FİLİSTİN SORUNUNUN YARATTIĞI TERÖR:
![]() |
Kudüs’ün Çeşitli Dinlerce Paylaşılamamasının Abideleşmiş Simgelerinden Kubbet-üs Sahra |
Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat; İsrail oğullarının yoldan çıkıp kötü olanı yaptıkça Rabbin onları, başlarına musallat ettiği başka kavimler, özellikle Filistîler aracılığı ile cezalandırdığı öykülerle doludur. Demek ki Yahudilerle Filistinliler arasındaki kronik düşmanlığın 3200 yıl kadar bir geçmişi var. Tarihte ilk kez M.Ö.3800 dolaylarında yerleşim yeri olarak kullanıldığı sanılan ve Kutsal Kitapta adı “Salem” olarak geçen, halen tüm tek Tanrılı dinlerin kutsal mekânı sayılan Kudüs’ün, bugün Suriye, Lübnan, İsrael, Filistin devlet ve topluluklarının bulunduğu çevre bölgesinde Hazret-Davud’un M.Ö 990’daki fethine kadar, ticaretle uğraştıkları için “Kenanî” olarak tanınan (esmer renklerinden dolayı da Yunanlıların “Fenikeli adını verecekleri) bir becerikli, girişimci kavim yaşıyordu. Yahudilerin “Yeruşalim”, Batılıların “Jerusalem” dedikleri Kutsal Kentteki M.Ö.1800’lere kadar geriye uzanan arkeolojik araştırmalara göre tapınak platformu ve kasaba surlarının Fenikeliler tarafından kurulduğu ve adının da onlar tarafından (Tanrının inşa ettiği yer anlamına geldiği sanılan) “Urusalim” olduğu anlaşılıyor. Bugün, Kubbetü’s Sahra, Mescit-i Aksa gibi kutsal binalar üzerinde üç Tek Tanrılı dinin mensuplarının iyelik iddialarının somutlaştırdığı ruhanî sahiplik kavgasına konu olan Kudüs’ün kutsallığını, demek ki çok önceden putperestler keşfetmişler.
Barışçıl Fenikelilerin, Akdeniz’i de aşıp Britanya’ya kadar giderek coğrafî keşifler yapma ve ticaret kolonileri kurma gibi yararlı faaliyetlerinin en hız kazandığı M.Ö.XIII. ve M.Ö.XII. yüzyıllarda civar havalide, Fenikelilerin ülkesi Kenaan diyarını etkileyecek insan toplulukları devinimleri gelişiyor. Uzatmayalım; dizimizin başında değindiğimiz, mensuplarının Mezopotamya asıllı köleler olmakla beraber Mısır’da gelişmiş Yahudiliğin doğumu sırasında, Filistîler (Pelesetler) denilen barbar deniz halklarının Kenaan diyarına yerleşmesi ve bunların Mısırdan dönen İsrael oğulları ile karşılaşması İsrael-Filistin kan davasının miladı oluyor; İsiâmın zuhuru ile bu dini seçen ve Araplaşan Filistinlilerin Yahudilerle kavgası, daha önce andığımız, Balfour Bildirisi ve Filistin üzerinde İngiliz Manda yönetimini tanıyan 1922 tarihli Milletler Cemiyeti kararına dayanarak Siyonist Örgütün tezgâhladığı Filistin’e Yahudi göçünden itibaren, büyük bir öfke patlaması içinde canlanıyor.
![]() |
Ben-Gurion, 1918’de İngilterede Yahudi Lejyonu üniforması ile |
Hızlanan göç akımları ile Filistin’deki nüfusu 150.000’e yaklaşan Yahudilere karşı 1929’da ilk sert Arap saldırısı başlayınca, o zamana kadar Dünya Yahudilerini Filistin’e kanalize etme çalışmaları yapmış İngiliz manda yöneticileri durumu nasıl idare edeceklerini şaşırdılar. Yahudi göçünün ve onlara toprak satışının sınırlanmasını öngören bir belge yayınlanması, ülkede cirit atan Alman Nazi ve İtalyan Faşist ajanların provokasyonları hırçın kavgayı iyice kızıştırdı. Nisan.1936’da Arap liderleri, Yahudi yayılmasına karşı ilk kez örgütlü bir biçimde mücadele için bir “Arap Yüksek Komitesi” kurdular. Durumu incelemek üzere Filistin’e giden Lord Peel iki unsurun bir arada yaşamasının olanaksızlığından Filistin topraklarının taksimini öngören bir rapor yayınlamıştır. Bu raporun tahrik ettiği Araplar 1939 yılı ayaklanmasında binlerle kayıp verdikleri gibi ülkedeki Yahudi nüfusu da 450.000’e (oran olarak %30’a) yükselmiş; Tel Aviv 150.000 nüfuslu tam bir Yahudi kenti olmuştu. Aynı yıl Britanya Hükümeti muhasamatı yatıştırmak amacı ile “10 yıl içinde Arap ve Yahudi unsurların belli kayıt ve oranlarda temsil edileceği, toprak satışlarının bazı kayıtlara bağlanacağı ortak yönetimli bir bağımsız Filistin’in kurulmasını” hedef alan yeni rapor yayınladı. Ama bu ne Arapları ne de Yahudileri tatmin edebilmiştir.
