25
Mayıs
2025
Pazar
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (1)

1-VAHŞÎ VE YÖNETİLEMEZ BİR KADINLA EVLENEN GENCİN ÖYKÜSÜ

Bu isimdeki öykü, “Akıllı” unvanlı Kral Alfonso’nun yeğeni olup 1282-1349 yılları arasında yaşamış Infante de Castilla (Kastilya prensi) Don Juan Manuel tarafından Kastilyen İspanyolcası ile yazıldı. Şimdiki Toledo İlinde buluanan Escalona Şatosunda doğmuş Don Juan Manuel zengin bir kültür birikimi olan kibirli bir aristokrat, saraylı ve savaşçı idi. Politikadan şahin avcılığına, astronomi, doğal bilimler, tarih, hukuk, ilahiyat üzerine yazarlığa, at biniciliği, kılıçla düello ve mutfak sanatına kadar çok çeşitli uğraş alanları olan olağanüstü aktif bir insandı.

 “LucanorKontu”yazarı Don Juan Manuel’in Murcia Katedralindeki duvar resmi

Babasının Kastilya Kralı III. Fernando’nun oğlu Villenalı Juan Manuel, annesinin Savua’lı* Beatrice olduğunu belirtirsek böyle bir kişiliğe olanak veren ailevî altyapısını açıklamış oluruz. Babasının ikinci eşi olan Beatrice’nin 1292’deki vefatı ile kendisi Peñafiel (Penyafiel) Dükü oldu. Daha 12 yaşında, Mağribîlerin (Kuzey Afrikalı Müslüman Berberîler) Granada’dan Murcia’ya** kadar geniş bir alanda yaptıkları saldırıları püskürtme seferlerine katılmıştır. Siyasal ve ekonomik güdülerle üç kez evlenmek durumunda kalmıştır. Hobi olarak edebiyatı seçmesi, o zamanlar soylu İspanyollara yakıştırılmadığından eleştirilmiştir.

Edebî kişiliğine gelince, yazılarında yaşadığı ortaçağın çok ilersinde bireyselci bir ruhu yansıtıyordu. Çok ustalıklı bir kaligrafi ile yazdığı her metin mutlaka onun zarif imzasını taşırdı. Soylular kadar halk tabakasını ilgilendiren konulara el atıyor; feodal beylerin de, onlara tabi olan vassallerin de nasıl davranacakları hakkında kurallar getiriyordu. Bu anlayışı ile kendisinden iki asır sonra, bir “Hükümdar”ın nasıl eğitilmesi gerektiği hakkında kitap yazacak olan Niccolò Machiavelli’nin önüne geçmiş; edebî Rönesansın müjdecisi olmuştur.

Yazın’da en büyük başarısı “El Conde Lucanor-Kont Lucanor” da böylesine öğretici ve ahlâkî içerik taşımakla birlikde küçük insanların öyküleri ile de süslenmiş olup bunu izleyecek “Novela picaresca-serseri öyküleri”ne de yol açacak bir öncülük yapmıştır. Kitabın ana kahramanı Kont Lucanor, hareket tarzı hakkında özel sekreteri Petronio’dan tavsiye ister; Petronio da görüşlerini ona incelikli bir biçimde anekdotlar, macera öyküleri formunda iletir. Bu öykülerin bazısı yazarın kendi düş ürünü ise de çoğunlukla folklorik birikimden, Latin yazarı Plinius’un “Doğa Tarihi”, Yunan öykücüsü Ezop’un “Hayvan Masalları”, Hint folklorundan derlenme hayvan masalları “Pançatantra”, Arap “Binbir Gece Masalları”, Aziz Luka İncili gibi bir Dünya Edebiyatı antolojisinden alınmadır. Böylece bu kitap da başda Cervantes, Calderón***, La Fontaine, Hans Christian Andersen olmak üzere pek çok yazara kaynak olmuştur. Yazar, Petronio’nun verdiği meseller olarak sunulan bu öyküleri “Doğru hareket tarzının örnekleri ile ilgili Kont Lucanor ve Peronio’nun Kitabı-Libro de los ejemplos del conde Lucanor y de Petronio” diye adlandırır. Ayrıca, bu kitap, Avrupa’da bir ulusun ana dilinde yazılan ilk eserdir. Don Manuel de İspanyanın ilk yazarı olup, İspanyol düzyazısının kurucularından biridir.

Don Juan Manuel, kızı Constanza’yı gelin ettiği Kral Alfonso’ya, onun Constanza’yı Toro Kalesine hapsetmesinden sonra düşman olmuş, beş yılı onunla savaş ederek geçirmişti. 1340’da Papa araya girerek onları barıştırdı. Don Juan bu kez Kralla birlikde Müslümanların elindeki Elcezire kentini almak üzere Rio Salado Savaşına katıldı. Bu olaylardan sonra Murcia ilinde yerleşip son yıllarını geçirdi. Bütün eserlerini bir ciltte toplamaya başladı. Fakat bu külliyat bir yangında yok oldu.

