KANIN GÜCÜ (LA FUERZA DE LA SANGRE)- Miguel de Cervantes (V.)
![]() |
Toledo’da “Puerta del Sol-Güneş Kapısı ” XIV. Asır sonlarında inşa edilmiş
|
Hemen akabinde Leocadia göründü; mevsim kış olduğu için, yerlere sürünen uzunlukta siyah kadifeden bir gece elbisesi giymişti. Tuvaletinin düğmeleri inci ve altın, kemeri ve kolyesi elmas işlemeli idi. Açık sarı olmayan uzun orijinal saçları ayrıca bir tezyinat ögesi gibi idi. Leocadia hem ruhen hem yetiştirilmesi gereği soylu davranışlı idi; elinden tuttuğu oğlu ile birlikde yürüyor; önden giden iki genç nedime, ellerindeki gümüş mumdanlıklarla onun yolunu aydınlatıyorlardı. Toplantıdakiler aralarına mucizevî bir şekilde dahil oluvermiş göksel bir yaratığa benzettikleri kıza saygı duruşu için hep birden ayağa kalkıverdiler. Öylesine bir hayranlığa kapılmıştılar ki ağızlarından bir tek kelime çıkarmaya muktedir olamadılar. Leocadia aldığı mükemmel terbiyeden gelen dolu dolu zarafeti ile herkese, diz bükerek reverans yaptı. Doña Estefania onu elinden tutup yanına, Rodolfonun karşısına oturttu. Leocadianın emsâlsiz güzelliğine iyice yaklaşmış vaziyetteki Rodolfo, içinden: “Annemin benim için seçtiği gelin bunun yarı güzelliğinde olsa kendimi dünyanın en bahtiyar insanı addederdim.” dedi; “Yüce Tanrım! Bu gördüğüm nedir? Olasılıkla insan şekil ve suretinde Dünyaya inmiş bir melek?” Leocadianın, gözlerini kamaştıran sureti ruhunu esir almıştı; öte yandan, yemek süresince, kendisine arada kaçamak bakışlar atan kızın gözlerinin ışığını bu kadar yakından seyretmek içini titretiyordu. Leocadia ise, kendisi ile Rodolfo arasında geçmiş olan hâdisenin çağrışımı lle ikileme düşmüştü. Yüreğinde onun karısı olma umutları söner gibi oluyor; yaklaşan mutluluk ile ebedî mutsuzluk olasılıkları arasında gidip geliyordu. Bu düşünce karmaşasının yarattığı kaygı öyle yoğunluk kazandı ki kâlp atışları alabildiğine hızlandı; terlemeye başladı; rengi soldu; birden, Doña Estefanianın kollarına düşerek kendinden geçti. Herkes paniklemişti. Aralarında en candan ilgiyi gösteren Rodolfo idi. Kızın yanına gelmek için gösterdiği telaş yüzünden iki kez tökezledi, yere düştü. Yüzüne su dökmelerine rağmen zavallı kız ayılamadı. Tam bir ölü görüntüsü vardı. En ihtiyatlı hizmetkârlar bile artık ölmüş olduğuna hükmetmişlerdi.
Acı haber Leocadia’nın ebeveyninin kulaklarına gidince, zavallılar yanlarında mahalle papazı ile olay yerine gitmekten başka çare düşünememişlerdi. Papaz hemen doğruca kızın yanına gidip, son nefesini henüz vermemişse günahlardan pişmanlık beyanı ve günahlarının affı seremonisine başlama hazırlığına girişti. Fakat orada bilincini yitirmiş bir kişi yerine, Leocadia’nın göğsüne yüz üstü yığılıp kalmış Rodolfo ile birlikte şuur kaybına uğramış iki kişi buldu. Annesi Rodolfonun, eninde sonunda varlığının bir parçası olacak kızın yanına gitmesine izin vermişti. Fakat onun da bayıldığını görünce, kendi de bilincini yitirip yığıldı kaldı. Sonradan, böyle garabet derecesinde müfrit bir zafiyet ve teslimiyete kapılmaktan mahcubiyet duyacak olan Rodolfonun ayılışını göremedi. Annesi, onun bu duygularını yüceltip kutsarcasına şöyle dedi:
“Evlâd, böyle heyecan aşırılıklarından utanma; kollarımda baygın yatan bu hanımefendi senin gerçek eşindir Onu babanla birlikte senin için seçtik ve buraya davet ettik. Sana gösterdiğim sahte resim bir oyundan ibaretti.”
Bu sözleri işiten Rodolfo derin bir aşktan kaynaklanan ateşli bir coşku ile Leocadianın yüzüne eğildi; ağzını onun ağzına bastırarak, sanki, ikisinin ruhlarını birleştirme merasimi yapıyormuşçasına öyle bekledi. Kızın uyanma ihtimali tükenir gibi olunca umutsuzluk çığlıkları arttı; gözyaşları çağladı. Fakat Leocadia, sonunda uyandı; bu kez sevinç gözyaşları döküldü. Leocadia kendisini Rodolfonun kollarında buldu; fakat mütevazı bir tarzda resmî davranarak kendini çekmeye çalıştı. Fakat genç adam bağırdı:
“Hayır, Señora, bu olamaz, seni ruhundan yakalamış birinin kollarından kaçmak için çabalamaya hakkın yok.”
