23
Aralık
2024
Pazertesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (28)


ORTA ÇAĞLARDA AVRUPADA YAHUDİ SORUNU: Avrupa devletlerinin, ülkelerinde finans kaynağı olarak tahammül ettikleri Yahudi kolonilerine, ilk kez İngiltere’de, bağnaz Hrıstiyan halk ve menfaatlerini müdrik olmayan, gasp yolundan kısa vadeli kazançların gözlerini kararttığı soylu sınıf’ın (ayrıntıları kayda alınmış) vahşi bir tepki gösterdiğini ve Yahudi kıyımına geçildiğini gördük. Parantez içinde ifade edelim; 1190’ın acı olaylarını Yahudiler unutmadıkları gibi, İngiliz yöneticiler de yabancı düşmanlığı ve dinî bağnazlığın kendi zararlarına olduğunu doğru çözümleyip uzlaşı ve hoşgörü kültürünün ilk dersini alacaklardır. Bu olaylardan çeyrek asır sonra (1215) lordlar ve Krallık arasında (tarihteki ilk anayasa kabûl edilen) Magna Carta’nın imzalanması ile Orta Çağda Avrupa devletlerinde gelenek teşkil etmiş “Curia Regis - Kral Sarayı” dedikleri Saray Divanı, Lordların ağırlığını gösterdikleri, parlamento haline dönüşüyor; aynı asırda, daha aşağı derecedeki soylulardan başlayıp giderek bütün halk kesimi temsilcilerinin çağrıldığı parlamentoda, halk kesimini temsil eden “Avam Kamarası” XIV. yüzyıl boyunca etkisini arttırıp 1376’da, suiistimâl ithamı altında kalan Lordlar Kamarası üyelerini ve danışmanlarını yargılama yetkisi kazanıyordu. XVII. yüzyılda, vergileme, kredi, tutuklama, askere alma, sıkıyönetim gibi konuları parlamenter denetim düzenine bağlayarak (öteki Avrupa devletlerini kasıp kavuran) monarşiyi iyice ehlileştiren 1628 tarihli “Haklar Senedi - Bill of Rights”; 1679 tarihli sanıların haklarını belirleyen “Habeas Corpus”; 1689 tarihli yurttaşların olduğu gibi ülkedeki tüm yerleşiklerin haklarını kapsamlı biçimde düzenleyen “Haklar Bildirgesi - Bill of Rights”ın yazılımı İngiliz tarihinde demokrasinin kilometre taşları olmuştur. Doğallıkla bu gelişmede pek çok değişik etkenlerin rolü oldu ve araya olumsuz olay fasılaları girdi ise de, Yahudi kıyımının ters sonuçları da bu gelişmenin önemli etkenlerinden biri olmuştur.

Ancak, XIII. Yüzyıl sonlarında, hâlâ ilkellikden ve bağnazlıktan kurtulamadıkları için Yahudileri sürekli aşağılayan İngiliz halkının kışkıtmaları yanında sert ve fanatik bir kral olan Edward I. 5000 dolayındaki Yahudi cemaatini, İspanyada hüküm süren Endülüs Emevîlerinin yarattığı hoşgörüden yararlanan Yahudi din bilginlerinin kendi mistisizmleri (Kabalizm) hakkında yazdıkları eserlere duyduğı öfke ile 1290’ın 9.Ağustos günü İngiltereden kovdu. 9.Ağustos günü, Kudüsdeki, Arapların Mescid-i Aksa ya da Beyt-i Makdis dedikleri Bet Amiktaş tapınağının iki kez yıkılışının da yıl dönümü olduğu için seçilmiş olabilir. Ama İngilteredeki tüm Yahudilerin temizlenmediği anlaşılıyor.