Gerek Siyonist Örgütün daha önce Filistin’e gönderdiği gerekse Nazilerden kaçıp Filistin’e sızabilme imkânı bulabilen Yahudilerden bir kısmı Büyük Savaş sırasında, Yahudi varlığını Filsitin’de ayakta tutma hareketine geçmişlerdir. Bu hareketin en göze çarpan lideri, Polonya’nın taksim edilmiş olduğu dönemde Rus yönetimi altındaki Plonsk kenti doğumlu Daviz Grün’dür. 1906’da 20 yaşında Filistin’e göç eden genç Grün tarım işçiliği ile yaşamını kazandıktan sonra “Ben Gurion” müstear adı ile gazeteciliğe başlamış ve inançlı bir sosyalist kimliği ile siyasal yaşama adım atmıştı. Bu eylemlerinden dolayı Filistin’in o zamanki egemeni Osmanlı Hükümetince sınır dışı edilmişti. 1918’de İngiliz Ordusunda Yahudi Lejyonuna katılacak; İtilaf Dünya Savaşı zaferi sonunda İngiliz Manda yönetimine geçmiş Filistin’e dönüp göçmen Yahudileri yönlendirme faaliyetini kaldığı yerden sürdürecekti. Onları İngiliz Ordusuna girmeye teşvik ediyordu. Bir yandan Yahudilerin Filistin’e yerleşme davasına omuz veren Rus İmparatorluğu Lehistanından göçme, Dünya Siyonist Örgütüne uzun süreler liderlik eden başka bir Yahudi vardı; Azriel Chaim Weizmann… Ilımlı yaklaşımlı bu kimya profesörü bilim adamı Araplarla iyi geçinme yanlısı olduğundan I.Savaş sonunda Irak’ın Haşimî Prensi Faysalla bir dostluk antlaşması imzalamış; 1919 Ocak sonundaki Paris Barış Konferansında Osmanlıdan ayrılan Arap Eyaletleri üzerindeki Manda Sistemi müzakerelerine onunla birlikte katılmıştı. Balfour Bildirisinin hazırlandığı sıralarda Yahudi görüşünü İngiliz politik ve entelektüel çevrelerinde etkili bir şekilde anlatmak gibi değerli bir hizmeti olmuştu. Fakat bu çaba Arap-Yahudi dostluğunu kurtarmayacaktı.
![]() |
David Ben-Gurion, Theodor Herzl’in portresi altında Israelin bağımsızlığını ilân ederken |
Öte yandan İngilizlerin ikircikli ve belirsiz tutumu Ben Gurion’u ilerde İsrael Ordusunun temelini oluşturacak ”Haganah” isimli paramiliter örgütü kurmaya ve gene Rusya’dan göçme, ilerki yıllarda İsrael’in Başbakanı olarak ABD Başkanı James Carter’in arabuluculuğunda Mısır lideri Enver Sedat’la ilk uzlaşma görüşmesini yaparak Sedatla birlikde 1978 yılı Nobel Barış Ödülünü alacak olan Menahem Begin’in 1943 Aralığından itibaren harekete geçen ve daha çok teröre ağırlık vermiş gizli “Irgun” (Ha’Irgun Ha’Tsvai Ha’Leumi B’Eretz Yisrael-İsraelUlusal Askerî Örgütü) ile işbirliğine sevk etmiş; birlikte Araplara olduğu kadar Balfour Bildirisine ihanet ettikleri gerekçesi ile İngilizlere de şiddetli saldırılar düzenlemişlerdi. Hattâ, Begin’in Kudüs’teki “King David Oteli”nin bombalanması önerisini başta uygun görmüş; telefatın büyük olacağı gerçeği akla gelince desteklemekten vazgeçmişti. Begin eylemde ve terörist örgütün genişletilmesinde ısrar etti. King David Otelinin Temmuz 1946’da gerçekleştirilen dinamitlenmesinde ölü bilançosu 96; Arap Köyü Devri Yasine yapılan saldırıda 250’dir. Terörist eylemlerden kendini uzak tutmaya çalışan Ben Gurion mücadelesini meşru zeminde sürdürmüştür.
