HRISTİYANLIK KENDİSİNE YENİ İDEOLOJİK DÜŞMANLAR BULUYOR: Yükselen Hrıstiyanlık, kendine başka ideolojik düşmanlar bulmada gecikmedi. Hrıstiyanlık resmî din olup, ruhban sınıfının güç ve maddî kazanç olanakları kazanınca, devletin tüm egemenlik alanlarındaki kendi öğretilerine, dolayısıyla itibarlarına rakip olabilecek inançların tasfiyesi hareketine geçildi. Ne kadar mantıksız olursa olsun, çeşitli İncil ayetlerinden teamüle alınan ya da ayetlerin hatalı yorumu ile pratik inanca giren yanılsamaları tashihe çalışan Ariusculuk gibi, V. Yüzyılın başlarında, İsa’nın Tanrılığını, Meryemin Tanrı annesi olduğunu reddeden Maraşlı Nestorius’un ortaya çıkardığı Nesturlik gibi Hrıstiyanlık mezhepleri de sapkın kabûl ediliyordu; böyle mezheblere bağlananlar amansız biçimde takibe uğruyorlardı. II. yüzyıldan başlayan çeşitli din konseylerinde Tanrının tanımı konusunda böyle makûl iddialar reddedilmişti. En büyük düşman olarak, Anadoluda, eski çağda “Pisidya” denilen, Antalya kentinin Güney ve Batısı ile göller bölgesini kaplayan alanda yaşayan halkın M.S. V. Asırda bağlı olduğu “Işık Dini” seçilmişti. Devlet dinini seçmeyenlere karşı takibatı, özellikle İmparator II.Theosius zamanında (V. Asrın ikinci yarısına) İmparatorun kız kardeşi Pulcheria ve eşi Eudoxia yönlendiriyordu. İmparatorun ölümünden sonra Pulcheria tamamen ipleri eline aldı; Yahudiler kamu hizmetlerinden atıldı, sinagogları yıkıldı. Ariuscular, Nestorianlar, tüm “Kelâm’ın Tanrı olduğu, İsa’nın Tanrı olduğu, teslis (Baba, oğul, kutsal ruh üçlemesi) gibi paganizmden farkı olmayan boş inaçları reddeden monofizistler (Tanrının tekliğine inananlar), Maniciler şiddetli takibe maruz kaldılar. Arius ve Nestorius çöllere sürülmüştü. Pulcheria’nın Hristiyan dinine bu büyük hizmeti (?) “Azizelik” unvanı ile taçlandırıldı. Adına 1844’de İstanbulda Fransızca eğitim yapılan bir kız orta okulu da kurulmuştur (Sainte Pulcherie). Maniciler Bizans askerleri tarafından görüldüğü yerde diri diri yakılıyorlardı. Mensuplarının başlarına geleni anlatmadan önce bu dini, kısaca tanıtmaya çalışalım.
Aslında, M.S.III. yüzyılda İran’da, Ekbatana (Hemedan) kentine yerleşik, kimine göre Çin asıllı olduğu söylenen bir ailenin Mardin’de doğan “Mani” adındaki oğulları tarafından ortaya atılan bu öğreti, Zerdüşt düalizm’i (iyilik, kötülük ikilemi), Babilonya folkloru, Budist ahlâk ilkeleri, hatta Hrıstiyanlık ve Yahudilik gibi bilinen tüm inanç sistemlerini bünyesinde kaynaştıran, Yahudiliğin “Sabbat-Cumartesi” olarak ifadelendirdiği hafta tatiline riayet edildiği, gerek fizik gerekse gerekse tinsel arınma için vaftize, suya çok önem verildiği ve tüm insanların kabûl edeceği mesajını veren bir uzlaşma (senkretizm) düşüncesi ürünü idi. “Mani”adının bir isim değil bir saygı ifadesi olarak “Işık” anlamına “Mânâ”dan gelen bir sıfat olduğu; Mani’nin “Aydınlatan” demek olduğu da söylenir. Türkçede “Manicilik” olarak bilinen bu din faklı yörelerde (Manihaeizm, Manihaizm vb. gibi) farklı telâffuz edilmektedir. Kurucusunun, daha önce Güney Babil’de “Menakkede” (Arapça “Mugtasıla” adlı bir Mandeen* tarikatına katılarak öğretisinin ilk temellerini aldığı söylenir. Mani, ilk kez, 20.Mart.242 tarihinde, Sasanî hükümdarı I.Şahpur’un tahta çıkma gününde, Gundeşâpûr kentinde toplanmış kalabalığa öğretilerini duyurmuştur. Şah’ı ve kardeşini ikna eden Mani, ne yazık ki, Şah’ın halefi I. Hürmüz’ü deviren ve fanatik bir Mazdaist* olan ikinci oğlu Behram tarafından (olasılıkla 276-277 tarihinde) çarmıha gerdirildi; yandaşlarına gözdağı vermek için cesedi parçalattırıldı; derisi yüzdürülüp, içine saman doldurtarak kent kapısına astırıldı. Ancak, çok sağlam ahlâkî temellere oturtulmuş bu sistem, gerçekten büyük bir ilgiye mazhar olmuş, Avrupa’nın en batısından Asya’nın hemen her yöresine yayılmıştı.
