PROKRIS VE KEPHALOS: Bahtsız Prokne ve Philomela’nın yeğenleri, gene onlar kadar baht yoksunu Prokris idi. Ona ait ilk efsaneyi Pherekydes anlatmıştır. Rüzgârlar Kralı Aiolos’un torunu, Aeolia kenti Phokis’in kralı Deion’un oğlu Kephalos ile, başlangıçda mutlu bir evlilik yapmıştı. Fakat mutlulukları sadece birkaç hafta sürdü. Sabahın erken saatlerinde geyik peşine düşen av delisi Kephalosa, Şafak Tanrıçası Eos (Aurora) aşık oldu; genç avcı ise Prokris’e yürekden sadık olduğu için ona hiç yüz vermiyordu. Güzelliğinin büyüsüne güvenen Aurora’yı bu ilgisizlik çılgına döndürdü. Sonunda, onu rahat bırakacağını ama fakat Prokris’in aynı sadakati ona göstereceğinden hiç emin olmamasını söyledi.
Prokris’in Ölümü (Floransalı Rönesans ressamı Piero di Cosimo’nun pano resmi - Londra, National Gallery) |
Kephalus’un zihnine sokulan bu meşum kuşku o kadar rahatsız edici olmuştu ki; günün birinde kılık değiştirerek eşinin sadakatini sınamayı denedi. Kimsenin tanıyamayacağı biçimde tebdil-i kıyafet edip evinin civarına döndü. Kendisini Kephalus’un arkadaşı olarak tanıttı. Prokris onu nezaketle karşıladı; kocasına özlemini çok samimî bir dille anlattı. Kephalos çevrede her şeyin eskisi gibi olduğunu; kuşkuya yer veren bir şey bulunmadığını gördü. Ama Aurora’nın fesadından öyle etkilenmişti ki daha ileri bir deneme yapmakdan kendini alakoyamadı. Prokris’e aşk ilân etti. Kadın şiddetle terslendi; kocasını çok sevdiğini ve ona ihanet etmesinin mümkün olmadığını kesinlikle ifade etti. Aurora’nın alaylı fitlerinin etkisindeki Kephalos kolay kolay tatmin olmuyordu. Durmadan dinlenmeden yalvarıyor, komplimanlarda, vaadlerde bulunuyordu. Kibar ruhlu Prokris, belki ona acıdığından, şiddetli tepkisini mesafeli bir nezakete çevirdi. O zaman kıskançlığı doruğa çıkan Kephalos, gerçek kimliğini ortaya çıkararak onu sahtekârlık ihanetle itham etti. Erkek milletine karşı nefrete kapılan Prokris hiçbir yanıt vermeden sırtını döndü; kocasını ve evi terk etti. Bir anda çılgınlığı yatışıp kendine gelen Kephalos, bu kez dere tepe eşini aramaya koyuldu. Çok gücenmiş eşini bulduğunda dizlerine kapanıp feryat figan ağlayarak affetmesini diledi. Prokrisin gönül kırıklığı ne kadar büyükse acıma ve affetme duygusu da o kadar yüce idi. Kocasına hoşgörü elini uzatı. O günden itibaren ava birlikde çıkmaya başladılar. Bir gün kadın kocasına, hedefi hiç şaşmadığını söylediği bir kargı armağan etti. O günkü avda oyun olsun diye birbirlerinden, tekrar buluşmak üzere ayrıldılar. Kephalos av aranırken bir çalı kümesi arkasında bir canlının kımıldadığını gördü ve mızrağı fırlattı. Avın yanına gittiğinde, kalbi parçalanmış karısını yerde yatarken buldu.
Kephalos Atinadan ayrıldı; başını alıp yadellere vurdu; bu arada Mykenai kralı Amphytrion’a Taphian’lar ve Teleboanlara karşı yapılan savaşda yardım etti. Ödül olarak Yunanistanın en batısındaki “Samos” denilen sevimli adayı aldı. O adaya onun adına ithafen Kephallenia (Kefalonya) adı verildi. Kephalos “baş” demektir; Odysseos’un da dahil olduğu büyük bir hanedan kurucusu olduğu için bu ismi almış...
