29
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Lazarillo de Tormes (1)

Hikâye epey uzun olduğu için gene bölümleri numaralandırma uygulamasına geçme zorunda kaldım. Ama iki haneli numaralara geçmeyeceğim güvencesini verebilirim. Öyküye başlamadan önce, “Lazarillo”nun Latince “Lazarus”, İspanya, İtalya gibi Latin ülkelerinde ‘Lázaro’ bazı topluluklarıa “Lazar” diye bilinen özel ad’ın küçültülmüş form’u, yani ‘Lazarocuk’ ya da ‘Lazaruscuk’ karşılığı olduğunu belirtmem gerek. İspanyolca “lacerar=ızdırap çekmek” fiili ile bağlantılı olarak bahtsız insanları “Lázaro” diye çağırırlarmış. Hıristiyanların Kutsal Kitaplarında iki yerde bu isme rastlanır: 1) Aziz Yahya İncili 11. kitap 41-44 ayetleri Hazret-i İsa’nın Lazarus adında ölmüş bir adamı dirilttiğini hikâye eder; 2) Aziz Luka İncili 16. kitap 19-31. ayetleri ise gene Lazarus adındaki bir dilencinin (daha önce de yaygın olarak bilinen) cimri bir zenginin malikânesi kapısında dilenme öyküsünü nakleder. Gelelim “Lazarilo de Tormes”e…

Çok yüce Beyefendi hazretlerine her şeyden önce, Tormes’li Lazarus olarak anılan bendelerinin Salamanca yakınlarındaki Tejares köyü (“Tehares” okunur) yerlilerinden Tomé Gonzáles ile Antonia Pérez’in oğulları olduğum bilgisini sunmak isterim. Ben lâkap’ımı aldığım “Tormes” Irmağında doğdum. Bu olay şöyle gerçekleşti: Tanrı bağışlasın, babam 15 yılı geçen bir süreden beri değirmencilik yapıyordu, bir gün ona yardım etmek amacı ile değirmen’in suyuna giren bana hâmile anam kendini öylesine işe vermiş ki, ne olduğunu anlamadan oracıkta beni doğuruvermiş. Suyun içinde doğmuş olmam kesinlikle bir vakıadır.

8 yaşına girdiğim sıralarda babam, bir gün müşterilerin değirmene getirdikleri çuvalları delip içlerindeki öğütülecek hububatı tırtıklamakla suçlanarak tutuklandı. Yasanın gerektirdiği acı verici takibat ve soruşturmadan geçerek suçunu itiraf etti. Umut ederim, İncil’in ‘Takibat geçirenler kutsanmışlardır’ ayeti yüzü suyu hürmetine Cenneti hak etmiştir. Tam o sıralarda, Müslüman Mağribîlere karşı açılan seferberliğe, sözünü ettiğim felâket vesilesiyle sürgüne gitmesi gereken babam da ünlü bir soylunun katırının seyisliği ile görevlendirilerek katılmak zorunda kalmıştı. Ve sadık bir hizmetkâr olarak efendisi ile birlikde kayıplara karıştı.

Bir koca ya da korumasına sığınacağı başka bir âdemden yoksun kalan dul anam da, hayatını kazanmaya kent’e gitti; orada küçük bir ev kiraladı ve bir öğrenci grubuna yemek yapmak, La Magdalena Comendador’unun* bazı süvari oğlanlarının atlarını yıkamakla uğraşmaya ve bu nedenle encomienda’nın* ağıllarını sık sık gezmeye başladı. Bu arada, gene, hayvanların bakımını yapmakla geçinen kara renkli bir adamla tanıştı. Adam, bazen evimize gelir, sabaha kadar kalırdı. Bazen gündüzleri gelip yumurta alma bahanesi ile eve girdiği de oluyordu.

