İRAN ŞİÎ İSLAM DEVRİMİ VE IRAKLA SAVAŞ (2) :
![]() |
Tahrandaki ABD Büyükelçiliğinden çıkarıldıktan sonra hastanede görüntülenen rehine grubu |
İran İslam Devriminde, Rusyadaki Lenin’in, altyapısını bilimsel kolektivist kuramlardan aldığı Bolşevik devrimindeki profesyonellik bulunmamaktadır. Tüm muhalif grupların ittifakı ile müstebit Şah döneminin sona erdirilmesi üzerine sivil demokrasinin ruhuna ve çağın koşullarına adapte edilebilmesi olanaksız Şiî İslam şemalarını egemen kılma niyetindeki mollalar grubunca, diğer müttefik güçlere ihanet dışında sistematik bir yol izlenememiştir. Fransız Devriminin Jakoben yöntemleri iltizam edilecek; fakat bu yöntemler geleceğe açılmada değil, binlerce yıl öncesinin dinî taassubuna dönmede kullanılacak; Devrim sözcüğü taşıdığı gerçek kavramı ifade etmekden uzaklaşarak zorla çekilip uzatılan yay’ın bırakılınca aniden çekilip sünmesi gibi uygarlaşma yerini “Devrim (!)Muhafızları”nın ilkel empülsif saldırılarına bırakacaktı. İlk yapılan, sokaklara dökülüp, İslâm ahlâkı adına başı açık kadın taraması yapma kampanyası olmuştu. Kendini bilmez serseriler tarafından, çok küstahça icra edilen bu ciddiyetsiz taramalarda, başörtüsü dışına taşmış birkaç saç teli dahi görülse o noktaya raptiye batırılıyordu. Başörtüsü hiç olmayan kadınlar acımasızca hırpalanıyorlardı. İktidarı ele alma şımarıklığı ve histerisi içindeki yobazlar 4.Kasım.1979’da Tahran’daki ABD Büyükelçiliğini, Humeynîden izin almadan basıp içindeki 66 ABD yurttaşı görevli rehin alımışlardı. Fakat, Büyük Ayetullah, dayandığı kara güç’ün şevkini kırmamak için bu tecavüze ses çıkarmadığı gibi, kendisine bir tür toprak fethi tatmini veren bu başarılı baskını destekledi.
![]() |
HMÖ önderi Mesud Recavî, Saddam Hüseyinle birlikte |
Bazı siyahî Amerikalı görevliler serbest bırakılıp ülkelerine gönderilmişlerse de, geride kalan 52 rehine karşılığında, “Siyasî İltica” diye bir Devletler Hukuku ilkesini kulak arkası edilerek, Şah’ın İran’a teslimi talep edildi. Bunun üzerine, Nisan.1980’de Amerikan Bahriyesinin helikopterleri ile girişilen “Operation Eagle Claw-Kartal Pençesi Harekâtı” adı ile uygulanmak istenen kurtarma harekâtı kum fırtınaları ve ölümcül kazalar yüzünden başarıya ulaşamad ı. Şah Temmuz.1980’de vefat edince, bu kez rehinelerin casusluk suçundan yargılanmaları gerektiği teranesi başladı. Evrensel bir politik krizden çekinen ABD’nin Demokrat Parti kökenli Başkanı Jimmy Carter’in barışçıl görüşme çabaları sökmedi. Carter bu nanemollalığın ceremesini 1980 sonu seçimlerinde Başkanlığı, Hollywood’un eski ikinci derece aksiyon aktörlerinden Ronald Reagana kaptırarak çekti. 52 rehine ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Warren M. Christopher’ın, kendisine “Özgürlük Madalyası” kazandıran” tasarımı “Cezayir Bildirisi”ni 19.Ocak.1981’da İran delegesine de imzalatması ile 444 günlük zorunlu misafirliklerinden kurtulabildiler.
İrandaki bu keşmekeşi, Şiî çoğunluğun bulunduğu Irak’ın Sünnî aileden gelme lideri Saddam Hüseyinin fırsat bilip, daha önce İrana verilmiş “Şattülarap”daki adaların zaptı ile itibarını arttırma hevesine düştüğüne işaret etmiştik. Bu olanağı daha geniş kullanıp, Basra Körfezine daha fazla açılmayı, petrol yataklarının çok zengin olduğu Huzistan bölgesini ele geçirmeyi düşünen Saddam, kendine göre bir yıldırım savaşı planı yapıp 22.Eylûl.1980’de Huzistana girdi. Petrol zengini Irak, servetini Saddamın macera hevesine harcayacak, ABD’nin oyunlarına gelip, başını daha da büyük belalara sokacaktı. Saddam, Irak korumasına aldığı İranlı muhalifleri de İranda sabotajlar yapmaları için destekliyordu. 28.Haziran.1981’de, Tahran’da “İslam Cumhuriyeti Partisinin kalabalık bir toplantısında bir anda patlayan saatli bombalar çok üst düzey ve ünlü 70 kadar siyasînin ölümüne neden oldu. Devrim sirasında Humeynîden sonra en güçlü sima Baş Yargıç Muhammed Beheştî, kabine üyeleri, Meclise seçimle gelmiş milletvekilleri ölenler arasındaydı. “Halkın Mücahitleri” örgütünden (HMÖ) Meclise “akustik mühendisi kimliği ile girme olanağı bulmuş “Muhammed Rıza Kolahî” adında bir kişinin bombaları koyduğu iddia edildi. İki ay sonra Başkan olarak seçilmiş Recaî ve Başbakan Muhammed Cevad Bahuar öldürüldü. Tüm takip ve tutuklamalara karşın suikastlar kesilmedi.
