24
Mayıs
2025
Cumartesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (117)

MUTAASSIP İSLAM GÜÇLERİNİN MERKEZÎ DEVLETE VE SÖMÜRGECİLİĞE DİRENMESİ:

Geçen bahiste, İslam’da, kaynağını İslam içindeki yarılmadan alan ilk terör örgütünden söz ettik. Şimdi, farklı dinden sömürgecilere, Yeni kolonyalizme ve bu arada şeriatı hafife aldığı iddiası ile legal idareye karşı bazı mutaassıp İslamcı grupların, (aslında terör” denmesi pek kolay olmayan) gayrı nizamî mücadelesi bağlamında bir iki örneğe kısaca atıfta bulunalım.

OSMANLIYA KARŞI VEHHABÎLİK:

Kavalalı Mehmet Ali Paşa

Osmanlı İmparatorluğu topraklarında şimdiki Suudî Arabistan’ın Başkenti Riyad’a yakın Hureymile kasabasına bağlı Uyeyne köyü doğumlu Muhammed bin Abdülvehhab şeriat dersleri vermek amacı ziyarete çıktığı dört yıl Basra’da, 1736’dan sonra da İran’da karşılaştığı bazı mutasavvıfların görüşlerini Din’in temelinden sapma olarak görmüş; ülkesine döndüğünde, İslam’a büyük itibar ve getirilen tüm bid’atin (yeniliklerin, icatların) Hazret-i Muhammed’in başlangıçta tebliğ ettiği Tek Tanrı ilkesine ve sadeliğe mutlak bağlılık olduğunu savunan “Kitabü’t-Tevhid”i yazmıştır. Camilerin süslenmesini, türbe ve kabir ziyaretini, evliya inancını yasaklamıştır. Şirk (Tanrı ile ortak koşma) içindeki yöneticilere, tarikat liderlerine ve mutasavvıflara tevhidi kabûl ettirmek için kılıç kullanmanın caiz, kanlarının mallarının helâl olduğunu ileri sürerek yağmacılık ve toprak gaspına meşruiyet tanıyordu. Böylece karşıtlarının “Vehhabîlik“ kendilerinin “Muvahhidîn-Tekçiler (Tek Tanrıya İnananlar)” adı verdikleri ruhanî ve siyasî akım doğdu. Bu tahrik yaratan düşünceleri üzerine 1744’de Uneyne’den sürüldü. Hicaz Dağlarının doğuya uzanan platosundaki Necd bölgesinin merkezi ed-Diriye’deki Emîr I. Abdülaziz’in yanına sığındı. Emîrle yaptığı ittifak ona büyük bir itibar sağladı. XVIII. asrın sonlarına doğru tarihi tam bilinmeyen ölümünden sonra Muvahhidlik adına Suudî Hanedanının sürdürdüğü fetihlerle Halep’ten Hint Okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sınırından Kızıldeniz’e uzanan topraklarda bu akıma, XIX. asır başlarına kadar siyasal iktidar da kazandırılmıştır. Günümüz Suudî Arabistan’ının resmî mezhebi olan Vehhabîliğin bu tehditkâr gelişmesi üzerine Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın girişimi ile Medine ve Taif yeniden Osmanlıya kazandırıldı. Emîr I.Abdullah ve çocukları daha sonra yakalanıp İstanbul’da idam edildiler. Kuran ve sünnetin sözel hükümlerine çok katı bağlı kalarak kıyas’a ve mantıkî tefsire yer vermeyen, ancak içtihad kapısını açan Vehhabîlik Osmanlı Sünnîliğinin biraz daha gelişmeye açık uygulamasına ters düşmüş; fakat Arap bağımsızlık hareketinde de lokomotif rol oynamıştır.

