TEIRESIAS İLE DANIŞMA: Ahlâkiyatçıların değerlendirmelerine göre lüks ve şehvet düşkünü olan Kirke, fettanlığı ile geleceğin popüler kültürüne “Kirke’nin zehiri” deyişini kazandırmıştır ki bu; müstehzi alkış gibi sinsi bir sokuşturmayı ifade eder. Bununla beraber Odysseus ile birlikte tüm yoldaşlarına da çok nazik ve cömert davranmıştır. Odysseus’dan hamile kalmıştır (Telegonus adını alacak oğlu hakkında bir destan yazıldığından söz etmiştik). Kaprislerine karşın, zeki bir taktisyendir; iyice beslenip dinlenen, kendilerini güçlü hisseden ve dönüş zamanı geldiğini düşünen grubu engellemeyi düşünmez. Aksine, yolculuklarında onlara yardımcı olacak önemli bilgiler verir. Dönüş yolu olarak Lipari Adaları ve Kharybdis ve Skyllanın bulunduğu Messina boğazı almaşıklarını gösterir. Ayrıca, risklerini berterafı için gerekli sırları, şu anda Hades’de bir hayalet olan Bilici Teiresias’dan alacaklarını söyler. Okeanos Irmağını aşıp, Persophone sahilinde demir atmaları, oradaki girişten Erebos’a (Yer altı Karanlığı)* inmeleri gerekmektedir. Teiresiasla buluşabilmeleri, bir koyun grubunu kesip kanlarını bir çukura doldurmakla mümkünmüş. Bu kanın kokusunu alan tüm Yer altı sakini hayaletler hemen etraflarına üşüşürmüş. Odysseusun kılıcını çekip, aralarından Teiresias’a rastlayıncaya kadar onları çukura yanaştırmaması gerekiyormuş.
|
Kirke, Odysseus’a, kadehle içki sunuyor. Pre-Raphaelite sanatçı John William Waterhouse’ın eseri
|
Yolcuların ayrılmasından önceki gece Kirke’nin verdiği şölen sırasında yoldaşlardan Elpenor şarabı fazla kaçırır, dama çıkar; oradan düşüp ölür. Yol hazırlığını yapmış olan grup çaresiz onu adada bırakır Kirke ile vedalaşıp doğruca Erobos’un yolunu tutarlar. Persephone kıyısında demir atar, karaya çıkarlar. Hemen, oradan buradan topladıkları koyunları kesip tulumlarda topladıkları kanı açtıkları çukura doldururlar. Çukurun başına hortlakların üşüşmesi gerçekten dehşet vericidir. İtidâlini toplayan Odysseus keskin kılıcını hışımla çekerek körlemesine savurmaya başlar; alanda Teiresias’ın hayaleti görününceye kadar onları uzakta tutar. Onun çukura gelip kararmış kandan dpya doya içmesine izin verdikten sonra sorularını yöneltir. Bilici, memnuniyetle yanıt vermeye hazırdır. İlk tehlikenin, Güneş Tanrı Heliosa ait kutsal sığırların adasında olduğunu onlara bir zarar vermemeye çalışmaları gerektiğini, fakat her hâlükârda sonunda selamete ulaşacağını öngördüğünü anlatır.
Konuşması bittikten sonra diğer ölüler, çukurdan kan içmek üzere kuyruğa girerler. Odysseus’un gözünün önünden, Troia’da can veren Akhilleus’a ve onun zırhına sahip olduğu için kendisine hâlâ kin tutan Aias’a kadar tüm tanıdıkları gelir, geçer. Öteki tanışlar onunla söyleşi için can atarlar. Aralarında Kirkenin adasında yeni ölmüş Elpenor da vardır; cesedinin gömü töreninin yapılması için yalvarır. Odysseusun yüreği bu azap kortejinin görüntüsüne daha fazla dayanmaz; Elpenor’a gömüleceği sözünü verip, bir an önce, tayfalarına Hadesden çıkmalarını buyurur. Tekrar Aiaia Adasına sürüklenirler. Bir grup Kirke’den Elpenor’un cesedini alır; sahilde yakma ve gömme töreni ikmâl edilir. Kirke onların yüksek manevî değerlerine hayran olmuştur; süslenip püslenip gelir, merasime katılır ve yeniden ikramlarda bulunur.