İlk geldiği zamanlar, siyah rengini ve çirkin suratını görünce çok korkmuştum. Fakat onun ziyaretlerinin eve besin bereketi getirdiğini görünce zamanla onu sevmeye başladım. Çünkü her zaman eli kolu ekmek ve etle dolu geliyor; kışın da ısınmamız için yakacak odun sağlıyordu.

Giderek onunla ilişkileri daha sıklaşan anam bir zaman sonra bana minnacık çok şirin bir siyah bebek uzattı. Onu dizimin üstüne alıp hoplatıp ısıtmaya çalışırdım.

Günün birinde, siyahî üvey babam bebekle oynarken, bebeğin ona baktığında onun beyaz anamla bana benzemediğini fark ederek çok korktuğunu; ondan kaçıp anama koştuğunu ve parmağı ile onu göstererek; “Anneee, umacı adam!” diye ağladığını hatırlıyorum.

Henüz çocuk olmama rağmen, benim bebek kardeşimin yüz ifadesine dikkat etmiş; kendi kendime: “Dünyada kaç kişi, kendi yüzlerini görmedikleri için kendilerine benzeyen insanlardan kaçmışlardır?” felsefesini yapmıştım.

Bir rastlantı Zaide’nin (üvey babamın adı bu idi) marifetleri ambar gözetmeninin kulağına gitti. Açılan takibat ve soruşturma sonucu atlara yem olarak özgülenmiş arpa sevkiyatının yarısının çalındığı ortaya çıktı. Ambar gözetmeni bu tespiti yaptıktan sonra ambarda ve ağılda kepek, yakacak odun stoklarından, kaşağılardan, önlüklerden, at toynaklarından sökülmüş nallardan at üstlüğü ve battaniyelere kadar tüm kayıpda olanların faturasını da Zaide’ye çıkardı.

Tüm bu söylediğim hırsızlık fiillerinden ve hattâ daha fazlasından dolayı onun suçlu olduğunu kanıtladılar. Çünkü, tehdit altında benim de tanıklığıma başvurduklarında, korkuya kapılmış her çocuk gibi tüm bildiğimi söylediklerini; hatta annemin talimatı ile demirciye bazı at nalları sattığımı itiraf ettim.

Zavallı üvey babam kırbaçlarla, sopalarla dövülerek cezalandırıldı. Zavallı anama gelince, şefkâtli Yargıcın rakik yüreği sayesinde, sadece 100 kırbaçlık mutad ceza yanında Comendador’un malikânesine bir daha girmesi ve Zaide’yi de yanına kabûl etmesi engelleniyordu.

İşleri daha berbat etmemek için bağrına taş basıp mahkeme hükmüne uydu. Çevrenin kem gözlerinden, zehirli dilinden uzak kalmak için La Solana hanında** kalanların hizmetinde çalışmaya gitti. Bir yandan binlerle sıkıntıya göğüs geriyor bir yandan minik kardeşim ayaklanıncaya kadar onun ve han müşterilerine istedikleri şarap ve mum getirme hizmeti yapabilecek yaşa gelene kadar benim bakımımızla uğraşıyordu.

Tam o sıralarda, bir kör adam gecelemek üzere han’a geldi, bizimle tanışınca benim ona uygun bir kılavuz olabileceğim düşüncesi ile beni yanına alması için anamdan izin istedi. Kadıncağız da, bir inanç seferi sırasında Gelves’de*** ölen namuslu bir adamın oğlu olan beni gönül rahatlığı ile hizmetine alabileceğini söyleyerek; babamınkinden daha kötü bir akıbete uğramadan döneceğime duyduğu imanla onun ve Tanrının emanetine bıraktı. Sonra, yetim olduğum için bana şefkât gösterip iyi muamele etmesi için ricada bulundu. Adam da bana bir hizmetkâr değil evlât muamelesi yapacağı güvencesini verdi.