YENİ SÖMÜRGECİLİĞİN GELİŞMESİ SIRASINDA OSMANLI MÜLKÜNDE ÖZERK OTORİTELERE VE YABANCI ORTAKLIĞINA KARŞI MEHDÎLİK HAREKETİ:

Bilindiği üzere Yeni-Emperyalim ve Yeni-Kolonyalizm Batı Dünyasında XVIII. yüzyılın yarısından sonraki endüstri devriminden kaynağını alır; 1770-1820 yılları arasında hız kazanır. Yeni ekonomik kaynaklar edinme, bir kısım yatırım gereksinimi olan girişimcileri ve ekmek teknesi arayışında olan işsiz kitleleri, Yeni Dünyadan sonra, Asya ve Afrika gibi Eski Dünya kıtalarındaki, inanç karmaşası ve yönetim zafiyeti içindeki ülkeler de cezbetti. Yeni ülkeler fethetmenin erdemine inandırılmış uluslarına gurur veren eski fatihlerin siyasal iktidar ihtiraslarına mukabil Yeni-Emperyalizm bayraktarları sömürmeye geldikleri toplulukları yönetim yetersizliklerini telafi etme, okullar açarak onları aydınlatma, Çağdaş Dünyadaki gelişmeleri tanıtma, sağlık hizmetleri ile şifa dağıtma; yumuşak ve şefkâtli bir misyonerlik etkinliği amacı güttüklerini iddia ediyorlardı. Örneğin, bir zamanlar “Topraklarında Güneşin Batmadığı İmparatorluk” namını almış olan ve bu egemenliği “Böl ve Yönet” tipi kalleşçe bir taktikle kurduğu ileri sürülen Britanya, sömürgelerine bu yumuşak yoldan nüfuz eden kolonyalistin belirgin bir örneğidir. “Böl ve Yönet” yönteminin kullanıldığı iddiası da biraz revizyona gereksinim göstermektedir. Misâl, Hindistan’ın, bütünlük arz eden bir Devlet yapısını entrikalarla dağıtılarak sömürge olarak ele geçirildiği pek söylenemez. Orta Çağ boyunca çeşitli Türk, Moğol, Afgan güçlerinin istilasına uğramış ve bu hanedanların zalim ve baskıcı idarelerinden şikâyet edildiği Hint Altkıtasında, Hindu, Budist, Parsî, çeşitli mezhepleriyle Müslüman, Sikh, Marhatta, hattâ Katolik vb. inanç gruplarının oluşturduğu karmakarışık bir etnik, kültürel ve dinsel kombinasyon vardı. Nihaî birlik ve otorite sağlanamamış; topluluklar birbirlerinin dillerini öğrenememişlerdi. Mogol mülkî düzenlemesi sonucu ortaya çıkan “Navab” denilen Eyalet Valileri, gene Mogol icadı “zamindar” ya da “jagirdar” denilen vergi tahsiline memur edilen mültezimler Merkezî idareye meydan okuyan feodal toprak ağaları haline gelmişler; birbirleri ile ölümüne çatışıyorlardı.

Gordon Paşa (Çinli Gordon diye de bilinir)

Böyle bir ortamda, Britanya’nın Victoria Çağı olarak anılan haşmetli sömürgecilik döneminde bir İngiliz üsteğmen, takımı ile birlikte Hindistan’ın bir yanından girer, geçtiği yerlerde, sürekli çatışma halindeki aşiretler, racalıklar, dinî cemaatler arasındaki güç dengesini araştırır; en sağlam gördüğü otoriteye yanaşır (çok sevdiği eşi Prens Albet’in ölümünün bitmeyen yasını tutmak için kapandığı odasında çıkmayan) tonton Kraliçe Victoria Annenin şefkât dolu selamlarını ilettiğini söyleyerek destek vaat eder; bir tek mermi harcamadan beli bir bölgeyi Britanya kontroluna alırdı. Bu şekilde adım adım Hindistan’a sızan İngilizler Doğu Hindistan Kumpanyasının ticarî gücü ile de Altkıtanın kaderine tümüyle hakim oldular.