Büyük Savaştan sonra Birleşik Krallığın Yahudilerle anlaşmazlığı iyice şiddetlenirken Orta Doğuya adım atmada yarar gören ABD’nin gizli desteği, Siyonist Örgütün azimli entrikaları ile Araplara karşı şiddet eylemlerinin, İngilizlere sabotajların artması, Yeni teşekkül etmiş BM’de ülkeyi ikiye bölme konusunda müzakere açmak için yeterli çoğunluk elde edilememesi karşısında 1947’de Filistin iç savaşı başladı. Birleşmiş Milletler Örgütünün 29.Kasım.1947 tarihli toplantısında Devletler Hukukundaki Latince adı ile “corpus separatum- bölünmüş bütün” formülüne uyularak “Bölünme Planı”nı ve Kudüs’ün BM tarafından yönetilecek uluslar arası statüsünü kabûl etti. Arap Yüksek Komitesinin reddettiği bu plana Yahudiler rıza göstermişlerdi. Arap grupları Yahudi hedeflerine saldırmaya başladılar. Başlangıçta savunmada olan Yahudilerin zamanla arttırdıkları saldırıların etkisi ile canı tehlikeye düşen ve yoksullaşan Filistin Araplarından 250.000’i ülkeden göçtü ya da sürüldü.
![]() |
Chaim Weizmann (solada) Irak Kralı olacak !.Faysal ile 1918’de Suriye'de. |
Mandaterlikden yakasını sıyırmakta tehalük gösteren İngiltere’nin Yüksek Komiserinin hiç bir hiç beyanat vermeden Filistin’i terk ettiği 14.Mayıs.1948’de İsrael Devletinin kuruluşu ilân edildi. Ben Gurion İsrael’in ilk Başbakanı sıfatı ile Tel Aviv’de Bağımsızlık Bildirisini okudu. Eylûl.1948’de Irgun Örgütü dağıtıldı; üyeleri militanlar nizamî İsrael Ordusuna katıldılar. Filistin dışındaki soykırım kurbanı Yahudilerin Filistin’e akını büyük bir ivme kazandı; 1948’de 800.000’e ulaşmış olan Yahudi nüfusu gene devam eden göçlerle on yıl içinde 2 milyonu bulacaktır.
ABD’de yeni devleti aynı gün tanıdı. Bu gelişmeden hem Müslüman Arap olarak onurları kırılan hem de Filistinli göçmenlerin yüküne tahammül etme zorunda kalan Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak’ın da katılımı ile Arap-İsrael Savaşı başladı. Zor durumda kalan Arap ittifakına Sudan, Yemen, Suudî Arabistan bazı birliklerle destek verdiler. Yaklaşık bir yıllık çatışmadan sonra “Yeşil Hat” adlı geçici sınırla ateş kes ilân edildi. Sonuçta, İsrael BM Planına göre kendisine ayrılan alanın 1.5 misli toprak üzerinde egemenlik sahibi oldu ve BM.’nin 11.Mayıs.1949 tarihli kararı ile BM. Üyeliğine kabûl edildi. Profesör Chaim Weizmann ise İsrael’in ilk Cumhur Başkanı oldu. Ürdün “Batı Sahili” adlı sahil şeridini ve Doğu Kudüs’ü payına aldı. Mısır “Gazze Şeridinin denetimini aldı. Bu savaş BM tahminlerine göre Filistin Arap nüfusunun %80’i (710.000 kişi) ülkeden sürüldü. Bu sığınmacı Filistinli topluluğunun kaderi halen İsrael-Filistin uzlaşmazlığının bir numaralı sorunudur.
İsrael Devletinin kuruluşunda terörist yöntemlerden kaçınılmamıştır. 710.000 kişinin binlerce yıldan beri Ata yurdu olan ülkelerinden, baba ocaklarından, güvenlik önlemleri alınmadan sürülmesi (Ermenilerin Türklere karşı iddiaları kriterlerine uyulursa “evleviyetle-a fortiori”) bir soykırım suçudur. Ne var ki, ne kadar Devletler Hukuku ve Uluslar arası kurumlarla düzenlenmeye çalışılırsa çalışılsın uluslar arası ilişkilerin mantığını çözmek çok zordur. Tüm zamanlarda bu ilişkileri belirleyen belli odakların icra gücü olmuştur. Kıbrıs çıkartmasında, Necmettin Erbakan Hocamızın ileri sürdüğü, gayrı ciddî bulduğumuz, çağ dışı kaldığını zannettiğimiz “Fetih Hakkı”na galiba itibar etmek gerekiyor; o da gücümüzün ve aklımızın yettiğince. Gücümüzün artması ve aklımızın etkinlik kazanması da hikâye ettiğimiz Yahudi-Arap ihtilâfının kazanını belirleyen çağdaşlaşma ve rasyonel eylemden geçiyor.