23
Aralık
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -90-


TROIA SAVAŞI. Troia Savaşının kahramanlarını, daha önceki başka efsanelerde de yer aldıkları için bir ölçüde tanıtmıştık. Savaşın hiç unutulmaması, Troia’nın da hâlâ en ünlü kentlerden biri olması, “Yunan Aydınlanma Çağı”nı açan Homeros’un görkemli şiiri “Iliada” destanında izleriz. Aslında, savaşı doğuran nedenler, Yunanlıların sefere hazırlanmaları ile ilgili olaylar ve sefere çıkışları, savaş evresi ve savaşı Yunanlıların (Akhalıların) kazanmasının sonucu olan olaylar olarak bir öyküler dizisini, çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz. “Iliada Destanı ise, Yunanlıların Troia’ya ulaşmaları ile başlar; Iphigenia’nın kurban edilişinden söz etmez. Bu konu, Atreus Hanedanı bahsinde anlatıldığı üzere Aiskhylos’un oyununda yer alır. Şimdi, bu bölümde yer vereceğimiz “Paris’in Hakemliği”, Homeros sonrası (İ.Ö. VII. asırda yazılmış, müellifi bilinmeyen, elli dizelik “Kypria” isimli eserde yer aldığı gibi, Euripides’in “Troialı Kadın” oyununa da konu olmuştur. Oinone’nin hikâyesini, İ.S. I. Ya da II. yüzyıl yazarı Apollodoros, bazı eklentilerle yeniden işlemiş; Homeros’un bu büyük destanı ile bağlantılar kurmuştur. Savaşın sonunda, Akhalı cengâver Odysseos’un yurduna dönüş öyküsü, gene Homeros’a atfedilen “Odysseia”da verimiş; Augustus Çağının büyük Lâtin ozanlarından Vergilius ise, yurdundan ayrılarak İtalyada Roma Uygarlığının temellerini atan Aeneid’in (Aeneidos; Lâtin versionu “Aeneid”) maceralarını destan haline getirmiştir.

Anılan destanlarla birlikte birçok ilâhî, epigram (hisseli, nükteli kısa şiir), fragmanlar halinde bulunmuş bazı margitler (antik Yunan yazınına özgü komik şiir) kendisine atfedilen Homeros’un hayatı, hatta öyle birinin yaşayıp yaşamadığı tartışmalı. Dor kültürünün bölge uygarlığına damga vurduğu dönem olan İ.Ö. IX ya da VIII. yüzyıllarda yazıldığı tahmin edilen Iliadanın İ.Ö. 1040 yılında kurulmuş Miletos’da, Homeros tarafından yazıldığının bilinmesine karşın, kısmen onun tarafından yazılmış olabileceği, parça parça yazılmış şiirlerin bir araya toplanmış olabileceği, Homeros diye bir kimsenin hiç yaşamadığı, ayrıca “Troia Savaşı”nın hiç yapılmamış olduğu iddiaları da var. Şifahî edebiyat ve şiir döneminin sona erdiğini simgeleyen yapıtlarına karşın kör olduğunu ileri sürenler; bu iddiayı reddedenler olmuştur. Homerin yapıtlarının gerçek aidiyeti, tarihi, değeri tartışmaları İ.Ö. VI. Asır sonlarına doğru Rhegium’lu Theagenes ile başladı. Arkhilokhos, Callinus, Stesikhoros gibi eski çağın ustaları bu tartışmanın içine girmişlerdir. Plato’nun “Phaidros” dialogunda bu tartışmalara atıf var. Değerli ozan ve deneme yazarı Afşar Timuçin’in “Düşünce Tarihi” isimli eserinden öğrendiğimize göre: Iliada’nın Fransızca çevirisini hazırlamış Eugène Lassere, Victor Bérard’ın görüşüne dayanarak göre Odysseia’nın, yarın yüzyıl sonra yaşamış bir başkasının eseri olabileceğini ileri sürüyor. Iliada’nın Homeros tarafından kaleme alındığına, ancak başkalarına ait bazı şiirleri eklemiş olabileceğine ihtimâl veriyor; destanın bazı yerlerinde zaaflar taşımasını buna yoruyor. Bunun dışında, 1970’de rahıp d’Aubignac, “Iliada Üzerine Akademik Sanılar ve İncelemeler” kitabında, Iliada ve Odysseia’nın bağımsız şarkılardan, ‘ezgi’lerden oluştuğu görüşünde imiş. Böyle çok hacimli manzum eserlerin o devir yazını için bir haylı ağır olması ve metinlerin içinde, olay ve kişilerle ilgili bazı çelişkilerin varlığı bu fikirlerin yabana atılamayacağını gösteriyor. Hatta bu görüşleri, Diderot’nun: “şiir, daha çok barbar halkların işidir, çünkü hiç bir şey bu halkların tutkularını ölçülü kılmaya yetmez; bu halklar soyut sözcüklerden ve kavramlardan yoksun oldukları için tutkularını ancak maddesel imgelerle açıklayabilirler” tespitinden hareketle, bazı felsefî kuramlarla da temellendirmeye çalışıyor; folklorik gelenekler gibi tarihin yorumlanmasını ve ifade biçimini toplumsal deha ile açıklıyorlar.