*Savua (Fr.Savioe, İtalyanca Savoia, İng. Savoy) Alplerin batı eteklerinde bir “Dükalık”.
**Murcia: İspanyanın Güneudoğu Akdeniz kıyısındaki özerk bölge
***Calderón (Pedro … de la Barca) : XVII. Yüzyılın çok ünlü bir İspanyol ozanı ve tiyatro yazarı.

Gelelim, biraz naiv ve primitif ifade tarzı taşımakla birlikte, gerçekten her zaman geçerli bir hayat dersi olması bakımından değer taşıdığı için seçilen bir örnek olan öyküye:

Çok yıllar öncesinde bir köyde bir Mağribî hayattaki tek oğlu ile birlikte yaşarmış. Delikanlı babası gibi çok iyi yürekli imiş ama her ikisi de pek yoksulmuşlar. Aynı köyde, keza çok temiz yürekli, ayrıca zengin bir Mağribî ve onun da anılan gencin tam tersi mizaçda bir kızı varmış. Genç ne kadar nazik ve tavırlarında ne denli dikkatli ise kız aynı ölçüde kaba ve şirretmiş. Kimse böyle bir iblisle evlenmeye heves etmiyormuş.

Bir gün delikanlı babasının yanına gelerek, içinde bulundukları fakrü zarurete daha fazla dayanamayacağından yakınmış ve ekmeğini kazanmak için köyünü terk edeceğine zengin bir eşle evlenmeyi tercih edeceği yolundaki görüşünü iletmiş. Baba ona hak vermiş. O zaman çocuk zengin hemşehrilerinin kötü huylu kızı ile evlenme fikrini açıklamış. Bunu duyan baba büyük bir telaşla: “aman!” demiş: “ne kadar fukara olursa olsun aklını yitirmemiş olan hiç kimse onunla evlenmek gibi bir düşünceyi aklının köşesinden geçirmez; hiç kimse…” Ancak delikanlı öylesine ısrarcı olmuş ki baba sonunda evlenme girişimi hazırlığına geçmekden başka çıkar yol bulamamış. İyi yürekli, zengin adama gidip, oğlu ile konuştukları her şeyi ve oğlunun onun kızı ile evlenme dileğini ona nakletmiş. Zengin adam bunu duyunca:

“Hayırdır İnşallah, ben senin bu önerini kabûl edersem sana hiç de dostça davranmış olmam; zira senin pırlanta gibi bir oğlun var; onun ölümüne ya da yaralanmasına gönlüm kail olmaz. Benim kızımla evlenirse ya ölür ya da yaşamı âzap içinde geçer. Ama, ben bu şirret kızdan yakamı sıyırmak için, eğer senin oğlun çok istiyorsa ona da başka birine de teslim ederim.

Arkadaşı adama gönül dolusu teşekkür ettikden sonra, evlenmeye çok teşne oğlu ile birlikde düğün hazırlıklarına başlanmış.

Düğün icra edilmiş; gelin damadın evine getirilmiş. Mağribîlerde, yakınlarının gelin ve güvey için bir akşam yemeği sofrası hazırladıktan sonra evi terk etmeleri ve ertesi güne kadar onları yalnız bırakmaları âdettenmiş. Bu gelenek yerine getirilmiş ama gelinle güveyin ana babaları ve diğer yakın akrabaları, ertesi gün damadı ölmüş ya da yaralanmış bulma olasılığından fena hâlde kaygı içinde imişler.

Iberia’daki Mağribîler (“Bayad ve Riyad Masalı” adlı el yazma kitaplarından kendi tasvirleri)

Gelin, güvey evde yalnız bırakılır bırakılmaz masaya çökmüşler. Ağızlarını açıp konuşmaya başlamadan önce damat etrafına bakınmış; köpeğine seslenerek çok sert bir sesle ”Köpek” demiş: “bana ellerimi yıkamam için su getir”

Köpek oralı olmamış. Genç adamın yüzü korkunç biçimde gerilmiş; daha şiddetli bir sesle ellerini yıkamak için köpekten su istemiş. Köpek yerinden kımıldamamış. Köpeğin aldırmadığını gören adam gözleri ateş saçarak yerinden fırlamış, hançerini çekmiş ve köpeğe saldırmış. Onun bu hâlini gören köpek kaçmaya başlamış; masa ile ocak arasında çılgın bir kovalamaca sonunda delikanlı köpeği kıstırıp kafasını kesmiş. Büyük bir gazap ve üstü başı kan içinde masaya dönmüş. Tekrar etrafına bakınmış yanaşma kediyi görünce ona ellerini yıkamak için su getirmesini emretmiş. Kedi de onu iplemeyince: “Seni mel’un, görmedin mi beni dinlemeyen köpeğe ne yaptığımı? Tanrıya yemin ederim, sen de dinlemezse anynını sana da yaparım.