Efendim, La Solana hanının bulunduğu yere yakın Salamanca kentinde geçirdiğimiz birkaç gün içinde onu tatmin edecek kazanç sağlayamadığından oradan başka yere geçmeye karar verdi. Fakat kent’ten ayrılmadan önce ben annemle vedalaşmak için onun yanına döndüm. Karşılıklı ağlaştık. Benim için uzun uzun dua ederek:  “Oğul” dedi, “biliyorum seni bir daha göremeyeceğim. Dürüst olmaya çalış ki Tanrı senin yolunu açsın. Ben seni büyütüp yetiştirdim ve iyi kâlpli bir efendinin yanına verdim; kendine iyi bak”.

Eski bir baskı resimden Lazarillo de Tormes kör adama kılavuzluk yapıyor.

Anamı böylece bırakıp beni beklemekte olan efendimin yanına döndüm. Salamanca’dan ayrılıp, bir köprünün, boğaya benzer taştan bir hayvanın durmakta olduğu girişine ulaştık. Kör adam benden bu taşın üstüne çıkmamı istedi; oraya çıktığımda dedi ki: “Lazarus kulağını boğaya yapıştır, içinden gürültülü bir ses geldiğini işiteceksin.” Ben de dangalakçasına itaat ederek dediğini yaptım. Başımı taş’a yapıştırdığımı görünce elini yumruk yapıp kafamı bu ejderhaya benzer boğaya öyle bir çarptı ki yaralı kafamın acısı üç günden fazla sürecekti. Üstelik beni azarladı: “Salak! Bu sana kör bir adamın kılavuzunun Şeytanın kendisinden bile daha keskin zekî olması gerektiğini öğrettir.” dedi. Sonra kendi esprisine kaba kaba güldü. O anda, çocukluk masumiyetimden uyandığımı hissettim: “Bana doğruyu söylüyor. Benim de kendi çıkar ve hesabıma, gözümü açıp uyanık olmam gerek.” diye düşündüm.

Yolumuza revan olduk. Birkaç gün içinde tüm hırsızlık argosunu bana öğretti. Yetenekli bir öğrenci olduğumu görünce memnun oldu: “Bana bak” dedi, “Hizmetin karşılığı sana altın ya da gümüş veremem; ancak, yaşamda kalabilmenin kurallarını aktarabilirim; hem de çok fazlası ile...” Onun dediği gibi oldu. Tanrıdan sonra, kör olmasına karşın, o bana hayat verdi; yolumu aydınlattı; yaşama sanatında bana kılavuzluk yaptı.

Tapınılası değerdeki Siz Efendim Hazretlerini temin ederim ki: Tanrı Dünyayı yarattığından beri bu herif kadar şeytanî kurnazlıkta birisini yer yüzüne getirmemiştir. Sanatında tam bir sihirbazdı. Yüzden fazla duayı ezbere biliyordu. Yoğun bir iman, ihtiram, huşu ifadesi yerleştirdiği yüzü ve içinde bulunduğu kilisenin duvarlarında yankılanan derinliği ve mükemmel bir tınısı olan berrak sesi ile terennüm ettiği dualarda hiç bir usûl ve kural falsosu yapmıyor; dua eden başkalarının yüzlerinde çok sık tanık olduğum göz ve ağız gerilme ve kaymalarına onda kesinlikle rastlamıyordum.

Ayrıca, kazanç sağlamanın binbir çeşit yollarını biliyordu. Değişik insanlar üzerinde çeşit çeşit etkiler yaratan dualar ve yollar bildiğini söylerdi: gebe kalamayan kadınlar için; çalışmakta olan kadınlar için; evlilikte mutluluğu bulamayıp kocasının kendisini daha çok sevmesi yolunu arayanlar için… Ve, hamile kadınlara doğuracağı bebeğin kız mı, erkek mi olacağını keşfedebileceğini iddia ederdi. Hele, hastalık sağaltmasına gelince, diş ağrılarından, baygınlık hallerine, kadınlara özgü şikâyetlere varıncaya kadar uyguladığı tedavi usullerinin yarısını Galeno’nun**** bile bilemeyeceğini ileri sürerdi. Karşısına her hangi bir ağrı, sızı, sağlık şikâyeti ile gelen kimse, hemen teşhisinin yapılıp: “Şöyle yap, böyle yap; şu otu çıkar, bu otu çıkar; şu kökü sök, bu kökü sök” önerilerini almadan geriye dönmezdi.