Doğal olarak, yerine göre, sömürge halkına sopa göstermekten de geri durulmadı. 1849’da Sikhlerin ayaklanması Bombay’a giren Albay William Hicks’in gayretleri ile bastırılmış; Müslüman ve Hindu askerlerden kurulu (İngilizleri “Sepoy” dedikleri) “Sipahî-Süvarî” birliklerinin 1857 Lucknow kuşatması da güçlükle de olsa berteraf edilmiş; Babür hanedanının, hiçbir merkezî otoritesi kalmamış son Türk-Hint hükümdarı Sıracettin Bahadır Şah, isyanı tahrik eden racalara destek verdiği gerekçesi ile tahtından indirilmişti.
Güçlü bir Devlete bağlılık statüsü, XX. yüzyılın il yarısındaki iki büyük savaşı ürünü olan Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası ortalık kurumlarınca “International Supervision-Uluslar arası Gözetim” adı altında “protektora-himaye”, “manda-vekalet” gibi formüllerle legalize de edilecektir.

İngiliz Sömürge İmparatorluğu topraklarındaki ülkelere bağımsızlık verildiğinde bunlar “Commonwealth of Nations-Ulusların Ortak Varlığı” adında Britanya etrafında toplanan “Sterlin Zon’u” diye de anılan ekonomik birliğe gönüllü katılmışlardır. 54 bağımsız devletin oluşturduğu bu topluluğun diğer üyeleri, Commonwealth’in ağır sorumluluğundan kaçıp kendini (şimdi Avrupa Birliği denilen) Avrupa Ortak Pazarına atmaya çalıştığı vakitler Britanya’yı engellemeye çalışacaklardır.

Mehdî Muhammed Ahmed

Ne ise, gelelim Mehdîlik Hareketine… Bu hareket egemen bir Devletin ya da özerk bir otoritenin kendi iradesi ile yabancı yönetici ile ortaklı kurmasına karşı dinsel güdü ile isyan edilmesinin tipik örneğidir. 1517’de Sultan Selimin Mısırı fethetmesi ile Sudanda bulunan Func Devleti daha güneye kayarak varlığını sürdürmüştü. Osmanlının başına bazı gaileler açacak olan Msır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1821’de kendi inisiyatifi ve İsmail Paşa eli ile Func Devletinin elindeki toprakları da almış; Sudan, Habeşistan Eyaletine bağlı olarak tümüyle Osmanlı mülküne dahil olmuştu. Fakat Osmanlıya bağlılık kâğıt üzerindeydi. Mehmet Ali Paşa başına buyruk hareket ederek ve bir takım kişisel hesaplarla Batılı yöneticilerle işbirliği yapıp onlara Sudanda görevler verdi. Torunu ve Osmanlının, “Hıdiv-Büyük Vezir” unvanı’ile Mısırı özerk bir şekilde yönetmesine izin verdiği İsmail Paşa da, Britanya Hukûmetinin rızasını alarak, küçük subaylığından beri Kırım Sıvastapol kuşatmasında, Çinde II. Afyon savaşındaki cesareti ve büyük hizmetleri ile tanınan İngiliz Albay Charles George Gordon’a hem Mısır Ordusunda Albaylığa hem de Sudan’ın Istaviye bölgesine vali olarak atamıştır, Gordon’un burada da coğrafî tesbitler yapma, haritalar çıkarma, karakol zincirleri kurma gibi dinamik icraatı üzerine ona Sudan’ın Genel Valiliği görevini vermişti. Kendisini halka da sevdirerek “Gordon Paşa” namını alan İngiliz arada kendi ülkesinde de çalışmış tekrar Sudana döndüğünde kölelik ticaretini engelleyen önlemler almış; bu yüzden köle tacirlerinin düşmanlığını kazanmıştı. 1880’de sağlığının bozulması üzerine tedavi için İngiltere’ye dönmüş; ardından Hindistan, Çin, Mauritius Adası, Çin ve Güney Afrika gibi başka kolonilerde hizmet almış; Sudandaki görevine uzun bir ara vermiştir.

Bu arada dinlerine bağlı Müslüman halk ise aralarında Hrıstiyanların artmasına, onların içki kullanımını yaymalarına tepki gösteriyorlardı. Muhammed Ahmet İbnü’s Seyyid Abdullah adında El Ezher eğitimli aşarı fanatik bir Sudanlı bu dinsel tepkinin temsilcisi olarak ortaya çıktı ve örneğini Haşhaşîn lideri Hasan Sabbah’da da gördüğümüz gibi, taraftar toplamada ilahî güç kandırmacası ögesi Mehdîliğini 1881’de ilân etme yoluna başvurdu.

