30
Nisan
2025
Çarşamba
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (131)

AFGANİSTANDA TALİBAN TERÖRÜNE YOL AÇAN OLAYLAR DİZİSİ (1) :

Hafızullah Amin

Afganistan’ın 1979’da Sovyet işgaline uğrayarak Babrak Karmal’ın Marksist Devlet’in başına getirildiğine değinmiştik. Marksist/Leninst Devlet Eski Cumhur Başkanı Davud Han’ın devrilmesi ve ailesi efradı ile birlikde öldürülmesi ile Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP) tarafından Nisan.1978’de kurulmuştu. Kısa süre içinde devrimci önderleri arasındaki çekişmeler ve ölümlü tasfiyeler 1979 Eylülünde Hafızullah Amin’i Başkanlığa getirdi. Ancak, Amin, mensup olduğu etnik grup Peştunları ülkede egemen kılmak gibi ulusalcı bir yol izlemeye kalkınca Sovyetlerin 40. Ordusu Afganistan’da yığınak yapmış ve Sovyet komandoları Cumhur Başkanı Hafızullah Amin’i öldürmüş; yerine, Partinin Perçem (Sancak) hizibi lideri, sürgündeki Babrak Karmalı getirilmişti. Buna tepki gösteren, ABD. Birleşik Kraliyet, Suudî Arabistan, Pakistan Mısır ve diğer İslâm ülkelerinin hararetli desteğinden ve o tarihlerde başarıya ulaşmış İran İslam Devriminin verdiği esinden güç alan Afgan İslâmî Mücahitleri Sovyet işgaline karşı kıyasıya bir direnişe geçmişti. “Anti emperyalist” Taliban oluşumu böyle başladı.

Afganistan’da, gerek, bazen İran bazen Rusya, bazen Britanya etkisindeki Emirlere (Krallara), gerek (Amerikan desteğinde Sovyetlere, gerekse daha sonra Amerika başta BM.ler güçlerine karşı verilmiş ve verilmekte olan savaşların, aynı şiddetteki iki temel güdüsü “anti-emperyalist” ve anti-modernist” oluşudur. Bu bakımdan, Afganistan’daki olaylara daha iyi nüfuz edebilmek, tüm diğer İslam ülkelerine kıyaslandığında bu ülkedeki büyük halk çoğunluğunun içine düştüğü en katı, en ödün vermez, en iflâh olmaz köktendinciliğin hikmetine akıl erdirebilmek için retrospektif (geriye bakışlı) bir yöntem izlememiz gerekir.

II. Dünya Savaşının bitimi ile devrin iki süper gücü arasında meydan okumalarla hemen içine girilen Soğuk Savaş hassas tampon ülkelerde sıcak etkisini çok geçmeden Kore’de göstermiş; Japonya’nın işgali altında olduğu için peşinen üzerinde nüfuz anlaşması yapılmamış bu ülke Japonya’nın yenilgisi ile Sovyetlerin ve ABD’nin filen işgal bölgelerine göre Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılmış; Kuzey Kore’nin, gönüllü adı altında katılan Çinliler yardımı ile Güney Kore’ye karşı başlattığı işgale karşı Güney Kore BM.den aldığı uluslararası yardımla direnmiş; bu savaş gerisinde Türk şehit ve gazilerinin de dahil olduğu çok acı kayıplar bırakarak farklı bir sonuç yaratmadan bitmişti. Sovyet-Afgan kapışması, arka aradan ABD’nin yönlendirdiği Soğuk Savaş kapsamında cereyan ettiğinden çatışmaların ayrıntılarına fazla girmeyeceğiz. II. Dünya Savaşını bitimini izleyen yıllarda kendi nüfuz bölgelerinin yeterliğinden emin olan ABD’nin tersine Sovyetler yeni uydular kazanma arayışında daha aktifti. Komşusu Afganistan’a 1955-1978 yılları arasında milyarlarca dolarlık ekonomik ve askerî yardım yaptı. Amerika, kendi desteğinde olan AID (Uluslar arası Kalkınma Ajansı) aracılığı ile yaptığı teknik yardım programı kapsamında Dünyanın her tarafından çeşitli uğraş dalında gençleri toplayarak nabız yokluyor; kendi hizmetinde hattâ ajan olarak kullanabileceği kişilerin kaydını alıyordu. Ayrıca, J.F.Kennedy’nin ABD. Başkanı olduğunda ilk icraatı olan “Barış Gönüllüleri” (Peace Corps) projesi çerçevesinde, Dünyanın her yerine gönderdiği gençlerle, doğrudan halklarla temas ve onlara bire bir yardım görüntüsünde düpedüz bir istihbarat kolaylığı mekanizması kurulmuştu. Bu kanaldan elini her bucağına uzattığı Dünya üzerindeki nüfuzuna ABD emindi ve stratejik bakımdan önemli görmediği Afganistan’a bu teknik ve gönüllü gençlerin yaptığı sembolik yardım dışında el uzatmaya gerek görmüyordu.

