YUNAN EFSANELERİNİN LATİN KÜLTÜRÜ İLE KUCAKLAŞMASI: Iiada’daki öykülerin devamı olan Aeneid’i özetlemeden önce bu bölümde Yunan mitoloji kültürünün Roma kültür ve yaşamına bağlantı sürecine bir göz atacağız. Ve Roma ırkının kuruluşunun izlerini sürmeye çalışan ana kitap, Lâtin şiir literatürünün şaheseri, tam bir Greko-Romen lejand kabûl edilen “Aeneid” destanı’nın müellifi Vergilius’a özel bir göndermede bulunacağız. Binlerce yıl heyecanla okunmuş bu doyumsuz destanın yazıldığı Augstus çağı sanat ortamını bir kez daha, eserin yazarı Vergilius ve o dönem’de mitoloji edebiyatını “Odes – Od’lar” adlı şiir kitapları dizisinde münferit şiirleri ile süslemiş Horatius’un yaşamları ve onların Augustus çağı Devlet korumasının manevî besinini aldıkları, daha önce, Ovidius’un da dahil olduğundan söz ettiğimiz çevre atmosferi ile birlikde karşınıza getiriyoruz. Pierre Grimal’ın, “Le Siècle d’Auguste – Augustus Çağı” adlı eserinde, Yunan düşüncesinin İncil’i sayılan “Iliada”nın yazıldığı en prestijli çağı İmparatorluk Romasına bağladığını söylediği Vergilius’un ve hemen aynı güçde eserler vermiş çağdaşı yazarların, Romanın belirli bir döneminde bir araya gelmeleri bir rastlantı değildir; onların dev eserler yaratmasına olanak veren münbit çevre, görece bir huzur getiren siyasal koşullarla oluşturulmuştur.
Romanın Cumhuriyet döneminde, Sezar’ın güçlü kişiliği ile kazandığı askerî başarılar ve ülke dahilinde suiistimâlleri ve nüfuzlu gizlice kişilerce beslenen (ki bunların arasında manevî oğlu Brutus ve Sezar’ın güvendiği komutan Antonius da vardı) kambiotorları (murabahacıları)şiddetle takip etmesinin, ülkenin fiilî yönetimini birlikte ele aldıkları triumviranın öteki üyeleri Pompe ve Sulla’yı saf dışı bırakmasının Roma Senatosunda kıskançlık ve garaz yaratarak ona, despotça davrandığı gerekçesi ile, suikast düzenlendiğini, bunu da bir kargaşa döneminin izlediğini biliyoruz. Bir süre sonra desteklenerek güç bulan yeğeni Octavius, evvelâ, Romanın Doğu topraklarını işgâl etmiş olan suikastçılarıdan, kendisine “liberator – özgürlük getiren” unvanını yakıştıran Brutus ile Cassius’u,Makedonyada, bugün Drama denilen Philippi’da (Yunanlıar Filippoi” derler), İ.Ö. 42 tarihinde, ölümcül bir yenilgiye uğratır.Bu çatışmada, azaldı bir kölenin oğlu olan ozan Horatius da, Brutus’un yanında “tribunus militum – Piyade Askeri Komutanı olarak yer almasına karşın, İ.Ö.39’daki genel af’dan yararlanmış; ancak babasının Venezia’daki çiftliğine gittiğinde oraya el konduğunu görmüş. Romada müfettiş kâtipliğine ya da yazmanlığına (scriba quaestor)* başlamış. Octavius, en önemlisi İ.Ö.31’de, Antonius’a karşı yaptığı Aktium Deniz Savaşı olmak üzere birçok zaferler kazandıkdan sonra, aldığı Caaesar ünvanından başka İ.Ö.27’de “Augustus – muhterem, yüce” cognomen’ini** aldı. Kendisine “Yüce Dictaor”*** diye hitabedenlere (Sezar’ın başına gelenden der aldığı için), mütevazı görünerek: “Bana dictator demeyin; sadece ‘Imparator” deyin” diye tembihatta bulunmuştu. “Imparator” sözcüğü o tarihde, her hangi bir âmir ya da komutan yerine kullanılıyordu. Ama, ne zaman ki Augustus’a “Imparator” denmeye başladı, başka hiç kimse için bu unvan kullanılmaya cesaret edilemez oldu. Önce “imperium majus – en büyük şeflik” titri ile tüm öteki Senato üyelerinin ve valilerin üzerinde olduğu teyid edildi. Sonra, “tribunicia potestas – yaşam boyu tribunus”**** yetkisi aldı. Merkezî Roma dışında, Kudüsü, Perslerin, Medlerin, Elam’ilerin ülkelerini, Mezopotamyayı, Yahudayı, Pontus’u, Kapadokyayı, Mısırı, Libuyada Kyrenaika havalisini kucaklayan, Giritlilerden Araplara kadar etnik farklılıkların yaşandığı bir coğrafyada Pax Romana’nın temellerini atan bir lidere verilen Imparaor” unvanı, artık, kapsamlı ve mutlak emir verme ve hâkimiyet gücünü gösteren bir kavramı ifade etmeye başlayacaktı. Parça buçuk Yunan sitelerinde, itibarı olmayan, uçkuruna düşkün, haylaz, kılıbık, insanî zaafların alegorisi olan Zeus’un Roma’daki özdeşi “Jupiter” artık çok saygın, ciddî, ödünsüz, adaletli, gerçekden korkulan bir baba tanrı oluyordu. Zira, böylesine bir dünya devletini egemenliklerine geçirmiş Romalı yöneticilere böyle bir tanrı gerekti. Güçlü ve bilge kişilikli Augustus’u izleyen dönemde Caligula, Neron, kendini Herkül zanneden Commodus gibi yoz ve dengesiz imparatorlar zamanında ise Jupiter de zalimleşmiş ve vahşileşmiştir. Roma dorukdan inişe geçmeye başlayacak; Stoacı filozof İmparator Marcus Aurelius’un Pax Romana’yı kurtarma çabaları mukadder akıbeti önleyemiyecektir.
