RUS EGEMENLİĞİNDE YAHUDİLER:
![]() |
Fransız ressam Paul Delaroche’un 1838’de yaptığı yağlı boya “Büyük Petro” tablosu |
XVIII. asrın sonunda, sınırlarını Sibirya steplerinden Vistül Irmağına, Baltık’dan Karadeniz’e kadar uzatarak dünyanın en geniş imparatorluğu haline gelmiş olan Rusya’nın Batı Avrupa uygarlığını model alma çabasına ilk girişen reformcu hükümdarı, o asrın başlarında (bizim Deli Petro dediğimiz) Çar I.Pyotr olmuştu. 1697’de Büyük Elçilik Kurulu denilen kalabalık bir grup eşliğinde, Osmanlılara karşı ittifak aramak için gittiği Avrupa ülkelerinden, özellikle Hollanda ve İngiltere’deki ileri kurum ve tekniklere hayran olmuş; ülkesinde yapmaya niyetlendiği reformun hazırlık çalışmalarına hemen buralarda başlamıştı. Amsterdam tersanelerinde iri cüssesi ile kaçak işçi olarak bile çalışmıştı. Maiyeti ile birilikte ziyaret ettiği bir dişçi muayenehanesinde çok çeşitli edevatın ne olduğunu merak etmiş; diş çekmek için salt nalbant kerpeteninin kullanıldığı ve ağız derinliklerindeki azı dişlerinin çekilemediği Rusya’nın tersine her tür diş çekimi için teknik aletlerin nasıl çalıştığını gözüyle görmek için bir uygulama yapılmasını istemişti. O anda hazırda çürük dişli bir hasta bulunmadığından, maiyetindeki bir muhafız eri yaka paça sürükleyip onun sağlam dişini zorla çektirtmişti. XVIII. asra girerken reformatör Çarın uygarlık düzeyi bu idi. O asır boyunca, bazı Rus soyluları kıyafet değiştirmeye, Avrupa salon adabını öğrenmeye başladılar. Bir kısım aydınlanmış grup çeşitli sanat dallarında Avrupalı muadillerine yetişmeye çalıştılar. Hatta XIX. asırda Avrupa standartlarını aşanlar bile oldu. Ne var ki, koskoca ülkenin uçsuz, bucaksız steplerinde, kırlarındaki murdar kulübelerde yaşayan yarı barbar, miskin, saç-sakal birbirine karışmış korkunç yüzlü, pis kıyafetli, batıl inançlardan yakalarını sıyıramamış insanlara bu aydınlığın taşınması imkânsızdı. Kentlerin, kasabaların tek süsü, küçük kubbelerle kucaklanmış Yunan Ortodoks modeli kiliselerdi. Halkın Ortodoksluğa alabildiğine bağnazlıkla bağlanmaktan başka manevî çıkış yolu yoktu. Papazlar, VII. asırda koca Hazar Krallığını, XVI. asırda Yunan Ortodoks ruhbanının gözde simalarını ayartarak menfur dinine çekmiş, İsa katili, kâfir Yahudi’yi yok etmek kutsal hedefini gösteriyorlardı. Bu hedef sofu halka tarih boyunca telkin edilmişti. IV. İvan’dan beri Yahudilerin Rusya’da yaşamalarına izin verilmiyordu. XVIII. asırda da, Polonya Yahudisi tacirlerin Rusya’da ikamet etme dilekleri Petersburg Sarayından sert biçimde çevriliyordu. Deli Petro, ülkenin hızla kalkındırılması çerçevesinde binlerce yabancı uzman ve sanatkârı davet ederken Yahudilere izin vermeme geleneğini asla bozmamış; “karşımda Yahudi yerine Müslüman ya da putperest görmeyi yeğlerim. Benim görevin belânın kökünü kazımaktır; onu çoğaltmak değil” demiştir. Yarım asır sonra, 1762’de Çariçe II. Ekaterina (Katerina) da, karşısına bir grup Yahudi tacirin ülkeye giriş dileği getirildiğinde:”İsa düşmanlarından gelecek kâr’ı lanetlediğini” söylemiştir. Aynı yıl, gene dış temasları hareketlendirmek amacı ile tüm yabancıların yurda girebilmeleri ve yerleşebilmelerine izin veren bir fermana “kromye Zhydov-Yahudiler hariç” kaydını koymuştur. Bu kayıt, bunu izleyen başka ukase (ferman) ve nizamnamelerde aynı şekilde yer alacaktır.