Peace Corps’ün, önümüzdeki 2011 yılı Eylülünde 50. Yıldönümünün kutlanacağını bildiren afişde müteveffa Kennedy’i halkla birlikte gösteren resim.

Benim AID bursu ile 1962’de gittiğim ABD’de Michigan Üniversitesince düzenlenip (rahmetli Doğan Avcıloğlu’nun 1960’larda Yön Dergisinde dile getirdiği şekilde) tüm AID katılımcılarının (aslında elekten geçirilip fişlenmek üzere) davet edildiği “İletişim Seminer’inde (Communication Seminar) karşılaştığım, ülkelerinin geri kalmışlığından içi yanan aydın Afganlı gençler Amerikanın bu çarpık ilgi dışındaki ilgisizliğinden yakınıyor; Sovyet yardımından ve Marksist yöntemlerden başka kendileri için çıkar olmadığını açıklamadan çekinmiyorlardı. ABD’nin Afganistan’a yakın ilgisinin zamanı gelecekti.

Kandahar’da Peştun kızları

Coğrafî konumu “Asyanın İsviçresi” diye anılmaya lâyık yüksekliklerde olan ve tarih boyunca, sadece, Perslerden, İngilizlere, Ruslara kadar çeşitli istilacı güçlerin ayakları altında kalmış bu ülkenin nüfusu çok büyük ölçüde hepsi göçebe olduğu için çevre ülkelerin hepsinde rastlanan, en kalabalığı Peştun olmak üzere, Tacik, Hazara, Uygur, Aymak, Özbek, daha bir nice küçük farklı etnik özellikteki ve farklı dilleri konuşan aşiret ve gruplardan oluşur. 882 yılından itibaren Arap istilâsı sonucu Zerdüştçülük, Budizm, Hinduizm gibi dinlerden İslama geçmeye zorlanmış bu karmakarışık göçebe etnik gruplardan oluşan toplumun büyük çoğunluğunun tek ortak noktası, diğer tinsel değerlerin varlığından habersiz olduğu için koyu bir cehalet ve kapkara taassup içinde kalmış, manevî tatmini dinde arar olmasıdır. Aydın tabakanın çırpınışlarına karşın ulus bilinci yerleşmemiştir. Sosyoloji (Toplumbilim) nosyonundan yoksun halk “Kavim”, “Millet”, “Mezhep” kavramları eşanlamlı kullanmaktadır. Ülkede egemen inanç, büyük çoğunlukla Peştunların mensup olduğu % 78 Sünnî/Hanefî’lerdedir. Hanefî Sünnîler de başta Nakşibendî, Kadirî ve Çiştî mezheplerine bölünmüştür. XVI. yüzyılda, anne tarafından “Seyyid” olan ve Osmanlı Sarayı ile iyi ilişkiler kurmuş Abdülkaâdir Geylanî tarafından tanıtılan Kadirîliğin, onun soyundan gelme önderleri “Nakıb-ül Eşraf” diye anılır. % 21’lik Şia varlığının büyük bölümü Caferî Hazaralara aittir. Bunlar da gene Şiîliğin bir kolu İsmailîleri kâfir/zındık gibi görürler. Şiîlerin tümü egemen Sünnîlerce tamamen dışlanmıştır. Şia toplumun itibarsız sınıfıdır. Ancak, ticarî etkinliklerle Orta Sınıfa girmektedirler. Çok az miktardaki Budist, Zerdüştî, Mecusî, Mazdeist ve birkaç yüz kişilik Yahudi cemaati de marjindeki inanç gruplarını teşkil ederler.