Bu sözleri duyan Leocadia bilincini tamamen topladı. Doña Estefania bu teatral olayı, Papaza, Leocadia ile oğlunun evlenme merasimini derhal icra etmesi talimatını vererek sonlandırdı.
Papaz talimatı yerine getirdi. Bundan sonraki evrensel değer taşıyan mutluluğun betimlenmesini ve öyküsünü nakletmeği benden daha usta bir kaleme bırakıyorum. Rodolfonun, Leocadianın ebeveyni tarafından kucaklanması ve beklenmedik bir şekilde böyle bir evliliğin gerçekleşmesi arkadaşlarını müthiş şaşkınlığa düşürmüştü. Hele, Leocadianın, bir zamanlar kendilerinin yardımı ile kaçırılan kız olduğunun Doña Estefania tarafından açıkça ifşa edilmesi, çocukları iyice şoka uğrattı. Rodolfo da daha az şaşkınlığa düşmemişti. Gerçeği iyice teyid etmek ve ebeveyninin sağlam bir tahkikat yaptıklarına emin olmak için, Leocadia’dan, kuşkusunu tümüyle ortadan kaldıracak bazı ipuçları vermesi ricasında bulundu.
Kız dedi ki: “İlk baygınlığım sonrası gözlerimi açtığımda da, Efendim, kendimi gene senin kollarında, fakat onursuz koşullarda bulmuştum. Bu defaki baygınlığımdan uyandığımda gene aynı kollardaydım, ama onurumun yeniden inşa edildiği bir ortama tanık oldum. Bu kanıt yeterli değilse, şu haçı göstereyim, kendi elimle çaldığım bu simge sanırım merakını tatmine yeter. Hatırla bakalım, bunun çalındığını ertesi sabah fark etmiş miydin? Ve de bu hanımefendinin elindeki aynı haç mıdır?..”
Genç adam, kızı tekrar tekrar kucaklayarak: “Sen benim ruhumun hanımefendisisin ve Tanrının emrettiği güne kadar öyle kalacaksın!” diye bağırdı. Birbirlerini kutsadılar, iyi dileklerini sundular. Zaten hazırda olan yemek servisi yeniden yapıldı; müzisyenler çevrelerini kuşattılar. Rodolfo aynaya baktı ve oğlunun yüzünü ve sevinç gözyaşları döken dört yaşlı insanı gördü. Konuklarla dolup taşan salonun dört bir köşesi cümbüş, şenlik, neşeli çığlıklar içinde idi. Gece, siyah kanatları ile semayı taramakta ve gün doğumuna yol açmakta ise de, Rodolfoya, sevgili karısı ile beraber olmanın yüce coşkusu ile semada kara kanatlar değil, kara pençeler deviniyor gibi geliyordu.
Sonunda özlenen saat geldi. Herkes yuvasına çekildi ve ev mutlak bir sukûnete gömüldü. Fakat, Toledadaki bu malikânenin şöhretli ve renkli tüm vârislerince, sayısız torunlarca bu öykünün gerçeği hiç unutulmadı. O mutluluğu bulan çiftin anısı hâlâ yaşatır. Birbirinin varlığından keyif alan çocuklar, torunlar uzun yıllar geçirdikleri büyük şenlik ortamını, cesur, renkli kişilikli, İsaya sadık Büyükbaba Luisitonun saçtığı “Kanın Gücü” tohumuna borçludurlar.
Çok teşekkürler sayın doktorum; beni yüreklendiriyorsunuz.
Sayın Teoman Törün; Siyasî - ekonomik - sosyal karmaşılığın acı gerçekleri ve halklar arasındaki huzurun sağlanmasının belirsizlikleri içinden ve bugünlerin bizleri gelecekte nerelere götüreceğinin endişelerinden sıyrılıp, yazılarınızı tekar tekrar okumak suretiyle - sizi temin ederim ki - sizin sayenizde kendi dünyamda yarattığım hayallerimle, her gece huzur içinde uykularıma dalıyorum. En içten hürmetlerimi kabul etmenizi temenni ederim.
Uzun süredir Dünya basınını işgâl eden bir recm cezasının infaz beklentisinin özet öyküsü (Radikal Gazetesinin 18.Ağustos.2010 tarihli nüshasından kısmen alıntıladığım şekilde) Fransız gazetesi “Liberation”da, Dünyaca tanınmış bazı entelektüellerin, (taşlaşmış vicdanlarından artık fazla bir anlayış beklenemeyeceği izlenimi veren) İran Yönetimine yaptıkları insanlık çağırısı ile birlikde aşağıda verilmiştir.