![]() |
Feodor Rokoyov’un 1770’de yaptığı yağlı boya “Ekaterina II” tablosu (St. Petersburg’da Ermitage Müzesinde sergileniyor.) |
Ne tecellidir ki, onyıl sonra, Polonyanın ilk paylaşımında, Katerina bir milyona yakın Polonya Yahudisini tebaası olarak kucağında buldu. Bilinen önyargılarına göre bunlara karşı sert önlemler alması beklenirken siyasetin azizliği onu farklı ve kararsız tavırlara sürükledi. Kökende bir Alman prensesi olduğu için Prusya ve Avusturya saraylarının entelektüel çevreleri ile sürekli teması oluyordu. Çağdaş humanist felsefeden nasiplenmişti. Bu kazanımlar konuşmalarına, icraatına ve ülkede tesis ettiği sanat ve bilim kurumlarına yansıyordu. Dinsel konularda açık fikirli olduğunu kanıtlamak için, Müslüman tebaasına yönelik bir “Dinsel Hoşgörü Fermanı” yayınlattı. Fakat bunun içeriği sözde kaldığı gibi, hükûmet teşkilâtını da, çağdaş Avrupa anlayışından tümü ile uzak bir tür feodalite sistemi ile güçlendirme; çok geniş devlet topraklarını, her hangi bir resmî hizmet karşılığı olmadan güvendiği soylulara dağıtma yoluna gitti. Mujiklerin hâli daha umutsuzlaştı. Merkezî yönetimin zayıfladı; Çariçenin kaprislerine ve dirayetsiz bürokrasiye bırakıldı. Buna paralel olarak Yahudilere karşı tavır da ne olduğu belirsiz hale geldi.
1772’de Polonya’dan ilhak edilmiş topraklardaki Yahudilere tüm serbestînin tanındığı ilân edilmişti. Ama, 20 yıl kadar süre içinde Polonya’nın ikinci ve üçüncü paylaşımı yüz binlerce daha Yahudiyi eski tebaaya ilâve edince işler karıştı. Katerina sözünden çark etti. 1794 ukase’si Yahudilerin faaliyetini eski kukla Polonya Krallığında tesis edilmiş çitler içine sınırlandırıyordu. Yahudileri, İspanyadaki 1492’ sürgünü ve Avrupa’daki XVI. asır gettolarından daha beter bir yaşam bekliyordu. Çariçenin çektireceği başka çileler de vardı. Rusya’daki tüm iktisadî işletme olarak çalışan mülkler için kurum ve cemaat vergileri getirmiş; bu vergiler (Rusyada diğer etnik gruplara kıyasla daha çok saygı duyulan Kıpçak asıllı Karay Türklerinin mensubu olduğu Karait mezhebi hariç) Yahudilere iki kat yüklenmişti. Kahal’ların yönetsel ve dinî özerklikleri gibi, diğer cemaat hakları korunuyordu. Ancak, 1796 fermanı adlî özerkliği de kaldırdı; Yahudiler kendi aralarındaki uyuşmazlıklar için devlet mahkemelerine gelir oldular.
Çariçenin 1796’da vefatından sonra halefleri de Yahudilere karşı kafalarına eseni yapma geleneğini sürdürdüler. Oğlu Pavel I. aciz biri idi. 1801’de bir Saray ayaklanması sonucu öldüğünde yerine geçen oğlu I. Aleksander yakışıklı ve zarif bir salon adamı gibi görünmesine karşın meczup derecesinde sofu idi. 1815’de Viyana Kongresinin yapıldığı sıralarda, manyak softa Alman Barones Julie von Krüdener ile karşılıklı diz çökmüş, haç çıkarıp vecde gelmiş durumda görülmeleri çok büyük şaşkınlığa neden olmuştu. Belki de Avrupa’nın Napoleon sonrası dine dönüş eğiliminin öncülüğünü yapıyordu. Egemenliği boyunca, halkının üzerine kilise kâbusunu olanca ağırlığı ile çökertti; ülkeyi Bizans ortaçağına geriletti.