Her hâlükârda Afganistan’da egemen olan Sünnîlik pratiğini büyük bir taassupla sürdürür. Başlangıçta yerli dinler ve geleneklerle sentez yaparak ayakta kalabilmiş Müslümanlığın daha sonradan kazandığı katı taassubun kökeni, dizimizin 22. bölümünde, reformist Türk-Hind hükümdarı Ekber Şahı anlatırken, onun reformlarına karşı çıktığı için hapsedildiğinden söz ettiğimiz Türkmen asıllı Ahmed el Farukî Serhendî’nin, XVI. yüzyıldan beri verdiği şekillendirmeye kadar dayanır. İnançda tasavvufdaki özgür uslamaya ve uzlaşmacılığa karşı çıkan, salt mukallitliği (yani temel İslam pratiğinin taklidini), İslam gelenekçiliğini ihya eden içtihatlarını “Mektubat” adlı kitabında toplayan Serhendî Kandahar’a yeleşerek Afganistan’ın göçebeler topluluğunu daha kolay etkilemiştir. Sufîliğin “Vahdet-i Vücut - her şey tek kökenden gelir” anlayışını reddeden anlayışı ile “İmam-ı Rabbanî” (Tanrının gönderdiği İmam), içtihadlarından dolayı “Müceddid-i Elf-i Sani-İkinci bın yılın Yenilikçisi unvanlarını alan Serhendînin tesis ettiği kuram, Suudî Arabistan’daki Selefîliğin, Vahhabîliğin parelelindedir. XVIII. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Şah Veliyullah, Serhendînin başlattığı “Yenilenme” (?!) misyonunu tamamlamaya soyundu. Onun telkinleri ile, yönetim ve adaletin sağlanmasında temel kaynağın İslam olduğu kabulünü halkın iliğine işletti. Ancak, o sıralarda Güney Asya bölgesinde dominyon kurmuş İngiltere’ye dil uzatmaya cüret edemedi. Fakat oğlu ve halefi Abdülaziz Hindistanı “inananlar ve inanmayanlar toplumlarını bir arada barındıran diyar olarak “Dar-ül Harp-kâfir ülkesi” ilan etti; böylece “antimodernizm”’in “antiemperyalist” içeriğini vurguladı.

Peştunlar Jirga-Danışma Toplantısında

Afganistan’ı bir de egemen etnik unsur Peştunlar açısından ele alalım. Sasanîlerin İ.S. III. yüzyılda “Abgan” diye tanıttıkları Peştunların, tarihsel araştırmalar çerçevesinde, iki kez Babilliler tarafından sürgüne çıkarılan Yahudilerden, kuzey İsrael Krallığı halkının dağılan kayıp 10 kabilesinden mi; M.Ö. 538’de Pers Kralı Kiros tarafından serbest bırakıldıkları hâlde Yeruşalim’e (Kudüs’e) geri dönmeyip başka diyarlara göç eden Yahudilerin soyundan mı geldikleri konusu tartışmalı olmakla birlikte, şimdiki Pakistan’ın Kuzey Batı Cephesi Eyaletındeki dağlık Hazara bölgesindeki Ghor’a çok eski bir Yahudi yerleşimi olması ihtimali üzerinde hemen hemen bir ittifak var. Pakistan’da (Hindu dili ile) Pathan adı verilen ve bu ülkenin Kuzey Batı Cephesi Eyaleti nüfusunun hemen tamamını oluşturan Peştunlar Afganistan halkının yarısı kadardır. Ülke adı kaynağının da, Sasanîlerin verdiği ada göre onlar olduğu anlaşılıyor. İrili ufaklı 60 kadar kabile halinde yaşayan, çok keskin bir bireyci doğaya sahip olmakla beraber, Peştunvvali (ya da Pakhtunwali” denilen onur kurallarına çok bağlı Peştunların, bu çerçevede bütün kaçaklara sığınma hakkı (nanavvatai) tanımaları; çok ileri derecede misafirperverlik (melmastia) ve namus temizlemede öc alma (bedel) mutlak ilkeleri idi. Aşiret şefi (sardar), onların “nanavvatai”, yörede başka unsurların “jirga” dedikleri danışma kurulu aracılığı ile ortak kararlar alınmasında âmil olurdu. Uzun süre, yerleşik unsurlarca bağımsız Devletin kurulamadığı Afganistan’da, ilerde daha ayrıntılı anlatacağımız gibi Emirlik (Kraliyet) monarşisi de Peştunlarca tesis edilmiştir. Aydınlar da daha çok Peştun camiasından çıkar. Fakat merkezî devlet dağınık göçebe halka inememiş; kendini “jagir” (toprak bağışı) yoluyla yarattığı soylu sınıf aracılığı ile ülkeye tanıtabilmiş; çoğu zaman kuşku ile karşılanmıştır.