Anadolu’da, (şimdiki Burdur’a bağlı Bucak İlçesinin Ürkütlü beldesinde ören yerinde bulunan) “Komana dergâh devleti” zaten, Pisidyalıların, Hrıstiyanlık öncesi kutsal bir merkezleri idi. Maniciliğin etkisi ile “Işık topluluğu”na dönüşen Pisidya halkının da gönülden bağlandığı inanç öğretisi bu idi. Ortodoks Hrıstiyan Kilisesinin İznik’den kendilerine, kabûlü zorunlu devlet dini olarak tebliğ ettiği Hrıstiyanlığa karşı çıktılar ve Hrıstiyanların hoşgörü tanımayan bağnazlığına şiddetle direndiler. Çok entelektüel düzeydeki akılcı yöntemleri ve kıvrak dialektikleri ile Hrıstiyan papazlarını bunaltan polemiğe ve karşı propagandaya geçtiler. Kör cahil papazlar, onların ”sapkın” ilân etmekten başka argüman bulamıyordu. Kaba güç kullanmaktan başka çareleri kalmamıştı.
447 yılında Sahapivan’da toplanan Ermeni Konsilinde, Anadolu’da, kadim dinî alışkanlıkların sökülüp atılmasını öngören kararlar alındı; özellikle Hrıstiyanlığın yayılmasının önünde en güçlü engel olan ve Ermenilerin “Mezghneanizm” olarak telâffuz ettikleri Işık Örgütlenmesi hedef seçilerek lânetlendi. Konsilde, soylular, askerler, ruhban sınıfı dahil tüm halk; Mezghneanların varlığının ortadan kaldırılmasında takibe uğrayacakların salt onlar değil, saklama ve yardım şeklinde onlarla işbirliğinde olanların da dahil bulunduğu hakkında uyarıldı.
Ve derhal, eski dinlerine bağlı kalanların kökünün kurutulması uygulamasına geçildi. Ele geçenlerin nasıl işlem görecekleri Konsil kararlarında belirlenmişti. Yakalananlar, her iki diz arkalarındaki bağ kirişleri kesilerek sakat bırakılıyordu. Sakat edilenler, toplum içinde ne suretle sakat edildikleri bilinsin diye, alınları tilki işaretli demirle dağlanıp, damgalanıyordu. Gene Sahapivan yasalarına göre, Mezghneanların çocukları ellerinden alınıp Manastırlarda İsa dininin kurallarına göre rehabilite (?) ediliyorlardı. Pisidya çocukları anasız babasız kaldı; sokakları yerlerde sürünen insanlarla doldu.
Bağnaz papazlar, kazandıkları ikbâller bakımından kendilerini dehşete düşüren, kabûslar gördüren zamanlar geçirdiler. Asırlarca, karşılaştıkları her aykırı görüşe, tüm cahillerin düşmanlarına sapkın bildikleri bir sıfatı yamama refleksi ile, “Manici” yaftası yapıştırdılar.
Hrıstiyan Dünya dışında Manicilik prestij kazanmıştır. Birçok Emevî Halifesi bile onları hoşgörü ile karşılamıştır. Hele, İspanyada, Hrıstiyanlarla dengeli bir güç arayışındaki ve her türlü bilimsel ve felsefî araştırmaya açık Endülüs Emevîsi Emîrler ve Türkler nezdinde büyük itibarları vardı. Hrıstiyan Dünyasında ise, ancak “Aydınlanma” çağının başlamasından çok sonra XVIII. Asırdan itibaren yapılan araştırmalarda “Mani” bir felsefe dehası olarak kabûl edilmiştir.
*Mazdaizm: İran dinlerinden, tek Tanrı (Ahura Mazda) inancındaki, bir adı da Zerdüştlük olan din.
NOT. Konya, Taşkent, Balcılar beldesindeki yobazlığın ürünü faciada kaybettiğimiz yavrucaklarımız için içimiz kan ağlıyor. İlâhiyat profesörü unvanlı bir zat, herkesin din eğitimi alma hakkından bahsederek laik mevzuatı kınıyor. Yaşamı henüz tanımamış yavrucakların “din eğitimi” alma hakkı talebi kendilerinden mi geliyor? Yoksa bakımları kendilerine sıkıntı veren ailelerinin zoru mu (yani ikrah mı) var işin içinde? Bu İlâhiyat profesörü zad hiç “dinler tarihi” okumamış? Pedagojik formasyon almamış mı? O yaştaki çocukların beyinlerinin fosforunu Arapça öğrenmekle tüketilmesinin sonuçlarını bilmiyor mu?
Eski Türk filmlerinde bizim ülkenin yaşam formatı "Bir minarede yanık ezan sesleri, arkasından da bir bar kadının ayva göbeği oynarken" biçiminde verilirdi. Yok mu ikisi arası uygar, akla dayanan erdemli bir hayat tarzı?!.
Hayatimda duydugum en sacma sey, " beyinlerinin fosforunu Arapça öğrenmekle tüketilmesi " ! Tamam, ben adamlarin ihmali varsa, arastirilsen, en agir sekilde cezalandirilsin isterim, fakat bu tur olaylar uzerinden, olayi baska yonlere cekmenin ne anlami var ? Arapca'yi, din egitimini kotulemenin ne alemi var? Ozendiginiz avrupa'da, gencler, adam gibi din/ahlak egitimi almadiklari icin, sabahlara kadar barlarda, diskolarda hap/kokain alarak geziyorlar, ailemi sistemi cokmus durumda, toplumsal olarak buhran yasiyorlar. Bakin, fosfor tukenmeyince neler oluyor !!!