5 asır öncesi Engizisyon dönemi İspanyasının büyük hümanist yazarı Cervantes’in tefrika etmekde olduğumuz öyküsü ile kıyaslamanıza sunar, bu çağırıya her türlü olanaklarınızla destek vermenizi dilerim.Tüm okurlarıma saygılarımla,
"En temel haklarından mahrum bırakıldığı soruşturmada önceden aklandığı bir suçlama nedeniyle recm cezasına çarptırılan Sakine'nin durumu binlerce başka insanın özgürlüğü ve onuruyla ilgili. Bu infazı önlemek için acilen harekete geçmeliyiz. Sakine'ye yazık etmeyin.
İran’ın batısındaki Tebriz cezaevinde beş yıldır çürüyen Sakine Aştiyani, davasının tekrar görülmesi için yaptığı başvurunun cevabını bekliyor; kendisine ilk başta 15 Ağustos tarihi verilmişti. Sakine ‘suç’unun bedelini, iki çocuğundan birinin hazır bulundurulduğu bir ortamda, 99 kırbaç vurularak zaten ödedi (suçunu işkence altında itiraf ettiğini ve iki kez evililik dışı cinsel ilişkiye girmekle itham edildiğini de unutmayalım).
Fakat gelinen noktada, birkaç ay önce kendisine yöneltilen yeni ve muğlak bir suçlama, ölüm cezasıyla sonuçlandı. Ve herhangi bir idam cezası değil; taşlanarak öldürülmesi öngörülüyor!Çocukları yalvarıyorFakat bu değerlendirmelerin derinliklerine dalmak için şu an ne isteğimiz ne de vaktimiz var; İran’daki gözlemcilerin gayet güçlü sebeplerde her an gerçekleştirilebileceğine inandığı infazı önlemek için acilen harekete geçmek gerekiyor. Sakine’nin çocukları Fesride ve Seccad Muhammedi Aştiyani’nin çağrısına acilen karşılık vermeliyiz; bu çocuklar bu tür acımasız uygulamalara gözümüzü kapamamamız ve ‘kabuslarının gerçek olmasına’ izin vermememiz için bize yalvarıyor.
İran’ın da onuru tehlikede
Sakine adına, yetkililerden hakkında verilen cezayı kaldırmasını, onu gecikmeksizin serbest bırakmasını ve masum olduğunu kabul etmesini talep etmek aciliyet taşıyor. İran’da her yıl onlarca kadın kırbaçlanma, taşlanma veya hepsi insanın kanını donduran türden başka cezalara çarptırılıyor. Sakine’nin davasının ötesinde, BM mollaların rejimine, 2002 ve 2008’de bu tür cezaların kaldırılması konusunda verdikleri sözü acilen hatırlatması gerekiyor. Bir kadının hayatı tehlikede. Sakine’nin durumu, binlerce başka insanın özgürlüğü ve onuruyla da ilgili.Ve nihayet bu, olağanüstü ve kadim bir kültüre sahip büyük bir ülkenin onuruyla ilgili. İran dünyanın gözünde kendisini, taşlayarak öldürülmüş bir kadının kanlı yüzünden ibaret hale getiremez. Sakine’ye yazık etmeyin. İran’a yazık etmeyin.
Fransız felsefeci Bernard-Henri Levy’nin kaleme aldığı metnin ilk imzacıları arasında şu kişiler yer alıyor: Wole Soyinka (Nobel Ödüllü Nijeryalı şair ve yazar), Patrick Modiano (Fransız romancı), Milan Kundera (Çek yazar), Jorge Semprun (İspanyol yazar ve politikacı), Segolene Royal (Fransız politikacı, Sosyalist Parti’nin 2007’de cumhurbaşkanı adayıydı, Rachida Dati (Avrupa Parlamentosu üyesi, Fransa’nın eski adalet bakanlarından), Simone Veil (Fransa’nın eski sağlık bakanı), Marjane Satrapi (İranlı muhalif, Persepolis’in çizeri), Juliette Binoche (Fransız oyuncu), Mia Farrow (Amerikalı oyuncu, BM’nin iyi niyet elçilerinden), Bob Geldoff (İngiliz şarkıcı), Teslime Nesrin (İsveç’te sürgünde yaşayan Bangladeşli feminist yazar), Ayaan Hirsi Ali (Somali doğumlu eski Hollanda milletvekili), Jody Williams (1997 Nobel Barış Ödülü sahibi), Sussan Deyhim (İranlı şarkıcı, besteci, dansçı; ABD’de yaşıyor), Yann Richard (Sorbonne Üniversitesi’nde İran çalışmaları profesörü,) Elisabeth Badinter (Paris’teki Ecole Polytechnique’te felsefe pofesörü, feminist yazar), Lionel Jospin (Fransa’nın eski başbakanlarından), Sylviane Agacinski (Paris’teki Sosyal Bilimler Yüksekokulu’nda (EHESS) felsefe profesörü), Martine Aubry (Fransa’da Sosyalist Parti’nin lideri)."