ENGİZİSYON MAHKEMELERİNİN TEMELİ: Hukuk reformu da yapan Bizans İmparatoru Iustinianus’un gözü din karşıtlarından korktuğu ve Hrıstiyanlığa karşı en büyük tehlikeyi de “Manicilik Öğretisi” olarak gördüğü için din sapkınlığını da resmen yasa dışı ilân etti ve Maniciliği ölüm cezası ile müeyyidelendirerek, Orta Çağ sonlarında din sapkınlarının kabûsu olacak “Engizisyon Mahkemeleri”nin temelini attı. Fakat o zamana kadar, dinî eleştirilere kalkanlar yeterince yıldırılmış olduğundan, artık Bizanslı din yargıçlarına fazla bir iş düşmeyecektir. Zaten, Töton şövalyelerinin egemenliğinde yönetilip yönlendirilen Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun kuruluşu ile sapkın gruplara karşı Batıdaki mücadele daha etkin olabilirdi. Daha sonra da, Roma’nın üstünlüğünü hazmedemediği için Papa IX. Leon tarafından aforoz edilen İstanbul Patriği Mikhael Kerularios 1054 yılında bir sinod toplayarak mutekabilen Papa’yı aforoz edecek ve Ortodoks İstanbul Kilisesini resmen ve kesinlikle Roma Katolik (katholikos=evrensel) Kilisesinden ayıracaktır. Bizzat din büyükleri, kutsal bilinen dinî konuları soytarıca oyuncak haline getireceklerdir.
Engizisyon (inquisition) soruşturma, tahkikat demektir. İnsanların düşüncelerinde, inançlarında sapkınlığı yani müesses din kurallarına aykırılığı, en şen’î işkencelerle aracılığı ile araştırıp soruşturan “Engizisyon Mahkemeleri” ise Orta Çağın karanlık ruhunu simgeler. Hazret-i İsa’nın barış, şefkât öğretisi ile yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmayan bu mahkemelerin aslında kendisi, akıl ve vicdan sapkını bir yapılanmadır. Kitlelerin vicdanlarını esir alarak, barbar Germanik krallar ve feodal Töton beyleri, ruhban sınıfı gibi belirli yönetim odaklarının egemenliğini pekiştirme dışında hiçbir ahlak ve kamu yararı kaygısı taşımamış; kazandırdığı riyakârlık ve ahlâk çöküntüsü ile toplumların maddî, manevî gelişmesine set çekmiştir.
Asıl Roma Engizisyonu, Roma Katolik Kilisesinin savunduğu din anlayışının muhafazası için Papa III. Paulus tarfından 1542’de, daha çok, Protestanlığın öncüleri Calvin ve Luthercilere karşı mücadele için kurulmuştur.
“Teslis-üçleme” mantığa sığar bir şey olmadığından, Nesturîliğin, özellikle Maniciliğin “monofizit” anlayışı X. yüzyılda, kendini bu kez Bulgaristanda “Bogomil-Tanrının Dostları” mezhebi olarak kendini gösterecek, Balkanların her yanına yayılacaktır. Daha önce Mani ve İ.S. II. yüzyıl ortalarında zuhur etmiş, İbranî Kitabını tümüyle reddeden ve yeni bir yaradılış görüşü ortaya çıkaran Sinoplu Marcion’un “Marcionizm” öğretisi ile de karşılaşmış olup ilahî konularda değişik fikirler yürütme ihtiyacı duyan Batının birçok alanlarında, Bogomilliğin bir uzantısı olan “Kathar” mezhebi de çok ilgi görecek; asırlar boyunca, Hrıstiyan papazlarının başlarına püsküllü belâ olacaktır.
Yapılan araştırmalara göre “Kathar” adı bir inanç biçimini ifade etmez; Yunanca “Katharsis = arınma”dan türeme “Katharoi = saf, arınmış insanlar” anlamını taşırmış. Bu mezhep mensupları kendilerini: “İyi Erkekler, İyi Kadınlar” diye nitelendirirlermiş. Bu sıfatı ilk kullanan, 1181 yılında, sapkınlar hakkında Latince bir kitap kaleme alan Köln’lü Alman müellif Eckbert von Schönau’dur. Fransız kronikçi Geoffry du Breuil de Vigeois’nın aynı yıl yazdığı bir kayıt’da ise bu inanç grubu“Albigeois”, yani Toulouse kentinin kuzeybatısındaki Albi (antik Albiga) kentinden olanlar diye anılıyor. Bu ise, bilinen “Bogomil” kökleri ile çelişiyor. İspanyada Katalonyadan, İtalyaya, Belçikaya, Doğu Almanyaya kadar uzanan bir coğrafyada bulunan Katharların kökenleri gene kesinlikle saptanamıyor ise de, akıdeleri (inanç paradigmaları) “Albigensian doktrin” olarak isimlendiriliyor.” Albigensian”a (İsa’nın tılsımlı kanı gibi) başka mistik anlamlar da yakıştırılıyor.
