REFORM HAREKETİ VE PROTESTANLIK I. (Humanisma) : Katoliklerin karşısına çıkan, kendi deyimleri ile yeni sapkınlık artık alt edilmeyecek türdendi dedik. Alt edilemeyecekti. Zira dayandığı kök, tarihi çok eskilere giden bilimsel bir değerlendirme ürünü “Humanizma” idi. Anlamı “İnsancılık” olan bu düşünce akımı, evrensel ve canlı türü itibariyle bir bütün olarak “insan”ın, özellikle, aklını kullanmadaki, doğruyu ve yanlışı seçebilmedeki yetileri, vicdanî duyguları bakımından değerlendirilip onurlu bir konuma yerleştirilmesi tezleri ile donanmıştır. XV. asırda, Rönesans hareketinin başlarında, İtalya’da, “klasik edebiyat” öğretmenlerini ve öğrencilerini nitelemek için kullanılan “Umanista-Hümanist” deyiminden esinlenerek, 1808’de yukarda tanımladığımız akım “Humanizma” olarak isimlendirilmiştir.
Aklın yolu birdir; çeşitli zamanlarda ve farklı toplumlarda filozoflarca, etik anlayışla işlene gelmiş bu düşünce doğaüstü varlık ya da varlıkların yönetimine bağlanma yönünde, mantığa dayanmayan inanç’ın sert bir anitez’i oldu. İnsanların, eşitliğe yer vermeyen, dar çerçeveli kalıpları olan tapınak kültü ile yönetilemeyeceği, bunun büyük çoğunluğun ızdırabına yol açtığı anlatılmaya çalışıldı.
Ancak, çoğu yandaşı din eğitimi ve formasyonu almış, hatta din’i meslek edinmiş kimseler olan Humanizma, genel planda, evreni derinden algılama ve sezme felsefesidir. Bu bakımdan sezgi, içgüdü, içe doğma, mistisizm ve vecd (dinsel coşku) geçerli bilgi kaynakları olarak itibar edilmeseler bile, akıl disiplini çerçevesinde değerlendirilmek kaydı ile, varlık olgusuna ulaşmada ek ufuklar açan yararlı esin araçları gibi görülür.
Köklerinin Anadolu Iyonya filozoflarına dayandığı söylenen Humanismanın, antik Yunanın Yedi Âkil Adamından biri olarak ve “Kendini tanı” özsözü ile tanınan, bilimin koşulu olarak “kanıtlanma” ögesine yer veren Milet’li panteist Thales tarafından başlatıldığı kabûl edilebilir. Tanrıları tanımayı reddeden, Kolofon’lu (İzmir “Değirmendere) Ksenofanes ise evren’de tek ruh anlayışı ile “ilâhîliği” kabul etmektedir. Klazomenai’lı (Urla) Anaksagoras, evren’i tanımada bilimsel yöntem olarak “özgür düşünce”nin ilk savunucusu olmuştur. Iyonya’lı bu filozoflar, Atina Arkhantos’u Perikles’in “demokrasi”yi oluşturmasında etkili olmuşlardır. Daha birçok Yunanlı filozof Iyonyalı üstadların yolunu izlediler.
Paralel düşüncelere, hemen hemen aynı asırlarda (M.Ö. VI. ve V. Asırlar) Hind’de Gautama Buddha’da, Çinde Konfiçyüs’de rastlıyoruz.
Ortaçağ İslâm düşünürleri de bilimsel araştırmalarında, antik Yunan’ın hümanistik, akılcı ve bilimsel söylemlerini izlediler. Çoğunlukla bireyciliğe, arada sırada laikliğe, şüpheciliğe ve serbest düşünceye kapılarını açtılar. Avrupa Rönesansı da varlığını, Farabî, İbni Sîna, belki de Avrupa “Aydınlanması”na ilham veren“İşrakiye-Aydınlanma” felsefesinin kurucusu Şihabettin Sühraverdi gibi İslâm filozoflarının açtıkları akıl kapısına borçludur. Bu sayede Rönesansın, Hollandalı ilâhîyatçı Erasmus, İngiliz düşün adamı (ve Roma Katolik Azizi) Thomas More, Fransız yazar François Rabelais, İtalyan ozan Francesco Petrarca ve İtalyan bilim adamı Giovanni Pico della Mirandola insan sevgisi dolu ürünlerini verebildiler.
Elbette, ne kadar güçlü olursa olsun, bu felsefî akımların, din istismarının kurbanı inanmış cahil kitlelere ulaşması, ulaşsa da anlaşılabilmesi mümkün değildi. Bu insanların kurtarılıp aydınlığa kavuşturulması gene vicdan sahibi ve önceleri engizisyon kurbanı olmuş (maniehistlik, katharlık gibi) din akımlarını bilen din adamlarının eliyle olacaktı. Bu yüzden, yani din üs’sünden hareketle Katolikliğe protest (tepki) teşkil eden Lutherism, Calvinizm gibi reformatör akımlar da humanizma’ya karşı farklı tavırlar almışlardır. Fakat, temel güdü, inancın “ruhban-rahipler” yönlendirilmesinden çıkarılıp, kişinin kendi kabûlüne bağlanması idi. Bu da, evrensel rehber olan kutsal kitap İncil’in (Katharlarda olduğu gibi) inanç sahibinin doğrudan kendi yorumuna bırakılması, bu nedenle onun diline çevrilmesi ile mümkün idi ki; bunun anlamı sekülerizm (bir tür laiklik) oluyordu. Bu bakımdan, Alman ilahiyatçı ve dilbilimci Martin Luther ve yandaşları kendi Protestanlıklarına “Evanjelizm-İncilcilik” adını vermişlerdir.
Protestanlığın Almanyada zuhuru rastlantı değildir. Birliklerini sağlayamamış Alman beylikleri çoğunlukla reform’a sıcak bakıyorlardı. Papalığın da bu karışık ülkeye kolayca hükmü geçmiyordu. Luther, görüşü doğrultusunda İncil’i o zamanın anlaşılır Almancasına, edebî ustalığı ile çevirmiştir. Ondan önce (başta, İngilterede Lindisfarne Başpiskaposu Aldred olmak üzere) İncil’i Latinceden kendi dillerine çevirmeye çalışanlar oldu ise de, kendi eskimiş dillerinin Latince ile karışımı olan bu İnciller anlaşılır olmaktan uzaktı ve artık çeviri etkinliği Papalık tarafından engelleniyordu.
Protestanlığın Fransız versiyonunu inşa eden Jean Calvin’in, Papalığın direkt etkisi altındaki Fransada “Evanjelizm”den söz etmekden kaçınmasına karşın, Reform hareketi Fransanın altını üstüne getirecek, Protestanları acımadan ezen ruhban’ın itibarı, korkunç Fransız devrimi nihaî olarak sona erecektir.
Reform’un sebep ve güdülerinin biraz daha ayrıntılı verileceği önümüzdeki bölümden sonra kanlı sonuçlarını anlatacağız.