![]() |
Irak'ın kimyasal saldırısına karşı gaz maskesi ile korunan İranlı askerler |
Saddam’ın istilası üzerine Humeynîyi de içine alacak geniş bir tasfiye planı uygulandığı anlaşılıyordu. Benisadr ile birlikde İrandan kaçan HMÖ lideri Mesud Racavîden sonra birçok örgüt liderlerinin Fransaya sığınması yüzünden, bu ülkeye duyulan tepki ile Mollalar yönetimi bazı Fransız yurttaşlarını rehin alıp yeni bir ulıuslararası kriz yarattılar. 1986’da HMÖ karagâhını Irak’a taşımış; 7000 üyesi Saddam tarafından “İran Ulusal Kurtuluş Ordusu” adı ile silâhlanıp donatılmıştır. Bunlar İran’a karşı savaştıkları gibi Saddam’ın Kürtlere saldırısında da kullanılacaktır.
İran, beklemediği bu saldırı karşısında ilk hamlede çok telefat verdi. İranın, Afgan mücahitleri ile savaşmakda olan ve dinsiz bir Devlet kabûl ettiği için başka bir düşman olarak gördüğü Sovyetler ve aynı blokdaki diğer sosyalist topluluklarla çoğu Arap ülkeleri Irak’a silah satıyorlardı. Çin iki tarafla da silah ticareti yapmakdan çekinmiyordu. 1983’den Irak zora düşünce Batılı ülkeler de Irak’a silah satmaya başladılar. Irak’ın karşısında direniş veren büyük İranlı asker kalabalıklarına en öldürücü kimyasallardan “hardal gazı” ve “tabun” kullandığı BM raporlarına geçtiği hâlde ABD bunu umursamıyor; onunla dostluğunu teyid ediyor; hatta bazı çatışmalarda onun yanında da yer alıyordu. Fakat buna karşın, ABD’de, bu savaşla ilgili iyice kirli işler dönüyordu. ABD’nin Irak’a karşı zahirî sempatisine ve Kongresinin tarafsızlık kararına karşın, İran’a gizli silah satışı yapıldığı gerçeği, bir Lübnan gazetesinin haberi ile ortaya çıktı. 1986 Kasımında oluşturulmuş (Senatör John Tower yönetiminde olduğu için “Tower Komisyonu” olarak anılan) Özel Araştırma Kurulu 1989’a kadar yaptığı araştırmada, delil yetersizliği gerekçesi ile Başkan Ronald Reagan’ı temize çıkaracak; eski Başkanlardan Nixon’un dahil olduğu Watergate skandalına nazire yapılarak “Irangate” adı verilen bu skandalın sorumluluğu Ulusal Güvenlik Konseyi üyelerinden eski Deniz yarbayı Oliver North’un sırtına yüklenecektir.
![]() |
Karaçi Türk Ekonomi Müşavirliğindeki bir davette İran Başkonsolosunu karşılamamız. |
Gerçekden, beklenmedik haksız bir saldırıya uğrayan İran, en azından askerî bakımdan zor durumda iken, mağduru oynayıp “Devrim İhracı” faaliyetini açıkdan açığa sürdüremiyodu; bunu bir ölçüde ertelemişlerdi. O sıralarda görevli olduğumuz Pakistandaki İran temsilcilerinin çevreleri ile çok iyi ilişkiler kurmaya; hoşgörülerini kanıtlamaya özen gösterdiklerini gözlemliyorduk. Pakistan’ın ana ticaret merkezi Karaçideki İran Başkonsolosu ve diğer Konsolosluk mensupları bizlerle de çok sıcak ilişkiler kuruyorlar; Irak saldırısından ve diğer Arap ülkelerinin ilgisizliklerinden dert yanıyorlar; bizim ve eşlerimizin kılık ve kıyafetlerini takıntı yapmıyorlardı. O sıralarda Başbakanımız olan Rahmetli Turgut Özal, savaşın her iki tarafı ile de dostluk ve ticaret temaslarını koyulaştırmıştı. Bu tepişmeden hiç olmazsa biz kâr edelim hesabında idi. Aynı derecede dostça yaklaşım içinde olan Irak konsolosluğu görevlilerinden biri de (belki de biraz ironik olarak) Türklere sevgilerini ifade etmiş: “Bu sıralarda Sayın Özal Tahranı ziyaret etmekde olduğu için, oraya yapacağımız hava akınlarını erteledik” demişti. Fakat, Savaşın seyri, etnik ve dinsel kompozisyonu çok karışık Irak aleyhine değişti. Şartlandırılmış İranlı savaşçılar dayanmış; Iraklı Kürtleri de kışkırtarak taraflarına çekmişler; üstünlüğü ele almışlardı. Irak saldırısı karşısında pes etmeyen Humeynî bu sefer karşı taarruzla Irak’a tam bir hezimet yaşatma emelinden vazgeçmiyordu.
