle ve köylerine girdiği ve aniden makineli tüfeklerle etrafı taradığı Amerikan dergilerinde anlatılmıştır. Çatışmaların yeniden yaygınlaşması üzerine Londra’da taraflar arasındaki görüşmelerden bir çözüm çıkmamış; konuyu ele alan BM Güvenlik Konseyi, kendisine bağlı barış gücü birliği yollamaya karar vermişti. O arada, 1964 Ağustosu başında Rumlar, Alevkaya ve Mosfilp bölgelerine imha saldırılarına geçtiler. Erenköy’de çok ağır zayiat veren Türk mücahitler ve Türk toplumu, İnönü Başbakanlığındaki Türk Hükümetinin verdiği kararla havadan sınırlı olarak girişilen bir tedip harekâtı ile tümüyle imhadan kurtarılmıştır. Cengiz Topel isimli pilotumuzun şehitliğine mâl olan, 60 jetlik bu hava harekâtı başta ABD, Batılı ülkelerde tepki doğurdu ise de, Rumların cesaretini kırdığından, Türk cemaatine “Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi” adıyla kendilerini daha rahatlıkla koruyabileceklerini düşündükleri bir özerk siyasal yapı kurma fırsatını kazandıracaktır.
Bu olaylar Adadaki iki toplumun olduğu kadar, doğallıkla Türkiye ve Yunanistan arasındaki dostluk, komşuluk bağlarını koparmış; sert bir muhasamatın ve güvensizliğin içine sokmuştu. Bu ülkelerin İzmir’deki NATO Karargâhında görevli subayları arasında bile çok sert tartışmaların çıktığı söyleniyordu. Olası bir savaş, karşılıklı casusluk eylemleri hesaba katılıyordu. Bu nedenle Yunanistan’la aramızda mevcut “ikamet, ticaret ve deniz ulaşımı anlaşması feshedildi. Türkiyede yerleşik, fakat ticarî faaliyetleri dolayısile askerlik gibi bazı yükümlülüklerden uzak kalmak istedikleri için Yunanistan uyruklu kalmış Rumların sınır dışı edilmeleri kararı alındı. Zengin Rumlardan Kıbrıslı Rumlara para göndermek ve EOKA’yı desteklemekle suçlananlar vardı. Bu bağlamda, Yunanistan değil, başka dost ülkeler uyrukluğunda olup, casusluk faaliyetleri istihbar edilmiş bazı levantenlerin de deporte edildiğini, o tarihlerde İzmir’deki görevim dolayısıyla biliyorum. Zaten 6-7 Eylûl.1955 olaylarından beri tedirgin oldukları için göç akımı içine girmiş olan gayrımüslim azınlıkların Türkiyeyi ihtiyarî terki hızlanmış; Türk Ordusunun 1974’deki Kıbrıs müdahalesine kadar, ülkemizde hiçbir şiddet ve aşağılanma olayı ile karşılaşmamalarına rağmen, hemen hemen hiç Rum kalmamış; 1973den itibaren başlayan ASALA terörünün ceremesini kendilerinin çekmesinden korkan Ermenilerle, 6-7 Eylûl’den aynı ölçüde nasiplerini almış olup zaten İsrail’de yeni yurt bulmuş Yahudiler de olağanüstü azalmışlardı.
Fakat, kambiyo mevzuatı gereğince, Türkiye’de ikamet statüsünü kaybedenlerin para ve mal varlıkları üzerine blokaj konulması ağır bir mağduriyet yaratıyor; ayrıca özel vakıf idarelerine bağlı azınlık ibadethaneleri, okulları gibi kurumların mülkiyet haklarına getirilen kısıtlamalar şikayetlere ve uluslar arası polemiklere neden oluyordu.
![]() |
Kıbrıs’ı karıştıran terörist Nikos Sampson |
1967’de gerçekleştirilen darbe ile Krallık yönetiminin sonlandırıldığı Yunanistan’da yönetimi ele alan askerî cunta zamanında Kıbrıs üzerine anlaşma konusunda bazı yaklaşımlar oldu. Ancak, Cuntanın 1974 Temmuzunda, kendini ılımlı siyasete vemiş Makarios’u devirip Kıbrıs Cumhurbaşkanlığını Nikos Sampson gibi bir katile devretme gibi çok ciddiyetsiz bir komplosu üzerine Türkiye’nin bilinen müdahalesi ve Adanın fiilî bölünmesi süreçleri yaşandı. Fakat bu gelişmeyi de, ülkemizde, 1980 12.Eylûl askerî müdahalesine kadar süren, dış tahrik kaynaklı teröre ve sonu gelmeyen suikastlara varan siyasal ve toplumsal şiddet dönemi izlemiştir.
Şu anda, gerek ülkemizdeki azınlıkların, gerekse Kıbrıs’ta mülklerinden uzak kalmış Rumların, Lozan Anlaşmasının da Türkiye tarafından gereğince uygulanmadığı; bunları etkisiz bırakacak yasal düzenlemeler yaptığı iddiaları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açtıkları davalar başımızda ciddî sorunlar yaratmaktadır. Lozan Barış Antlaşmasının üç büyük azınlığa (Rumlar, Ermeniler, Museviler) tanıdığı hakların antlaşmada (Süryaniler gibi) adı geçmeyen, arkalarında anavatan koruması olmayan diğer gayrimüslim azınlıklara, bu arada farklı mezhepteki Müslüman Alevîlere tatbik edilmediği şikâyetleri vardır. Gerçekten, gayrimüslimlere, özellikle Lâik Cumhuriyette gösterilmesi gereken hoşgörünün esirgenmesi ve (her ülkede örneğine rastlansa da) İş adamı Üzeyr Garih, Ermeni yayıncı Hrant Dink, Trabzon’da İtalyan rahip Santoro, Malatya’da dinî yayınlar satan Alman Tilnman Geske ve Hrıstiyanlığa dönme Türkler Necati Aydın, Uğur Yüksel gibi başka dinden olanlara ya da dönmelere, yabancı din adamlarına gerçekleştirilen ölümcül saldırılar uygar rejimimize gölge düşürmekte; bu olaylar, üyeliğine aday olduğumuz Avrupa Birliğinin ülkemize ait periodik “ilerleme raporlarında” önemle kaydedilmektedir. Lâisiteye karşı yapılan saldırılar, ayrıca genel bağnazlık planında ele alınacaktır.