Bu öykü de değişik formlar ve yorumlara konu olmuştur. Kephalos’un kendi uçarılığı ile eşini sekiz ay boyunca yalnız bıraktığını ileri sürenler olduğu gibi, Apollodoros, yukarki hikâyede, kocasına sadakat ve aşkı nedeni ile onu yalnız bırakmamak ve özsaygı duyguları arasında bocalaması sonunda kendini vurdurtacak kadar erdem simgesi olarak gösterilen Prokris’i de pek masum olmayan bir kadın tipi ile tanımlar; kocasına kargı ile birlikde Laelaps adında bir av köpeği verdiğini yazar. Antoninus da, Prokrisin kendisini bir oğlan kılığına sokarak kocasının yatağına girip tuzak kurduğunu yazar. Ovidiıus, “Aşk Sanatı”ndaki bununla ilgili öyküsünde har hangi bir tanrıçadan söz etmez. Prokris’in ölümü, Yunan mitolojisinin en eski kayıp epiklerinden “Kyklos”da (Belki de Epigoni”de anlatılmış. Sophokles’in “Prokris” trajedisi de kayıp eserler arasında… Öykü, görsel sanatlarda Piero di Cosimo’ya (Prokris’in ölümü) ve mitolojiye büyük ilgi duyduğundan söz ettiğimiz Nicolas Poussin’e (Cephalus et Eos) esin vermiştir.
ORYTHYIA VE BOREAS: Boreas, yerleşik olduğu Trakya’nın Kuzey Rüzgârları Dağlarından sıcak ülkeler4e serinlik ve yağış taşıyan Kuzey Rüzgârı tanrısı imiş. Hoşuna giden kadınları kaçırmak gibi kötü bir âdeti; kendisine yüz vermeyen Nympha Pitys’i üstüne kaya yuvarlayıp öldürmek gibi bir sabıkası varmış. Bu arada çiçek tanrıçası Khloris (Lat. Flora) ile de iş pişirmiş. Huylu huyundan vazgeçmez, Orythyia’ya da gönlü kaymış. Ama kızın babası Erekhtheios ve Atinalılar, başlarına Tereus’un Kuzeyden getirdiği felaketten ağızları yanık olduğu için, kızın bir kuzeyli ile birlikteliğine önce rıza göstermemişler. Ne var ki, zarplı Tanrının gücü karşısında ellerinden ne gelir. Bir gün, Orithyia, su tanrılarından Ilissos’a adanan ırmak kenarında, Ilissos’un kızı naiad (su perisi ) Pharmakeia ile oynarken Boreas hışım gibi gelip kızcağızı alıp, uçurup gitmiş. Çiftin, sonradan Iason’un Altın Post Seferine katılacak Zetes ve Kalais adlarında iki oğlu olmuş.
Peter Paul Rubens’in Orithyia tablosu. |
Plato’nun “Phaedros” adlı diyalogunda bu öyküye bir gönderme vardır. Öyküyü Antik Dönemin bazı Yunanlılarınca yüzlece, binlerce yıl yaşadığına inanılan bir efsane gibi görülen Sokratesle ilgili bir anekdotla süsler. Büyük peripatetik (yürüyüş sırasında felsefe yapan) hoca Sokrates bir gün çok sevdiği öğrencisi Phaidros (Phaedrus) ile mutad söyleşi gezilerinde, gencin: “Hocam, Boreas’ın Orithyia’yı kaçıdığı yer Ilissos Irmağının tam bu noktası mı idi?” sorusuna “öyle söylerler” yanıtını vermiş. –“Peki, siz ne dersiniz; ırmak burada çok berrak ve coşkulu akıyor. Genç kızların yıkandıklarını görüyor gibiyim”. –“400 metre kadar aşağıda Bores Sunağı olduğuna göre, zannıma göre senin kasdettiğin yer orası olsa gerek.” –Siz de inaniyor musunuz bu öyküye?” – “Verilen her bilgi kuşku götürür. Ama kapıldığım kuşkuda tek başıma kalmamalıyım.”
Edith Hamilton, İ.Ö. V. asrın 2. yarısında düşüncelerini yayan bu filozofdan sonra, efsanelerin, insanların zihnindeki konumlarını değiştirmeye başladığı yolunda (bana biraz safdilce görünen) bir değerlendirme yapmış. Sokrates, baldıran otu ile zehirlenerek idam edilme pahasına, kendisinden hemen sonraki liberal Perikles dönemini (kısa bir süre için) aydınlattı ama kuşku duymak hâlâ çok tehlikeli.