![]() |
Tüm Rusya topraklarının Çar’ı, Polonya Kralı ve Finlandiya GranDükü Alexander I. |
Yahudi varlığı da gerçekten gaile yaratanı bir olgu idi. Tahta geçtiğinde devraldığı Yahudi nüfusu bir milyona yakındı; 1815’de kukla Polonya Krallığının da ilhak’ı üzerine 200.000’i daha eklendi. Acayip giysileri, ibadetleri, dinî uygulamaları, kendilerini diğer gruplardan ayrı tutan tavırları ile asimile edilmeleri olanaksız bu insanlar çekilebilecek gibi değildi. Danışmanlığını yapan ozan senatör Gabriel Dzyerzharin’in önerisi ile önce yumuşak tavır deneyip bazı özgürlükler getirdi. Fakat 1804’de, “Yahudilerin Teşkilâtlanmasına Dair Tüzük” adı altında bir tür Yahudi Anayasası metni hazırlanıp önüne getirildiğinde tahammülü kalmamıştı. Önerideki birçok serbestî ve hakları budayıp kuşa çevirdi. Yahudiler kendi cemaatleri için vergi koyamayacaklar, onlar üzerine yüklenen vergi tahsilâtını kendileri yapamayacaklardı. Kahallerin ruhanî hakları da kırpılıyor; “Herem” (bir şeyi yasaklayan duyuru-haram) yayınlayamaz, cemaat üyelerini aforoz edemez oluyorlardı. Kentlerde asimile edilmeleri umudu olmayan bu toplumun ülkenin güneybatısında yeni edinilen toprakların işlenmesinin hızlandırılması amacı ile oralara gönderilmesinin teşviki uygun olacaktı. Bu yeni topraklarda yerleşip tarım yapmaları karşılığında 5 yıllık vergi bağışıklığı tanındı. Fakat toprak kiralamaları, han ve birahane işletmeleri kesinlikle yasaktı. Bu yasağı ihlâl edenler büyük kentlere geri gönderilecekti.
Aleksander’in, bütün bu önlemlerin zoru ile Yahudilerin Ortodoksluğa dönerek Hrıstiyan toplumla kaynaşmaları hedefi (amalgamasyon) gerçekleşemiyordu. Yahudilerin kendi aralarında gizli yargılamalar, “herem” yayınlamaları, meslekî yasak ihlâlleri de engellenemiyordu. Bu hükümlerin tatbiki 1808’e ertelendi. Yahudi çocuklarına serbest olduğu bildirilen okullarda Hrıstiyan baskı ve propagandası olduğu için hiçbir zaman Yahudi öğrenci sayısı sembolik olmakdan ileri gidemedi. Yarım milyon kadar Yahudi için sürgün yaptırımını işlerliğe koyma niyetindeki Çar kahallardan onbinlerle af dileği yanında, ekonomik yıkım tehlikesine işaret eden makûl boyarlardan da (soylu sınıf) gelen itidâl önerisi karşısında hareketsiz kaldı. Ardından, Jena savaşında Yahudilerin Napoleon’a destek vermeleri onu şaşırttı; Paris’teki Sanhedrin’in etkisine tanık oldu. 1812’de Napoleon’un yıkıcı istilası püskürtüldü ise de bunu izleyen sorunlardan başını kaşıyacak hâli kalmamıştı.
Napoleon’un Waterloo yenilgisi ise, sırtında onunla ittifak sorumluluğunu taşıyan, ana vatan olarak Rusyayı değil, Polonyayı benimsemiş olan Yahudileri derin bir umutsuzluğa ve karanlık bir geleceğe itti. Viyana Kongresinin düzenleyicisi Avusturya Başbakanı Klemens Metternich’in “monarşi meşruiyetinin ve statükonun korunması, reform adına düzenlenen halk hareketlerinin yasaklanması” ilkesine sımsıkı sarılarak tutuculuğunu iyice pekiştirmiş; Yahudiler Kafkaslara girmekten menedilmiş; Volhina’nın sınır bölgelerinden, Mogilev ve Vitebsk’in kırsal alanlarından çıkarılmışlardı.
Gene de, toprak kölesi olarak kullanılan, leş gibi pis, partal giysilerini çıkarmadan döşeğe giren, koyu karanlık bağnazlık içindeki tipik Rus çiftçisi olmadıklarına şükreden Yahudiler vardı.