Derdi olan herkes, özellikle kadınlar ona inanıyor, ona koşuyorlardı. Anlattığım marifetleri sayesinde onlardan iyi para sızdırıyordu. Yüz kör dilencinin bir yıldaki toplam kazancından fazlasını bir ayda cebine atıyordu.

Fakat, tapınılası Efendimin bilgisine sunmam gereken bir şey de: kazandıkları ve tasarruf ettikleri ile hiç mutmain olmayan bu adam kadar açgözlü ve cimri başka bir kimseyi hiç görmemiş olduğumdur. Öylesine ki beni açlıktan öldürmeyi göze alıyordu. Ben de, onun tüm çokbilmişlik ve uyanıklığına karşın, birlikte kazandıklarımızın en büyük ve iyi payını kendime ayırma açıkgözlülüğünde ona baskın çıkıyordum. Bu başarıyı sağlamada kullandığım şeytanca oyunların bazılarını size açıklayacağım; ama bana her zaman gerekir düşüncesi ile gerisini dağarcığımda saklayacağım.

Ekmeğini ve diğer besin gereçlerini, ağzına geçirdiği büyük bir çember ile onun asma kilidi ve anahtarı ile güvenceye aldığı çadır bezinden bir torbada saklardı. Ve bunları öylesine titizlikle korurdu ki dünyada kimse ordan bir kırıntı bile aşıramazdı. Bana oradan sadece iki ağız dolusundan az karın bastırmalık verirdi.

Benim başka şeylerle meşgûl olduğumu zannederek, torbayı kilitleyip bir kenara koyduğunda torbanın boynundaki demir çemberin altındaki dikişleri elimin gireceği kadar söker, benim normal tayınımdan daha fazla ekmek topakları, domuz pastırmaları, sucukları torbadan çeker, sonra torbanın sökük yerlerini yeniden dikerdim. Bu düzenbazlığı kendi çıkarımdan çok kör herifin iblisâne tamahkârlığına duyduğum öfkemden yapıyordum.
 

*Comendador de la Magdalena: Comendador: İslâm ülkelerindeki “ikta” sistemine paralel feodal fief yapılanmasının bir birimi olan “encomienda”nın (İsp. “sipariş üzerine yönetilen yer”) müteneffii (yararlanıcısı) ve mütevellisi (Hükümdarı temsilen yöneticisi); emir veren, sipariş veren; Osmanlıdaki “timarcı” karşılığı… Comendador, encomienda tarım hasılatının ilk ürününü ve geri kalanın öşürünü (onda birini) alırdı. Encomienda’ya dinî kimlik de verilir, Comendador’a dinsel kutsallık atfedilirdi. La Magdalena: Salamanca kentinin bir mahallesi…

**El Méson de la Solana (Solana “Güneşli” Hanı): Salamanca yakınlarında, cephesi Güneye baktığı ve önüne güneş alması için geniş bir veranda inşa edildiğinden dolayı bu adı almış.

***Gelves: İspanyol birliklerinin 1510’da Magribîler üzerine sefer için gittikleri Tunus sahilindeki bizim “Cerbe” dediğimiz ada.

****Galeno (Galenos-Galen) II. ve III. asırlarda yaşamış İskenderiyeli hekim. Otoritesini XVI. Asıra kadar sürdürmüş.

Yayın Tarihi : 30 Haziran 2010 Çarşamba 19:46:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?