FRAY GÓMEZ’İN AKREBİ (EL ALACRÁN DE FRAY GÓMEZ) II.– RICARDO PALMA
![]() |
Bir manastırdaki keşişler (frère’ler- biraderler) |
O gün, Fray Gómez’in mucizeler gerçekleştirme kıvamında olduğu anlaşılıyordu. Nitekim revire temizlik ve bakım için gittiğinde, sürekli baş ağrılarından muzdarip San Francisco Solano’yu portatif karyolası üzerinde daha da dayanılmaz sancılarla kıvranırken bulmuş; onun nabzına bakmış ve demişti ki:
“Mübarek Efendimiz, çok zayıf kalmışsınız; iyi bir beslenmeye ihtiyacınız var.”
Azizler katındaki Peder: “Ama, birader hiç iştahım yok.” diye yanıtladı.
“Bir gayret, Muhterem Peder, hiç olmazsa şu birkaç lokmayı yiyiniz.”
Nezaretçi birader öylesine ısrar etti ki, hasta, onun, kapris yapılamayacak ve hava atılamayacak böyle bir koşulda Kral Naibinin bile dayanamayacağı bir sınıra gelen cesurca niyazlarından yakasını sıyırmak amacı ile:
“Pekâlâ, Birader, sadece bir çift uskumru bana yeter zannederim.” Der demez, Fray Gómez sağ elini kaldırıp sol kol yeni içinden, denizden o an çıkmış kadar çırpınmakta olan taze iki uskumruyu ortaya çıkarıverdi:
“İşte, Peder, bunları afiyetle yersiniz. Ben hemen gidip onları pişireyim.”
Ve, böylece kutsanmış uskumruların büyüsü ile Aziz Francisco iade-i afiyet eyledi.
Ve, anlattığım bu iki küçük mucizenin öyküsünün, salt söylentilerle ortaya çıkarıldığını sanmıyorum. Ben, kendimi sevgili aday biraderin yaşamını ve mucizelerini nakletmeye hasretmek gibi bir niyetim olmadığı için, onun gerçekleştirdiği diğer tüm mucizeleri mürekkep hokkamda bırakıyorum.
Ancak, meraklıları tatmin için, manastırın hâlâ revir olarak kullanılan küçük kemer altı hücrelerinden ilkinin kapısı üstüne gerilmiş bir tuval üzerinde yağlı boya ile yazılmış kayıtta o iki mucizeyi de anlatan şu ifadelerin yer aldığına işaret etmek isterim:
![]() |
Chuquisaca Kilisesi |
Muhterem Birader Gómez. 1560’da Extramadura’da doğdu. 1580’de Chuquisaca’da* hil’at (resmî giysi)** kuşandırıldı. Lima’ya 1587’de geldi. Hizmetini kırk yıl boyunca sürdürdü; her türlü erdem ve meziyet ehli idi; semavî yetenekleri ve hünerleri vardı. Yaşamı sürekli bir mucize idi. 1631 yılının 2 Mayısında, azizlik onuru ile Dâr-ü beka’ya intlkâl etti.
Bir sabah Fray Gómez hücresinde vecd-ü istiğrak içinde iken kapısının çok yavaş ve mütereddit bir tıkırtı ile çalındığını, muhcup ve ricacı bir tonda sesin:
“Deo gratias….Tanrıya şükran!” dediğini duydu.
Fray Gómez: “Her daim, her daim, amin. Gel içeri genç kardeşim” diye yanıtladı. Ve, bu gösterişsiz hücreye, vera effigies*** sefaletten perişan olmuş, çok hırpanî bir adam girdi. Ancak bu kişinin (eski dilde “nâsiye” tâbiri kullanılırdı) “sima görünüşü”nden Eski Kastilya İspanyollarının asalet ve dürüstlüğü okunuyordu.
Hücrenin tüm mobilyası dört deri sandalye, kirlenmiş bir masa ve üstünde şilte, çarşaf, battaniye olmayan sadece yastık yerine bir taş bulunan karyoladan ibaretti.
Fray Gómez: “Otur, bakalım, birader,” dedi: “seni buraya getiren nedeni, lâfı döndürüp dolaştırmadan hemen anlat.”
“Gerçek şudur ki, Peder ben iyi niyetli bir adamım…”
“Orası tamam, ben senin, bu dünyevî yaşamda gönül ve zihin huzuruna lâyık ve erdemli yolu tutmada azimli ve keza öteki dünyaya da kutsanmış olarak gidecek bir adam olduğuna itimad ediyorum.”
“Sağolasın Peder, ben ayak satıcılığı yaparım. Aileme karşı pek çok yükümlülüklerim var, ne var ki mesleğim bana yeterli kazanç sağlamıyor. İnan olsun bu benim tembelliğimden ya da beceriksizliğimden değil, olanak ve araç yetersizliğinden…
“Bunun için mutlu oldum, birader. Dürüst olanlara Tanrı nasıl olsa yardım eder..”