Edward’ı tahrik eden olay, daha önce adını, Yahudi rönesansının başlatıcısı onlarak andığımız Arap kültürü almış İbn Meimun’dan (Maimonides) sonra gelen ve onun hayranı Yahudi mistik bilginlerinden Abraham Samuel Abulafia ve Moiz de Leon’un (İbranî dilinde Moşe ben Şem Toy olarak bilinir) Kutsal Kitap hukukunu mistik bir akılcılıkla yorumlayan eserler yazmaları, yerleşmiş inanç teamüllerini aşmaları idi. Özellikle, Moiz de Leon’un “Zohar - Işığın Görkemi” isimli eseri Edward kadar Yahudi din adamalarını da çileden çıkartmıştı; fakat Avrupadaki Yahudi toplulukları bunlardan çok etkileniyorlardı. Ne var ki, Müslüman Endülüsde düşünce özgürlüklerini kullanan Yahudi filozoflarına el uzatılamadığından, onlara duyulan öfkenin acısı Hırısiyan Avrupa ülkelerindeki Yahudi yığınlarından çıkarılıyırdu. İspanyada, 468 yılında, geniş bir Yahudi cemaatinin bulunduğu Toledo’yu işgâl edip, burayı İberik Yarımadasındaki devletlerinin başkenti yapan barbar Vizigotlar 586’da Hıritiyanlığı kabûl edip devlet dini yapmışlar; yahudileri de Hıristiyanlığa geçmeleri için ikna edemeyince zorlamaya başlamışlardı. Sonunda tanassur etmeyen yahudileri köle statüsüne indirip yaşamı onlara zehir etme yolunu seçtiler. Ancak, 711 yılından itibaren İspanyada başlayan Müslüman işgâli ve yayılması Yahudileri de kurtaracak; İslam ve Yahudi bilginleri felsefe ve kültürün gelişmesinde ortak çalışmalar yapacaklardır. Endülüs Emevîlerinin yönetimindeki İspanyada da, denetimden çıkan bazı Müslüman grupların 1011’de Kurtuba’da (Cordoba), 1066’da Granada’da yahudilere karşı bazı saldırılar gerçekleştirdikleri, bu arada 4000 Yahudiye kıyıldığı, Musevî vezir Yosef ibn Naghrela’nın da çarmıha gerildiği kaydediliyorsa da, 800 yıl süren Emevî egemenliği altındaki dinsel azınlıklar, genelde, o çağlarda Dünyanın hiçbir tarafında görülmeyen bir hoşgörüden yararlanıyordu. İslam Aleminin bir bölümü atalarının bu gafletinden şimdi hayıflanıyor ama şimdi Hıristiyanlar, bütün çabalarına karşın kökülarini kazıyamadıkları Yahudilerin ittifakını kazandılar; Avrupa kültürünü “Judeo-Chrétien – Yahudi-Hıristiyan” diye isimlendiriyorlar. Türkiyede ise, II. Cihan Savaşı öncesinden beri, Alman Faşizminin etkisi ile ortaya çıkan Irkçılık-Turancılık akımlarının ve dinci çevrelerin, “Ey Türk, düşmanını tanı” sloganı altında Yahudi karşıtlığı görüle gelmişse de, yönetimce, basiretli bir tutumla, etken zararları engellenmiştir. Hâlâ, çıkarcı, fanatik bazı dinci grupların azınlık düşmanlığını körüklemeye çalılştıklarına tanık oluyoruz. “Özel evrakda sahtecilik” suçu ile 1 trilyon lirayı buharlaştırmakdan hüküm giymiş, şimdi pir-i fâni olmuş eski bir parti başkanının, kendisinin eski tilmizi Cumhur Başkanınca ceza infazı kaldırılır kaldırılmaz biti kanlanıp: “Müslüman yapılacak Avrupada, II. Viyana kuşatmasından sonra Osmanlının gücü kalmadığı için Siyonist etkisi altına girdi” cevheri yumurtlayarak, durup dururken düşman yaratmadaki marazî bir ihtirası dile getirmesi çok ilginçdir. Başka bir ilginç iddia da Turancı geleneği olanların, Hazar Türklerinin Yahudi dinine geçmiş olmalarını inkâr etmeleridir. Böyle ön yargılarla tarih araştırmaları ve yorumu nasıl yapılır? Bilindiği üzere, Balkanlara, İtalya’ya, Kuzey Afrika’ya, İspanyaya (daha sonra da Amerika kıtasına) göçen Musevîlere “Sefaraddi”, Karadeniz kuzeyinden Kıpçakların sürmesi ile Avrupaya açılıp Germanyaya gelenlere “Aşkenaz Yahudileri” adı verilir. Aşkenaz Yahudilerini büyük oranda, daha önce bu dini ne şekilde seçtiklerine değindiğimiz Hazarlar oluşturmaktadır. Hazarlar üzerinde en otorite tarihçi kabûl edilen ABD’li Kevin Alan Brook’un konuda telif ettiği çeşitli eserlerde, Hazarları kendilerine sığınan mazlum gruplara kucak açma insanlıklarını ve bir dine ikrah ve baskı karşısında değil kendi özgür seçimleri ile girme onurunu gösterdiklerini hayranlıkla vurgulamaktadır.