Afganistan’ın Helmand kentindeki Cami

İslâm’ın, anlattığımız şekilde güçlenmesi ile, çeşitli unsurlar arasında ortak bazı din kaynaklı feodal uygulamalar ülkede daha etkili olmuştur. Gelirleri en çok kurdukları dinî vakıflardan gelen Mir, Pir, Malik, Nakib Sahip, Erbab, gibi dinsel feodal şefler, Han, Bey gibi kavim şefleri malikâne ya da “hücre” denen “konukevi” sahipleridir. Afganistan’da daha çok “mevlevî” olarak anılan Alim’in (din hocasının) mekânı “Cami”dir. Dolayısiyle, özellikle kırsal halk, müritlik, muhlislik gibi manevî bağlılıklar ve ırgatlık, bekçilik gibi hizmetlerle malikânelerde karşılaştığı ârif (bilen) ve varlıklı kişileri örnek görürler. Dolayısiyle, çocukları için özlem ve talepleri de “dinî eğitim”dir. Afgan alimlerinin eğitim kaynağı Hindistan’daki ünlü Deoband Medresesidir. Bu medrese, Hind-Pakistan bölünmesinde, Pakistan’ın Patan (Peştun) nüfuslu) Kuzey Batı Cephesi Eyaleti Başkenti Peşaver’e kaymıştır. Kuzey Afganistan’daki din öğrencileri Buhara’daki “Divan Beyi Medresesinden feyiz (?) alır. 1950’lerden sonra Kahire ve Suudî Arabistan’daki medreseler ilgi görmeye başladı. Kahire El Ezher İslam Üniversitesi desteği ile Başkent Kabil’de bir “İlahiyat Okulu” açıldı. Müsbet bilimler ise, belki de ilk kez Atatürk Türkiye’sinin dar olanakları ile Afgan gençlerine tanıtılmış; Harp Okulumuzda Afgan Ordusuna subay yetiştirilmiştir. Sovyetler, ABD., Fransa, Almanya, Çin, Mısır, Suudi Arabistan’daki bazı kurumlar bazı yetenekli Afgan gençlerini keşfedip onları burslu okutmak gibi hayırlar işlemiştir. Fakat çağdaş eğitim alanlar da, Batının ilgisizliği karşısında çıkar yol olarak, bir zamanlar bizim sosyalistlerin bazı toprak amelesi kökenli militanlara söylettikleri: “Ağa beni besler sanırdım; meğer ben ağamı beslermişim” benzeri sloganlarla ya Leninist ya da Maoist ideolojilere sapmışlar; Sosyalistleri “ateist/kâfir” gören halkın gazabını üstlerine çekmişlerdir.

Afganistan’ın Devletleşme sürecini anlatmayı sürdüreceğiz.

Yayın Tarihi : 30 Mart 2010 Salı 19:04:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?