22
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (25)


Hrıstiyanlığın güçlenmesi ve karşıt inançlarla mücadele İstanbul ve Anadolu merkezli idi; ama bu din mensupları ve İstanbul Kilisesi de şeklen Roma’ya bağlı idi ve oradaki papaların talimatı üzerine hareket ediyor görünüyorlardı. Daha Hrıstiyanlığın ilk zamanlarında, İsa’nın havarilerinden Celile’li Petrus, gûya, Hazret-i İsa tarafından, tesis edilecek kilisenin ‘temel taşı’ (petrus) olarak belirlenmiş; yani Hrıstiyanlığın kurumlaştırılması ve misyonerlik ile görevlendirilmişti. Ancak, İsanın tutuklanması üzerine bağlılık sözünden hemen dönmüş, üç kez inkâr yemini etmiştir. Gene, gûya İsa dirilip ona görülünce, tekrardan misyonunu yerine getirmeye koyulmuş, Böylece Romadaki cemaatin reisi olarak ilk papa sayılır. Neron zamanında önce hapsedilmiş; (64 ya da 67 tarihinde) öldürülmüş ve Vatikan tepesinde bir yere gömülmüş; şehit ve ilk “Papa” ilân edilmiş. Bu noktaya da ilk Vatikan kilisesi inşa edilmiş. Constantinus’un sonradan yenileyeceği bu kiliseye “San Pietro” (Aziz Petrus), adı verilecektir.

Petrus’dan sonra, Roma Hrıstiyan cemaati reisleri onun halefleri olarak“Papa” ünvanını alacak ve riyaset ettikleri kilise “katholicos” (evrensel) sıfatı ile tüm Hıristiyan Aleminin yönetim merkezi kabûl edilecektir. Fakat, çok uzun süre, Hrıstiyan düşmanı İmparatorların merhamete gelmelerini beklemek, hatırlı ve rütbeli şahsiyetler nezdinde yumuşak yalaşımlarla misyoner etkinliklerini sürdürmek, İncillerin yazılımı ile uğraşmak; Devlet dini Hrıstiyanlık oldukdan sonra ise, Gotların, Vandalların, Hunların Avrupada yarattığı kargaşa ve dehşet, papaların agresif biçimde etkinlik göstermelerini engellemişti. 440 tarihinde, 45.papa olarak bu makama geçen I. Leo’ya kadar, Roma’da etkili bir cemaat reisliği yapan papa hiç çıkmamıştır. 430’da, başdiyakos olarak kariyerine başlayan Leo, Celestinus II. ile Sixtus III.e danışmanlık yapmıştır. Paganlıktan kalma tüm gelenekleri tasfiyeye; Papalığa bağlı bölgelerdeki piskaposları denetleyip merkeze bağlılıklarını güçlendirmeye çalışmış; Romayı tahribe kalkan Attila ve Vandalların kralı Geiserc’i yatıştırmıştı. Doğudaki “Nesrturîlik” sorununa müdahale etmişti. İstanbul’daki yerel papazlardan biri olup, 431 tarihli Ephesus konsilinde kendini Nesturîliğe muhalefeti ile tanıtan Euthyces’in de, İsa’nın insanî ve ruhanî kimliklerinin varsayımsal aynıyeti yolundaki görüşünü tutmamış, “Chrystology’e (İsa’nın ruhanî kimliğinin araştırılması bilimine (?)) aykırı bulmuş, onu iman’a davet etmişti. İşte, bu “Chrystology” zırvası, Roma ve İstanbul kiliselerini de birbirine düşürmüştü. II. Ephesus Konsil’i Aziz Leo’yu tekfir etmiş; o da mukabilinde 451’de Chalcedon (Kadıköy) Konsil’ini toplayıp, kendi görüşlerini dikte ettirmişti. Bu konsilde, Papa’nın önderlik gücü açıkca vurgulanmış; bu durum, (ölü) Aziz Petrus’un Leo ağzından konuşuyormuş şarlatanlığı ile ifadelendirilmişti. Bu konsil ile, Doğu kilisesi, soğuyup Papalıkdan kopacak, fakat Papalığın nüfuzu Batıda çok artacaktı. Ancak, Büyük Leo dahi, Ambrosius, Augustinus gibi Doğu Roma’ya hizmet veren filozof teologların kâbına varamamıştır. Zaten, barbar kavimler Roma eyaletlerini tek tek ele geçirmişler; bunlardan Germanik Herulların kralı Odoaker, 476’da, Romulus Augustulus’u da devirip Batı Roma İmparatorluğunun sonunu getirmişti. Batıda papalığa sahip çıkacak bir siyasal irade kalmamıştı. Zaman içersinde, Hrıstiyanlığa geçen Germanik kavimler, tarihî Roma’nın şanlı adından yararlanmak için ismen bu otoriteyi canlandırmaya çalışacak; Hrıstiyanlığa da sahip çıkarak, yönetilmek istenen kitlelerin karşısına Papalık heyulâsını çıkaracaklardı. Charlemagne “Karolenjler İmparatorluğu”nu 800 yılında, Otto I. “Kursal Roma-Germen İmparatorluğu”nu 962’de kuracaktı. Ancak, Avrupa topraklarındaki fetret devrinde Papalık da etkisizdi. Karşıt dinlerle tepişme, Bizans’ın siyasal destek verdiği Doğu kilisesine kalıyordu.