“Mehdî” İslam eskatolojisinde* ilahî yoldan rehberlik eden bir simadır. Kur’an’da ve Hazret-i Muhammed’in sahih hadislerinde adı anılmaz. Ortodoks Sünnî Dünyasında kaynağı tartışmalı bir iki hadiste vardır. “Mehdî“ inancı Hazret-i Ali’ye bağlılık temeline dayalı Şia (yarılma, hizip) mezhebinin ise ayrılmaz bir parçasıdır. Hrıstiyanlıkta, İsa’nın “kurtarıcı” olarak geriye dönüşünü simgeleyen “Mesih”le özdeşleştirilebilir. 12 İmam’a biat eden Caferî İran Şia’sında son İmam Muhammed ibn’ül Hasan ibn’ül Askarî “Mehdî” kabûl edilmektedir. Günümüzde bile, bazı meczup ve şarlatanların Mesihlik iddiasında bulunduklarını görüyoruz.

Gordon Paşanın Öldürülüşü

Muhammet Ahmet, bitmez tükenmez çatışmalar içindeki çeşitli kabileleri, Mehdîlik safsatasına da kandırarak, Mısır Hıdîvinin kâfirlerin oyuncağı haline geldiği, İslam’ın tehlike içinde olduğu iddiası ile arkasında “ensar” adını verdiği kitleleri toplayabildi. Yağma ve ganimetle kazandığı büyük varlık ona daha fazla olanaklar sağladı; 1883 sonuna kadar üzerine gelen üç Mısır ordusunu yok etti. Üstüne gelen üçüncü orduya Hindistan’daki İngiliz-Sikh Savaşının kahramanlarından “Paşa” unvanı ile general olmuş William Hicks komuta ediyordu. Bölgede, karizması ile Hartumlu ulemanın etkisini de kıran Mehdî bir şeriat devleti kurdu. Hazret-i Muhammed’e öykünerek kendine dört halife atadı. Tüm Sudanı tehdit etmeye başladı. Yerli halkın da çok sevdiği Gordon Paşa 1884’de yeniden Sudan’a çağrıldı. Gelişinden bir ay sonra Mehdî Hartum’u kuşattı. Gordon Mehdîye direnme güçleri çok yetersiz Mısır birliklerini Hartum’dan çıkarmakla görevlendirilmişti. O Hartum’u muhafaza için Britanya’dan destek istiyordu. Britanya Başbakanı Gladstone, başına daha fazla sömürge belası bulaştırmada isteksizdi; Gordon’un Hartum’u terk etmesi şıkkı üzerinde durdu. Asker olarak kaçmış olmayı içine sindiremeyen Gordon yerinden ayrılmadı. Mehdîye direnmede ısrar etti. Sonunda Hartum’u zapt etmeyi başaracak Mehdî de bu dürüst ve yürekli askere hayrandı. Kent ele geçirildiğinde onun öldürülmemesi için kesin emir vermişti. Fakat, 26.Ocak.1885’de kente girip Hükûmet konağını kuşatan cahil askerler Gordon Paşanın da canına kıydılar. Tereddütleri yüzünden destek gücünü gecikerek Sudana gönderen Gladstone’u İngiliz kamuoyu suçlamıştır.

Bu olaydan bir ay sonra tifüsten yaşamını kaybedecek Mehdînin oğlu ve halefi Abdullah bin Muhammed, 1898’de İngiliz Generali Herbert Kitchner’e Omdurman’da yenilerek Sudan’ı teslim edecek; Mehdî hareketi, bağnaz yönetimin kaçınılmaz kaderi olan dağılmaya mahkûm olacaktır. Gelişmesi yetersiz Sudan 1956 yılı başına kadar İngiliz işgalinde kalmıştır.

*Eskatoloji: Ölümden sonraki hayatı araştıran doktrin.

 

Yayın Tarihi : 11 Ocak 2010 Pazartesi 16:31:10


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?