![]() |
Mehdi Karrubî 2005 Cumhur Başkanı Adayı |
Bu tavrı hem Batının hem Sünnî Arap topluluklarının canını sıktığı gibi “İslam Devrimi İhracı”nın hedeflerinden biri olarak biz laik Türkleri de tedirgin ediyordu. Pakistanda da, Irak yandaşı Müslüman gruplar İran’a barış çağırısı yapan toplantılar düzenliyorlardı. Uluslar arası Reuters haber ajansının Karaçideki muhabiri ile yaptığım söyleşilerde, İranda, en azından Humeynînin ölümü halinde bir karşı devrim olup olmayacağı soruma karşı hiçbir umut olmadığı; yerine başka bir Mollanın geçeceği yanıtını alıyordum. Suudî Arabistanda, Hac törenleri sırasında, İranlı kafilenin mutad siyasî tezahüratı 1987 yılında, Savaşda üstünlüğü ele geçirmenin şımarıklığı ile had derecede taşkınlıklar halini almış; Suudî polisinin müdahalesi ve izdiham eseri olarak 400 İranlının canına mâl olan bir facia yaşanmıştı. Yüce İmam’a temsilcilik ve hacılara rehberlik yapan İran Parlamentosu Başkanı Mehdî Karrubî, sonradan verdiği röpotajlarda: fiilen taşkınlık yapılmadığı, ancak, İslam düşmanı “ABD’ye, Sovyetlere ve İsrael’e Ölüm” sloganları atmanın normal olduğunu beyan ediyordu. Ancak, bir vesile ile karşılaştığım, Hac seferinden yeni dönmüş Pakistan’ın Sind Eyaleti İstatistik Kurumu Başkanı ise, biz Türkler için vahim bir tablo ile karşılaştığını nakletmişti. İranlı hacılar: “Amrika adüv-Allah, İsrael adüv-Allah, Turkiyya adüv-Allah” sloganları ile yeri göğü inletmişlerdi. Yani ABD ve İsraelle birlikde Türkiye de Allah’ın Düşmanı ilân ediliyordu.
Savaş uzun sürdü; inisiyatif iki taraf arasında gitti geldi. BM Güvenlik Konseyi 27.Temmuz.1987’de, oybirliği ile Savaşın bitirilmesi için 598 sayılı uzlaştırma kararı almıştı. Fakat, İran eski Başbakanı Mehdî Bezirgân ve 1981 itibaren Cumhur Başkanı olan Ayetullah Ali Hameney, tüm ısrarlarına karşın, muhteris Ruhullahı hakça bir barış zamanının geldiğine iknaa edemiyorlardı. 1988’in Nisanından Ağustos’una kadar geçen süre içinde dört önemli çarpışmada Iraklılar İran ilerlemesini durdurmuşlar, geriye püskürtmeye başlamışlardı. Amerikan Donanması da Basra Körfezinde, Güvenlik Konseyi kararını İrana cebren kabûl ettirmek için operasyonlar yapıyordu. Saddam, bahar aylarında kendi topraklarındaki Kürt köyü Halepçeye reva gördüğü siyanid bombalamasını Temmuz ayında İran Kürdistanındaki Zardan köyünde tekrarladı. Güz mevsiminde, Irak halkına moral vermek için Bağdatda ganimet alınmış İran donanım ve silahları sergisi düzenlenmişti.
![]() |
2. Yüce Lider Ayetullah Ali Hameney |
![]() |
Hameney Cephede Askerlerle |
Buna karşılık İranlılar nükleer silah imaline niyet ettier; ama bu dar zamanda olacak şey değildi.. Sonuçda 1988 Ağustosunda barış antlaşması imzalandı.