Odysseus Kirke’den Sirenlerin Adası önünden geçme zorunda olduklarını, onların ölümcül seslerinin cezbesine kapılmaması için önlem alması gerektiğini öğrenmiştir. Nitekim, adaya yaklaştıklarında, büyülü sesleri ile adaya çekip telef ettikleri insan iskeletlerinin kıyıda beklemekte olan Sirenlerin etrafında yığın oluşturduklarını görür. Mürettebata, kulaklarını mumla tıkamalarını ve kendisini de, duyarsız kalıp komutayı elden bırakmaması düşüncesi ile kulaklarını tıkamadan bir direğe sımsıkı bağlamalarını emreder. Tayfalar bir şey işitmemektedir. Fakat sahilden gelen melodiler, hele hele şarkı sözleri, üstelik Odysseus gibi hassas ruhlu bir Yunanlı için dayanılmaz ölçüde ayartıcıdır. Bereket direğe sucuk gibi bağlanmıştır. Atlatılan bu badireden sonra, Argonautlar ve Aeneas’ın da karşılaştığı Skylla ve Kharybdis denilen sırat köprüsünden altı tayfanın canı pahasına geçerler. Bunu izleyen mola yeri Güneş Adasıdır. Tayfalar o kadar acıkmışlardır ki; daha önce Teiresias’ın ve Komutanlarının ikazlarına karşın kutsal sığırları öldürürler. O arada Odysseus dua etmek üzere uzaklaşmıştır. Döndüğünde, hayvanların pişirilip yendiğini görür; yapılacak bir şey kalmamıştır. Güneş Tanrının intikamı gecikmez. Gemi yola çıkar çıkmaz korkunç bir yıldım tekneyi parça parça eder; Odysseus dışında tüm mürettebat boğulur.
İşte, bu olaydan sonra yüzerek Kalypso adasına çıkacak ve orada yıllarca kalacak Odysseus’un anlattığı bu serüven Phaiakalaı hanları uzun süre büyülemiş hâlde bıraktı. Sonunda, Poseidon’un torunu olan Kral Alkinoos** söz alarak Ithakalı kahramanın sağ salim yurduna dönmesi için tüm desteği vereceklerini söyler. Bir gemi hazırlanır; içi armağanlarla doldurulur. Beraberine gereği kadar gemici verilen Odysseus Phaiakalılara teşekkür ve veda ettikten sonra gemi güvertesine uzanır ve rahat bir uyku çeker. Uyandığında kuru bir toprak üzerinde olduğunu görür. Gemiciler, armağanları yanına bırakarak dönüşe geçmişlerdir. Ancak Poseidon, Phaiakalıların Odysseus’a verdikleri bu desteğe bozulmuştur. Skherie Adasına yanaşan gemiye vurup onu koca bir kaya parçasına çevirecektir (H.G.Rose, “A Handbook of Greek Mythology” isimli eserinde, Troia Savaşı sırasında Yunanlıları tuttuğu hâlde Aeneas’ın maceralarında ona yardımcı olan, Yunanlı Odysseus’u ise perişan eden Poseidon’un bu çelişkisini, Latin Mitolojisinin sahte ve esas olarak Yunan kaynaklı olmasına bağlıyor). Ne ise, Odysseus ayağa kalkar; etrafı dolaşır. Derken çoban kılığında, fakat prensler gibi zarif tavırlı bir genç ona doğru yaklaşır. Aslında görüntüsünü değiştirmiş Athena olan yabancı, kendi ülkesini tanıyamayan Odysseus’a “Ithaka”da olduğunu söyler. Sonra, uzun uzun öyküsünü anlatmaya kalkan kahramanın sırtını sıvazlayarak, tüm görkemi ile gerçek kimliğini gösterir; daha çözümlenmesi gereken sorunların olduğunu açıklar; karısının başına belâ olan taliplerin defedilmesi konusunda yardım vaadeder. Onu, şimdilik, her yere tanınmadan girip çıkabileceği bir dilenci kılığına sokar; önce, kimliğini açıklamadan sadık domuz çobanı Eumaios ile buluşturur. Gece çoban’ın kulübesinde yaşamı ile ilgili uydurma bir öykü anlatan Odysseus’a, karşılığında Eumaios da Odysseus’un annesi Antikleia’nın ölümü, babası Laertes’in perişan hali hakkında bilgi verdikden sonra kendisinin bir zamanlar kral oğlu iken kaçırılıp Ithaka’ya getirildiği hikâyesini nakleder. Azra Erhat bu hikâyenin romanlara konu olan bir popülerlik kazandığını nakleder.