Sağlam bir bilgiye dayanmıyorsa da, ilk Katharist merkezin, St. Augistunus karşıtı Manici Fontanus tarafından Fransada, dualist görüşlerini yaydığı Montwimer Şatosunda kurulduğu sanılıyor. 1022’de Orléans’da, Kral Sofu Robert’in huzuru ile kurulan bir konsilde, onüç Kathari sapkınlıkdan yakılarak ölüme mahkûm edilmiş. Galiba bunların on’u Kutsal Haç kilisesinde görev alarak, biri de Kraliçe Constance’a muhbirlik ederek yakalarını kurtarmışlar. 1025’de benzer doktrini yayan İtalyan Gundolfi’nin tilmizleri Liege ve Arras’da faaliyet göstermeye başlamışlar; ancak, zor karşısında tövbekârlık beyan edince onlara da dokunulmamış. Güney Fransa’dan sonra Yukarı İtalya da, 1030–1040 yılları arasında sapkınlığın başlıca üslerinden biri olmuş; Piemonte’de Asti yakınlarında Monteforte Şatosunda önemli bir Kathari cemaati keşfedilmiş. Asti Piskapos’u tarafından bu cemaatin bazı üyeleri ve civardaki bu görüşün yandaşları bazı soylular tutuklanmışlar. Sapkınlıkdan tövbe etmeleri talebini direkt reddeden tutuklular ölüme mahkûm edilerek yakılmışlar. Ötekiler, hidayete erecekleri umudunu taşıyan Milano Baş Piskaposu Eriberto’nun emri ile, Milâno’ya getirilmişler; ancak, sivil yargıcın “teslis inancına dönme” yolundaki önerisini çoğu sanıklar kesinlikle reddetmiş ve kazığa oturtularak ölmeyi yeğlemişler. 1043-65 yılları arasında, aynı mezhep mensupları Piskapos II. Roger yönetiminde, Châlons’da yine misyonerlik faaliyetine girişmişler. Takibatla karşılaşınca, onların da af istekleri kabûl edilmiş; ama bunların yer altı varlıkları kuşkusuz kabûl ediliyor. 1143 yılına kadar meydanda görünmeyen Kathari cemaati, o tarihten sonra Engizisyonun baş uğraş konularından biri olacaktır. İlerde onlara yapılacak zulûmlere yeniden döneceğiz.
Ne zaman ki, taze Müslüman bir güç olan Selçuk Türkleri, 1071’de Hrıstiyan Bizans’a karşı Malazgirt Ovasında, Anadolu kapılarını İslam’a açan belirleyici bir zafer kazandılar; Hrıstiyan Avrupa feci şekilde paniğe kapıldı. Müslümanlara karşı saldırı önlemleri yanında, (bazıları Haçlı Akınlarına katılsa da) sapkın Hrıstiyan mezheplerine ve Yahudilere karşı da acımasızlık başladı.
İslam’ın yayılması korkusu yanında, o dönemde Doğunun, çok gelişmiş bilim, kültür ve felsefesi sayesinde edindiği göz kamaştıran zenginliği de cahil ve fukara şövalyelerin iştahlarını kabartıyordu. Zenginliği dillere destan Kudüs gibi kutsal yerleri ziyarete giden Hrıstiyan hacılarına Türklerin kötü muamele ettikleri bahanesi ile, Papaz Pierre l’Ermite ve ve Yoksul Gautier adında sefil bir şövalyenin tahrikleri ile ilk gönüllü Haçlı kafilesi 1096’da yola çıktı. Eşit güçler arasında asırlarca süren Haçlı savaşlarının incelenmesi, zayıf gruplara ya da kişilere reva görülen dinsel hoşgörüsüzlük olan konumuza girmez. Haçlı seferleri sürecine, konumuzla ilgisi olan olaylar bağlamında referanslarda bulunacağız.
Bu olaylardan birinin özelliği, asırlardan beri nispeten rahat bırakılmış Yahudilere karşı Orta Çağların ilk kıyımının, çok ilginç bir tecelli olarak, bugün rafine demokrasisine, uzlaşma ve hoşgörü kültürüne hayran olduğumuz İngiltere’de, Haçlı güçlerinin en büyük kahramanı Aslan Yürekli Richard zamanında yapılmış olmasıdır.
İngiltere’deki York Kalesi Yahudi katliamını anlatacağız.