Dersimiz tarih değil; konudan sapmayı da hiç istemezdim amma, bazı okuyucularımın zihnine takılabileceğini tahmin ettiğim bir şeye özetle açıklık getirme gereğini duydum. Troia’yı kuşatanların bazen “Yunanlı”, bazen”Akha”lı olduğu nakledilir. Bu iki etnik unsur özdeş midir? Ya da birbiri ile yakın ilişkisi nedir? Merak konusu olabilir. Zaten mazbut kaynaklar olmadığı için tarihin karanlıklarında kalan bu konu belirsizliğini hala korur. Kimisi, Akhalıların (Akhaios) kadim Mykenai uygarlığının kurucusu; kimisi de bu uygarlığı yıkan Deniz halklarından olduklarını; Yunanlıların (Elenlerin), kendilerinden daha aşağı bir sınıf bir kabile olarak gördükleri Dorlardan da sonra o bölgeye geldiklerini söyler. Yunanlılar birinci görüşe göre kendilerini Akhalıların torunları kabûl ediyorlar. Efsanede, duvarlarını Kyklopların kurdukları söylenen ve Akhalıllarca işgâl edilen Mykenai ve Tyrins kentleri Yunan uygarlığının ilk çıkış noktası bilinir. Ancak, Troia seferinin önderi Agamemnon’un kralı olduğu Mekynai’da daha önce kurulan uygarlık,, Arnold Toynbee’ye göre, Girit Minos uygarlığının Kıtasal Yunanistan’daki yansıması idi. Giritten gelen Minoenler (Minoatai) Pylos, Orkhomenos, Ialkos’da da yerleşmişler; Minos uygarlığını kıta Yunanistanına yaymışlardı. Bunlara “Minyae” denmeye başlamıştı; Argonotlar seferine katılan “Minyalar” bunlardı. Hitit Devletini, Minoen Deniz Devletini (Thalassokhrasy), Mykenai’ı ezip geçen Deniz Halklarından olan Akhalılar Minos uygarlığına kendilerini “evlâtlık kabûl ettiren kan içici barbarlardır. Minos’un haricî proleteryasıdır (Aynen, milad sonrasının ilk asırlarında, yeni bir korkunç Völkerwanderung’la (kavimler göçü) Roma İmparatorluğunu yıkıp, halen onun mirasına konan barbar kuzey adamları gibi). İ.Ö.XIV. asırda, Hitit yazıtlarında anılan “Ahhiyawa” adının Akhalılarla ilişkisi olduğu kanıtlanamamıştır. Homeros Iliada’sında, Akhalıların yanında Troia seferine katılan “Myrmidonlar (Thessalia, Phthia’lı karınca adamlar) ve Hellenler”den söz ediyor. Peki, bu Hellenlerle Akhalıların farkı nedir? En bilinen lejand’a göre Hellen, Deukalion ve Pyrhha’nın oğulları idi. Ondan türediklerine inanılan Thessalia’da yerleşik küçük kabile, Akhilleus önderliğinde, Akhalıların yanında Troia Savaşına katılmıştır. Fakat gariptir, zaman zaman Myrmidonlara da “Hellen”lik atfediliyor. Akhalılar, asırlaca Yunanistanda güçlü bir egemenlik kurdular. İ.Ö.III. asırda kurulan 12 kentlik Akhaia Konfederasyonu (Kosmopolis)* bunu gösteriyor. Buna karşın, sonradan ulus ve ülke olarak “(H)Ellenes; (H)Ellas” adlarının seçilmesi, “(H)Ellas”ın etimolojisinin “bizimkiler; bizim ulus; bizim vatan”dan gelmesi gerek olsa. Gene inanışa göre, hakir görülen Dorlar, Hellen’in oğlu Doros’dan gelirlermiş. Sonuç olarak Yunanlılar “polyonymous - çok isimli” bir ulus olup orijinal aidiyetleri karmakarışık. Bununla ilgili bir anekdotu da bu arada kaydedelim: Ölümünde Sparta’ya gömüldüğünden söz ettiğimiz Orestes’in kemikleri bir ara Atina’ya Athena Tapınağına taşınmış. Dorların ilk işgâl ettikleri Lakonia’da yerleşik oldukları için Dor aslından geldikleri kabûl edilen Spartalıların İ.Ö.VI. yüzyıl başındaki kralı Kleomenes I. Tapınağı ziyaret etmek istemiş. Tapınağın Baş Rahibesi, Tapınağın kapısındaki “Buraya Dorlar Giremez” ikaz levhasını göstererek onu engellemek istemiş. Spartalıların olumsuz şöhretlerine karşın çok kibar ve hoşgörülü olan Kral ona: “Hanımefendi, ben Dor değil, Akhalıyım” yanıtını vermiş.