Öte yandan, Ithaka’dan ayrıldığından beri, tüm Ahkaialıların danışmanlığını yapan Pylos Kralı Nestor’dan akıl ve bilgi almaya çalışmakdan başka bir şey yapamayan Telemakhos, Gök Gözlü Athena’nın zorlaması ile Sparta Sarayından ayrılıp, yolda beraberine aldığı ve kendisine, kuşların uçuşundan ailenin geleceği hakkında bilgiler çıkaran bilici Theoklymenos (Melampos oğlu) ile yurduna doğru son hızla yelken açar. Athena, ona, karaya varışta doğruca evine değil, olan biteni öğrenmek için Eumaios’un kulübesine gitmesini önermiştir. Eumaios Küçük Beyi büyük bir sevinçle karşılar; dönüşünü Penelopeia’ya haber vermek üzere kulübeden ayrılır. Athena görüntüsünü normal soylu haline dönüştürdüğü Odysseus’a kendi oğlunu tanıtır. Baba oğul kucaklaşıp ağlaşırlar. Talipleri nasıl bir taktikle berteraf edeceklerinin müzakeresini yaparlar (Odyseia’yı İngilizceye çevirenlerden Robert Fitzgerald, çevirinin 1965 baskısında, Eumaios’la karşılaşma evresinde olduğu gibi, Destanın diğer bazı sahneleri ile ilgili orijinal metinde bozulmalar, silinmeler olduğu için, eski çevirilerde bu bölümlerin atlandğını; bazı yazarların mantıksal yorumla yaptığı düzeltme ve tamamlamalara dayanarak, yayıncı Anne Freedgood’un ekjsiksiz bir metin hazırlama çabasını kaydediyor).
Ertesi gün, Telemakhos yalnız başına eve gider. Çok sevinen annesi şölen hazırlıklarına başlar. Ardından, yeniden dilenci kılığına girmiş olan Odysseus ile çoban kente gelir. Yolda, Sarayın şımarık hizmetçilerinden Melantho’nun erkek kardeşi keçi çobanı Melanthios (melas=kara, anthos=çiçek) ona küfür eder. Dilenci rolündeki kahraman ses çıkaramaz; mutlu sona varmak için her şeye katlanmak zorundadır. Saray bahçesine girdiğinde onu ilk karşılayan, son kez, 20 yıl önce, Troiaya yola çıkarken mama verdiği köpeği Argos’dur. Argos hemen kulaklarını diker; titreyerek yerinden kalkmak ister; fakat bir zamanların zıpkın gibi av peşinde koşan köpeği kocamış, kağşamıştır; yerinden kımıldayamaz. Efendisinin kokusunu ve sesini alıp özlemini giderir; gözleri yaşlı sahibi başını okşarken ruhunu teslim eder.
Avlu’ya dalması ile, taliplerin korkunç şamatası ve terbiyesizliklerine tanık olan ve içlerinden birinden şamar yiyen Odysseus’un yardımına Penelopeia koşar; yardım dileyen bir konuğa yapılan bu zûlme karşı gerekeni yapacağını söyler. Ancak, ihtiyatı gene elden bırakmaz; evde bulunanlara, artık Odysseus’un dönüş umudu kalmadığı için taliplerden en zengini ve en açık görüşlüsü ile evlenmeye ve düğün armağanlarını kabûle hazır olduğunu ilân eder.
|
Telemakhos’un Nestor’dan ayrılışı, Henry Howard (1769–1847)
|
Uşaklar, birbirinden güzel ve değerli hediyeleri salona istiflemeye başlarlar. Akşam olduğunda, Penelopeia, taliplerden kötü muamele gören konuğu ile ilgilenir. Hâlâ kendini tanıtmamış olan Odysseus, Troia yolunda onun kocası ile karşılaştığı hikâyesini uydurunca kadın çok duygulanır, ağlar. Yaşlı nedimesi Eurykleia’yı çağırıp konuğun yıkanmasına yardımcı olmasını buyurur. Odysseus, gençken bir domuz avı sırasında yaralandığı izden dadının kendisini tanıyacağından korkar. Nitekim Eurykleia onu tanır; fakat planına uyup kimseye ifşa etmeyeceğine söz verir.
Ertesi sabah, talipler erkenden daha şımarmış durumda salona gelirler. Penelopeia, gece yatağında kendine göre bir plan hazırlamıştır. Uyanır uyanmaz, yük odasına gider; hazine değerinde eşya arasından, Odysseus’a ait olup o zamana değin kimsenin el sürmediği büyük bir yay ve ok dolu sadağı alır.
*Erebos: Nyks’in (Yerüsütü karanlığı, gece) kardeşi olup ikisi de Khaos’dan doğmadır; birleşip Aither (Esîr-semadaki tüm boşluğu dolduran duru hava; Yun. “aithein= kızarıp aydınlatmak. Bu kavram’dan, sonraları fizikde, tüm boşluğu dolduran “esîr” maddesi bulunduğu kuramı çıkarılmıştı) ve Hemera (Gün) gibi ışıksal varlıklar hâsıl ederler.
**Alkinoos : Alkinous olarak da yazılabilir; anlamı “Aklın gücü” yani “dirayet”tir (“alki =güç”; “nous”=akıl, ruh”. “Nous-Akıl” kavramı üzerine ilk felsefî irdelemeleri, İ.Ö.V. yüzyılda, Kalzomenai (Urla) doğumlu, ölüm yeri Lampsakos (Lâpseki) olan Anaksagoras yapmıştır.