“Gerçek şu ki, Peder, Tanrı bana şu ana kadar sağır bir kulak emanet etmişti. Bu da bana yardımcı olmada çok eksik kalıyor. “Umudunu kesme, birader, umudunu kesme.”
“Bana beşyüz duro borç vermeleri için çok kapı çaldım; hepsini kilitli buldum. Ve de gerçek şu ki, dün gece bu konu üzerine enine boyuna düşündüm ve sonunda kendi kendime dedim ki: “Haydi, Jerónimo, toparla kendini, git ve Fray Gómez’den para iste; çünkü o da manastırı hesabına avuç açma dışında para kazanamaz, hâlden anlar; seni bir şekilde sıkıntıdan kurtaracak yol bulur. İşte, işin gerçeği, ben bu nedenle buraya geldim; bu önemsiz tutardaki parayı altı aylığına bana borç vermeni niyaz ediyorum.
“Böyle sefil bir hücrede, bizim için bir servet olan bu parayı bulabileceğini nasıl tasavvur ettin, a oğul?”
“Gerçek şu ki, Peder, bulabileceğim konusunda benim doğrudan bir bilgi ve fikrim yoktu; fakat senin beni boş elle döndürmeyeceğine dair îmanım vardı.”
“Bu îmanın seni kurtaracak, birader. Bekle bir dakika.”
Ve, gözlerini, hücrenin badana edilmiş, boş duvarlarında gezdirdikten sonra, pencerenin pervazında, sâkin sâkin kulaç atan bir akrep gördü. Eski bir defterden bir sayfa kopararak pencereye gitti, bu iğrenç yaratığı becerikli elleri ile yakalayıverdi; kâğıda sararak, Eski Kastiyalıya dönerek dedi ki:
“İşte, iyi adam, şu küçük mücevheri al ve bunu bir rehinciye ver. Fakat, bunu bana altı ay içinde iade etmeyi unutma.
Büyük bir ferahlama hissi ile soluklanan ayak satıcısı defalarca minnet duygularını sunduktan sonra Fray Gómez’in yanından ayrıldı ve tabana kuvvet bir rehinci dükkânına koştu.
Mücevherin, ilk olarak bir Mağrıbî prensesi için gerçek taşlardan imâl edilmiş bir parça olduğunu söylememiz değerini târif için yeterlidir sanırım. Akrep görüntülü olarak biçimlendirilmiş mücevherin altından yapılmış ana gövdesi içine muhteşem bir zümrüt, başına kocaman bir elmas yerleştirilmiş ve gözleri yerine iki yakut kullanılmıştı.
İşinin ehli olan rehinci mücevheri ihtiraslı gözlerle uzun uzun tekikten geçirdi; yoksul adamcağıza bunun karşılığında avans olarak ikibin duro ödemeyi önerdi. Fakat, İspanyol asıllı müşteri altı aylık ödünç olarak 500 duro almada ısrar etti. Rehinci çok fahiş bir faiz oranı karşılığında bu borcu verdi. Senetler hazırlanıp imzalandı; tefeci herif, broşun sahibinin borcu vadesinde ödemeye gücü yetmeyeceğini; sürekli borç uzatmalarına giderek sonuçda birleşik faizin brikimi ile korkunç bir mikdara yükselecek alacağı karşısında, bu orijinalliği ve sanat değeri ile paha biçilmez mücevhere bedava konuvereceği umudu ile muazzam bir sevince kapılmıştı.
Fakat, Jerónimo, eline geçen bu küçücük sermaye ile işinde o kadar başarılı ve kazançlı olmuştu ki vadesi gelir gelmez borcunu ödedi ve broşu geri aldı. Onu teslim aldığındaki aynı kâğıda koyup sararak Fray Gómeze geri götürdü.
Keşiş akrebi eline aldı; pencerenin aşağı eğik pervazına bırakarak onu kutsadı ve:
“Haydi, küçük yaratık, git bakalım yoluna!” dedi.
Ve akrep, hücrenin dış duvarında özgürce kulaç atmaya başladı.****
* Chuquisaca: şimdi Bolivya sınırları içinde olan bir yönetim bölgesidir.
** Keşişlerin resmî giysisi kapşonlu bornoza benzer bir şeydir. Bununla keşişler, resimde görüldüğü gibi hamam kaçkınlarına benzerler.
** Vera effigies: Eski dilimizde tasvir-i mücesseme olarak çevirilebilecek bu Latince deyim bir kişisel özelliğin “somut betimlenmişi” anlamına gelir.
**** Yaşamın bir düş olduğunu anlatan bu öyküyü de ben çok sevdim.