PARİS’İN HAKEMLİĞİ: Konumuza Troia Savaşının tahrik nedeni olaydan başlayalım:

İsa’nın doğumundan bin yıldan fazla bir zaman önce Anadolunun batısındaki Ilion da denilen Troia kenti, güç ve zenginlikte zamanının en önde olanı idi. Hakkında Iliada gibi çağları aşan bir lirik şiirin, bir savaş destanının yazıldığı bu kent üç kıskanç tanrıçanın rekabeti yüzünden yıkıma uğramış, sadece bir efsane merkezi olarak kalabilmiştir.

Paris’in Hakemliği (Peter Paul Rubens- Londra, Ulusal Galerisi)


Fesat Tanrıçası “Eris” hiç sevilmediği için, Tanrıların Olympos’da düzenledikleri bir şölenden de dışlanmıştı. Bunu sinderemiyerek derin bir kin duygusuna kapılan mel’ûn tanrıça, kariyerine yakışan çok ustaca bir plan hazırladı. Kral Peleus ile deniz nymphası Thetis’in, tüm ilâhî kadro tarafından çok önem verilen düğünü sırasında, sinsice şölen salonuna yanaşarak, üzerinde “Dünyanın en Güzeline” yazılı bir altın elma fırlattı. Tüm tanrıçalar bu büyük onura sahip olmak istediler. Fakat düğünde hazır bulunanlar arasındaki seçim sonunda Aphrodite, Hera ve Bakire Athena elemeye kaldı. Son seçimi Zeus’a bıraktılar. Fakat, dirayetli baba tanrı, bu çetrefil işe bulaşmak istemiyerek, öneriyi yapanlara, güzeli seçmede beğenisine güvenilecek tek kişinin, şu anda Ida Dağında (Kaz Dağı) babasının sürüsünü otlatmakta olan, Phrygia’lı genç Paris olduğunu bildirerek, hakemliği ona teklif etmelerini salık verdi. Aleksandros diye de tanınan Paris bu dağın yakınlarındaki Troia’nın Kralı Priamos’un oğlu idi. Veliahd olmasına rağmen, bir gün ülkeye felaket getireceği kehânetini duyan babası onu yanından uzaklaştırıp çoban yapmıştı. Paris, flörtü Oinone adında güzel bir nympha ile birlikde kırlarda gezerken, birden bire karşısında görkemli güzelliklerinden tanrıça oldukları anlaşılan üç kadın figürü belirdi. Önce, heyecan ve korkudan küçük dilini yutacak gibi olan genç çok geçmeden kendini toplayarak hiç ses çıkarmadan duran kadınlara baktı ve ne istediklerini anladı. Seçim çok güçtü. Tanrıçalar ona, seçilmeleri karşılığında verecekleri rüşvetleri açıkladılar: Hera, ona Avrupanın ve Asyanın hükümdarlığını; Athena, Yunanlılara karşı zaferi ve yıkıma uğrayacak Yunanistanda egemenliği; Aphrodite ise Dünya yüzünde en güzel ölümlü kadının aşkını sunuyordu. Zayıf karakterli ve ürkek bir genç olan Parisin, her babayiğidin aşamıyacağı sorumluluklarda hevesi yoktu; güzelliği ve aşkı seçti; altın elma’yı Aphrodite’ye verdi. Armağan’ı dünyalar güzeli Spartalı “Helen”di.

İşte, bütün kıyamet bu yüzden koptu.

Paris’in Hakemliği’nin konu edildiği başlıca görsel eserler: Londra Ulusal Galerisindeki P.P.Rubens’in; New York, Metropolitan Sanat Galerisindeki, Alman ressamı (yaşlı) Lucas Cranach’ın tabloları; Brezilyalı sanatçı Ricardo André Frantz’ın, Roma’da Capoitoline Müzelerinde sergilenen nefis porselen biblosudur.


*Konfederasyonu ifade eden Yunanca sözcük “Kosmo-polis” çok fazla etnik unsurun barındığı birim demek olup, tam sözcük karşılığı: “evren-kent”dir; ama doğallıkla, anlamı, Oktay Sinanoğlu hocamızın “Üniversite” karşılığı icat ettiği “Evrenkent”den tamamen farklı. “Kosmopolit” sözcüğü “çok unsurlu bir kent’in hemşehrisi” olarak kullanılması gerekirken, zamanımızda galat olarak “karışık etnik unsurlu kent” olarak kullanılıyor.

Yayın Tarihi : 11 Ocak 2008 Cuma 18:55:29


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?