O dönemlerin gündemdeki din anlaşmazlıkları ise, İsa’nın Tanrı mı; yoksa insan mı; yoksa ikisi birden mi; biraz ondan biraz bundan mı; Meryem’in Theotokos mu (Tanrı Anası, Tanrı Taşıyan) olduğunun ya da ilahî güç’ün tek mi yoksa ekip halinde mi oluştuğunun çözümlenmesi noktasında toplanıyordu. Doğalıkla, bu hususların ampirik (deneysel) yoldan araştırılıp çıkarsanması olanak dışı bulunduğundan, herkes kendi aziz bildiği din adamının dolaysız sezgi ve içbilgisine itibar ediyor; işin ucunda, isabetli inancın insanı Cennet-i Âlâ’ya götürmek hesabı yattığından ters inançtakileri yok etmek mübah oluyordu.

İşte, İstanbul’daki çeşitli inşa evrelerinden geçmiş, defaatle yapılıp bozulmuş, “Ayasofya” dediğimiz Büyük Kilise’nin (Megalo Ekklesia) Mimar Roufinos’un eseri versiyonu da, bu Teozofik (Din Felsefesi ile ilgili) ihtilâfın yarattığı ufunetli çıban başının kurbanı oldu.

Bizans İmparator’u Iustinianos zamanında, Constantinopolis’deki halk “Yeşiller” ve “Maviler” diye renklerle adlandırılan iki gruba bölünmüştü. Maviler, İmparator’a ve Ortodoks inanca sadık görünüyorlardı. Genellikle Chalcedon’da (Kadıköy) yaşarlardı. Yeşiller ise, Ariusculuk’dan etkilenmiş, tek Tanrıya bağlanmış, monofizit inanca sahip, sürekli eziyet altındaki alt tabakaya destek çıkan (resmî görüş’e göre) holiganlardı. Bu iki grup, Hipodromdaki at yarışları sonunda kavga, şamata ve yangın çıkarmaktan, etrafı tahrip etmekten çok keyif alıyorlardı. Iustinianus 528’de monofizitliği ortadan kaldırmış; pagancılığın kaynağı olarak gördüğü Atina Üniversitesini kapatmıştı. Tüm subay ve memurlar üzerine piskaposların denetim yetkisini koymuştu. İdarî, malî ve dinî zorbalıkların yarattığı büyük öfke ile Yeşiller ve Maviler grubu bu kez ittifak kurdular; 11.Ocak.532’de isyana başladılar; 13.Ocak’ta kenti ateşe verdiler. Bir ara, saray dışında, tüm İstanbul onların eline geçti. Yangın ve tahribat, Ayasofya katedralinin tümünü, Aya Irini kilisesinin ön avlusunu, tüm hastaları ile birlikde Samson Bakımevini, Senato binasını, İmparatorluk Sarayının “Khalke” denilen bronz çatılı medhâlini ve birçok anıtı sarmıştı. Hareketlerini, at yarışlarında ve İmparatorluk oylamalarında kullanılan bildik “Nika-Zafer” deyimi ile isimlendirdiler. Valiyi, mahkûmları serbest bırakması için zorladılar. Koyu bir monofizit olduğu için zamanında Ortodokslara eza eden eski İmparator Anastasius’un yeğeni Hypatius’u İmparator ilân ettiler.

Fakat bu kalkışma, büyük reformlara girişmek niyetinde olan İmparator Iustnianus’a bu kalkışma bulunmaz bir fırsat vermişti. Sokak kadınlığından gelme eşi Theodora’nın enerjik fettanlığının desteği ile de, süratle önlemler aldı. Bir çok edebî esere konu olarak adı adeta efsaneleşmiş Bizanslı komutan Belisarios’un ve Attila’nın torunlarından Mundus’un Got asıllı askerleri ile “Nika isyanı” bir haftada bastırıldı. Hippodromos’da kuşatılan isyancılardan tahminen 35.000’i kılıçdan geçirildi. Hatta, 100.000 kişi kapasitesi olan hipodromda daha fazla sayıda insanın telef edildiği olasıdır. Hypatius tutuklanıp idam edildi; cesedi Sarayburnundan denize atıldı. İsyancı senatör ve soylular kaçtılar; malları zoralıma uğradı.

Illyria asıllı Iustinianus, askerî güçlenme, sanat, mimarî, hukuk alanlarında büyük reformlar yapma olanağına kavuştu. Constantinus Kilisesi yerine, kendisini Hazret-i Süleyman’dan daha ulu kıldığına inandığı Ayasofyayı inşa ederek 537’de ibadete açtı.

Yayın Tarihi : 11 Ağustos 2008 Pazartesi 00:23:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?