Başlamasından önceki sınırların değişmediği bu savaşın bilançosu şöyle idi: katlanılamayacak dış borçlara neden olan ekonomik kayıp tarafların her biri için 600 milyar dolar gibi korkunç bir rakama ulaşmıştı. Sadece kimyasal silahla 100.000 İranlı telef oldu. Hayatını kaybeden İranlılar 300.000, yaralılar 500.000 dolayında idi. Ciğerleri, derileri onulmaz yara alan, kanları bozulanlar hesapsızdı. Binlerce sivil hava ve balistik füze saldırılarında canını yitirdi. Irak telefatı (ölü+yaralı) yarım milyona yaklaşıyordu. Irak İnsan hakları Bakanlığı savaşdaki kayıp insanların sayısını 375.000- 1 milyon arası olarak hesap edebiliyordu. Araya, Saddam’ın başka münasebetsizlikleri girdiği için bunların takibi yapılamamıştır. Müslüman düşmanı ilan edilen ülkelerse bu savaşdan, sattıkları hadsiz hesapsız silâh sayesinde çok kârlı çıktılar.
Hani, herkes bilir bir fıkra vardır; at üstünde bir derebey ile yaya uşağı ile birlik de giderken, yoldaki tezek birikintisini gösterip: “şunu yersen atımı ve beyliği sana vereceğim” demiş. Uşak da razı olmuş; tezeği yeyip ata binmiş ama bu defa tezek yemenin sindirilebilecek bir şey olmadığını düşünüp aynı teklifi mütekabilen bey’e yöneltmiş. O da tezek yemeye katlanarak atına ve beyliğine yeniden kavuşmuş; fakat sonuç değişmeyince: “Biz b..’u neden yedik” demekden kendilerini alamamışlar . İşte muhteris önderlerde bu kadarını da düşünecek iz’an yok ki yedikleri haltı tekrarlıyorlar. Humeynî Tanrı ile şirk koşup, evrensel yargıçmışcasına, Hint asıllı İngiliz uyruklu yazar Salman Rüşdî’yi, “Whitbread” ödüllü ” Şeytan Ayetleri” eseri yüzünden idama mahkûm etti. Yazar, Hazret-i Muhammed’in putperestlere dost görünmek gereğini hissettiği ilk zamanlarda onları okşayıcı ayetler indirdiği, Kur’an’a nihaî olarak alınan ayetlerin değiştirildiği yolunda nesnel bir araştırmaya dayanmıştı. Adamcağız Humeynînin fermanını infaz etmeye can atan yobazlardan bucak bucak saklanıyor. Şeriat adına ülkede çok zulûm yapıldı. Kafa, kol kesme, recm gibi çok vahşi ilkel cezalar uygulandı. Fakat, “Muta Nikâhı” gibi meşru fuhuş firsatının keyfini bizzat Humeynî bile sürmüş* Savaş bittikden sonra hız kazanan ve kahbece yöntemlerle uygulanan Devrim ihracı, daha önce değindiğimiz gibi bizim de çok değerli aydınlarımızı kaybetmemize neden oldu.
![]() |
Şirin Ebadi, 2005 |
Humeynî 3.Haziran.1989’da vefat etti. Evet yerine geçecek Molla belirli idi. İran’ın Humeynî’den sonra en ulu ikinci lideri sayılan ve “Inkılap Rehberi” diye anılan Cumhur Başkanı Ayeullah Ali Hameney “Ruhanî Önder” oldu. Baba tarafından Türk Hameney gerçekden Humeynînin eli, ayağı; ülke politikasının baş tasarımcısı; cephede askerlerin moral hocası; tüm Dünyanın Şiî topluluklarında saygınlığı olan bir kişi idi. Cumhur Başkanlığı mevkine bir süre mollalar geçecekti. Meclis tarafından oy birliği ile Ayetullah Ekber Haşemî Rafsancanî seçildi. Fakat o ve onun halefi Hatemî, yükselen tepkiler karşısında daha yumuşak tutum gösterdiler. Parlak bir geçmişi olan İran’ın aydınları Dünyanın her yanında isyan halindedir. Hameney’in kuvvetle desteklediği son Cumhur Başkanı Ahmedinecat dinî, değil teknokrat bir formasyondan geliyor ama şu anda mollalara taş çıkartıyor. Ne var ki bu baskı çok uzun sürmez; İran’ın başda, yine boynunda mollaların idam fermanı asılı yiğit kadın Şirin Ebadî gibi Dünyanın hayran olduğu pek çok “insan hakları mücahidleri” var.
*Muta Nikâhı: İmam karşısında, fakat bir ya da birkaç günlük kıyılan nikâh… “Talâk-ı Selase” yani üç kez “boşol” demekle nikâhın düşebileceği geçici evlilik: Elbette bunun bir aile düzeni ile hiçbir ilişkisi yok.