Bakalım, tarih boyuncu Hıristiyanlarla Yahudiler ne kadar dostluk ve ittifak içinde olmuşlar?

Faiz, İslam’da olduğu gibi tüm semavî dinlerde yasaktı; bu itibarla piskaposlar dinen yasak ve süflî bir iş olarak gördükleri tefeciliğin, hele Haçlı Seferleri gibi malî desteğe çok ihtiyaç olduğu bir süreçte, ekonominin işlerliği için zorunluluğunu biliyorlardı ve bu faaliyetin de, Hıristiyanların hizmetindeki aşağılık tabaka Yahudilere bırakılmasını sineye çekmişlerdi. Sineye çekmek şöyle dursun, Avrupa’nın bazı kentlerinde tefecilik yapmadıkça Yahudilerin yerleşmesine izin verilmiyordu. Yahudiler ise, kendi inançları ile kapalı devre yaşadıklarından kendileri için yasak olan faizi başka inançta olanlardan almayı mübah görüyorlardı. İtalyanın Lombardia bölgesindeki bankerlik odağından tüm Avrupaya yayılmış Yahudi tefeciler çok zenginleşmişler; fakat, İngilteredeki katliam örneğinden gördüğümüz üzere düşmanlık çekerek açmaza düşmüşlerdi. Borcunu ödemeye yanaşmayan din adamları, soylular gibi toplumun hatırlı kesimleri alacaklı Yahudilere iftira atıp borçlarının üzerine yatmakdan, Yahudilerin mallarına el koymaktan hatta öldürmekten çekinmiyorlardı. Yahudiler alacaklarına uyguladıkları %45 dolayındaki faizin fahiş bulunmasından da lânetleniyor, mallarının gaspına, hattâ bağnaz halkın Yahudi katliamı için kışkırtılmasına meşruiyet tanınıyordu. Pek çok batıl iftiralar yanında, 1144 yılında, İngilterede Norwich’de, Yahudilere sünnet olduktan sonra kaybettikleri kanı telâfi etmek için bebek kaçırıp kanlarını boşalttıkları suçlaması ve zulûm yapılmıştı.

Tüm Avrupaya yayılan bu iftiraların yarattığı Antise mitizm sonucu ülkelerde Yahudi aleyhtarı gösteriler, kıyımlar ve kovulma olayları dalga dalga yayıldı. Ayrıntıları ile kayda geçen 1190 yılındaki, İngilteredeki Yahudi katliamı gibi ondan önce, ilk İdeolojik ve dinsel duygularla kutsal amaçla gerçekleştirildiği iddia edilen saldırıların ardındaki gerçek güdü de, maddî çıkardı. Haçlı Seferi başlangıç tarihi olan 1196’da, önce Aslan yürekli Richard’ın müttefiki olan fakat sonra onunla bozuşarak yurduna dönen Fransa kralı Philippe August, Almanyada da Kral Friedrich VI. tarafından yahudiler ülke dışı edilmişlerdir. Haçlı Seferleri boyunca bu ülkelerde yerleşik 20.000-30.000 Yahudi nüfusunun 10.000 dolayında bölümü yaşamını yitirdi.

Bunları, 1306, 1394’da yeniden Fransa, 1349, 1360 Macaristan, 1348, 1598 Almanya, 1421 Avusturya, 1445, 1495 Litvanya, 1492 İspanya, 1497 Portekiz deportasyonları izledi.^Bu zorunlu göçler sonucu milyonu aşan nüfus Polonyaya yerleşti.

Haçlı akınlarının malî destek açığını, akınlara katılan tarikat gruplarından Tapınak Şövalyelerinin (Templiers) akın yollarında ikmâl ve kredi istasyonları kurmadaki ve muhasebe sistemine yenilik getirmedeki becerileri kapadı. Bankacılık ise faiz günahında larj davranan Lombardialı Hırıstiyan bankerlerin eline geçti. Fakat bunlar murabahacılıkda Yahudilere rahmet okuttular; kurdukları tekelden de yararlanarak faiz oranını %250’ye kadar yükselterek maddî çıkar tutkusunun dini, imanı olmadığını gösterdiler. Hırıstiyan soylu tefecilere karşı mazlûm borçluların dişleri geçmez oldu.

Yayın Tarihi : 26 Ağustos 2008 Salı 14:25:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?