Doğal olarak kedi umursamamış; çünkü hayvanların geleneğinde yıkama suyu taşıma yokmuş. Kendisine kulak asılmadığı gören adam ayağa kalkıp kedinin bacaklarından tuttuğu gibi onu ölümüne duvara çarpmış. O gazub ve dehşetengiz hâli ile masaya oturup gerine gerine gözlerini etrafda dolaştırmış. Olayları dikkatle gözlemleyen karısı da onun bir çılgın olduğu kanısına varmış; hiç ağzını açmıyormuş.

Yeniden çevreyi gözleyen damat biricik atını fark etmiş; ona da aynı sertlikle su getirmesini emretmiş. Ondan da olumlu yanıt alamayınca: “Hey, Sayın beygir! Benim tek atım olduğuna güvenip sana bir şey yapamayacağımı mı sanıyorsun? Bana bak, dediğimi yapmazsan, diğerlerine yaptığımı sana da aynen uygulayacağıma yemin ederim. Dünyada hiçbir yaratığın bana itaatsizlik etme gafleti gösterme lüksü olamaz. Fakat at da yerinden kımıldamaz. Genç adam onun da itaatsizliğini görünce yerinden fırlayıp zavallı hayvanın kafasını keser. Onun tek atına da kıyabildiğini gören ve lâfını dinlemeyen herkese aynı şeyi yapacağını işiten karısı işin şaka götürür yanı olmadığını düşünür. Öylesine korkar ki kendi canından kaygıya düşer. Adam ise pür şiddet ve hiddet, kan revan içinde masaya döner ve yüzlerce at, erkek, kadın, dünyada kim olursa olsun, kendisine itaatsizlik edene aynı cezayı reva göreceğini yineler. Sonra, elindeki kanlı hançerle sandalyeye oturarak etrafı gözden geçirmeye başlar. Ne sağında ne solunda başka bir canlı görmeyince asık yüzle, elindeki kanlı hançeri kaldırıp, hırlayarak karısına: “Kalk, elimi yıkamam için su getir!” der.

Onu dinlemezse parça parça edileceğini düşünen kadın telaşla yerinden fırlayarak suyu getirdi. Adam “Tanrıya şükür söyleneni yerine getirdin,” dedi: “yoksa aynı şeyi sana da yapmaktan çekinmezdim!”  Sonra yiyecek bir şeyler getirmesini istedi; bu emri de hemen yerine getirildi. Ve bu regula sürdü gitti; ne zaman hançeri havada, dik sesle karısından bir şey istese, suratının doğranacağını sanan kadın hiç itiraz edemiyordu.

İlk gece böyle geçti. Adamın söylediklerine karşı gelin hiçbir fikir ileri süremiyordu. Bir süre uykuya vardılar. Adam dedi ki: “Şu ana kadar dün gece olanlardan dolayı hiç gözüme uyku girmedi. Sabah kimsenin beni uyandırmasına izin verme; bana da güzel bir kahvaltı hazırla.”

Sabahleyin ana-babalar ve hısım akraba kapının önüne doluştular; içerden hiçbir ses gelmeyince damadın ya ölü ya da kendini bilmez şekilde yaralı olduğunu düşündüler. İçerde sadece gelinin dolaşmakta olduğunu farkedip bu kanaatlerine iyice emin oldular.

Gelin ise onları kapıda görünce, ayak parmaklarının ucuna basa basa ve korkudan yarı ölü durumda yanlarına geldi: “Çılgınlar, hainler, burada ne arıyorsunuz? Burada gevezelik edip gürültü çıkarmaya nasıl cesaret ediyorsunuz? Sesinizi kesin yoksa hepimiz cartayı çekeriz. Bunu işitenler hepten apışıp kaldılar ve bu manyak kadını dize getiren gence büyük bir saygı duydular. O günden beri gelin dünyanın en itaatkâr ve uysal kadını oldu ve mutluluk içinde yaşadılar.

Bu olaydan bir kaç gün sonra damadından bu dersi alan kayın peder aynı şeyi uygulamak istedi; kendi karısının gözü önünde bir horozun kafasını koparttı. Fakat kayın valide: “Geçmiş ola, Sayın Sümsük! Bu saaten sonra yüz beygir de kessen senin hiç bir işine yaramaz. Artık, birbirimizi çok iyi tanıyoruz...

Başlangıçda kim olduğunu göstermemişsen
Vakit geçtikten sonra çalımın hiç sökmez.”
*

*Bu çifte dizelik final İspanyolcada manzum mesel olmuştur:
“Si al comienzo no muestras quien eres
Nunca podrás después, cuando quisiéres”

Yayın Tarihi : 25 Temmuz 2010 Pazar 21:28:31
Güncelleme :25 Temmuz 2010 Pazar 21:38:42


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?