Her ne ise, Augustun gücü siyasî olmakdan öte toplumsal reformlara uzanmıştır. İmpararorun danışmanı ve eques (şövalye) Gaius Cilnius Maecenas(son adı bir cognomen-müstear isimdir) , dirayetli, zarif ve sanat aşığı yapısı ile kültür ve sanatın patronluğuna soyundu. Amacı Roma toplumuna düzey yüksekliği kazandırma yanında, yazar ve düşün adamlarından rejim için propoganda desteği sağlamakdt. Kısa yaşam öykülerini daha önce verdiğim Ovidius ve Propertius yanında Vergilius, Horatius, L.Varius Rufus,Plotius Tucca, Valgius Rufus, Domitius Marsus gibi isimleri çevresine topladı. Maecenas gibi sanat ve yazın aşığı olup, kendisi de Albius Tibillus gibi bazı ozanlara patronluk yapan General Messalla Corvinus ve Praetorian Prefect Publius Varius Ligur da, gene sanat koruyucusu sıfatı aynı oturumlarda yer almış; Dönemin Cornelius Gallus gibi hem politikacı ve hatip. hem şair olan simaları vardır. Bizzat Maecenas da (bazı parçaları zamanımıza gelmiş) nesir ve nazım yazılar yazmaya hevesli idi; ama bunlarla Augustus alay ettiği gibi; acayip uslûp ve beceriksiz kurguları üzerinde daha sonraki yazar ve eleştirmenlerden Seneca ve Quintilianus tarafından eleştirilmişdir. Ancak, onun edebiyat sponsorluğundaki büyük hizmeti tartışılmaz;,Batıda ”koruyucu” anlamında kullanılan “mesen” sözcüğü” onun adından türetilmiştir. Özellikle Horatius’un tüm Od’larında (Odes) ve Mektuplar’ın (Epistulae) ilk kitabında ve Vergilius’un Georgic’inde çok övülmüştür; Çevresine, Latin edebiyatının en büyük ozanı olarak nitelendirilen Vergilius’dan sonra giren Horatius, Od’lardaki, nerede ise her iki şiirden birini ona ithaf ederek yağcılıkda adamakıllı ileri gitmiş. Muhakkak ki, bu grubun oluşturduğu değerlerin çok öncesinde (gene Roma’nın yükselme dönemlerinde), İ.Ö.III. yüzyılda, Odyssea’yı Latincete çeviren Livius Andronicus’dan başlayarak, Yunan mitolojisini, destan ve tragedialarını, komedialarını vb. edebiyatını Roma kültürüne intikâl ettiren Gnaeius Naevius, Quintus Ennius, Plautus, Terentius ve Hotatius’un hayran olduğu ve örnek aldığı “satyrist” Lucilius vardır. Aynı şekilde, düşünür ve yazarların patronu konsül ve general Scipio Aemilianus, berberî asıllı Roma yurttaşı komedi yazarı Terentius’u, ikisi de Yunanlı ola tarihçi Polybios ile stoası filozof Panatios’u kanatları altına almıştı. Augustus çağının hemen öncesindeki ozan, eleştirmen, hatip, devlet adamı Cicero ise yaşadığı döneme kendi adını vermiştir. Fakat, kuşkusuz Augustus İmparatorluğu Lâtin edebiyatının en üretken alanı ve doruk noktası olmuştur. “Ab Urbe Condita” isimli eseri ile Roma kuruluşunun tarihini yazan tarihçi Livius’u da unutmamak gerekir. “Ab Urbe Condita” deyimi (bizim “kalû beladan beri” deyişimiz gibi, daha öncesi bilinmeyen zamanı ifade edermiş.
XIX. yüzyıl Fransız ressamı Charles François Jalabert’in “Macenas’ın Bahçesinde Horatius, Vergilius ve Varius |
Gelelim, savaş macerasına kısaca değindiğimiz Horatius’un edebî kişiliğine:
HORATIUS: Venusia doğumlu, İ.Ö.65–27 yılları arasında yaşamış seçkin bir şair ve yergi ustasıdır. Scriba quaestorluğu sırasında yazdığı şiirlerle dikkat çekerek Maecenas’ın grubuna girdi. Bir yandan “Satirae – Yergiler” adındaki altılı (hexametron) vezinli şiir derlemesinin birinci kitabını yazıyordu (Persius, Iuvenalis gibi onu da etkileyen ve Lâtin şiirinde “Satyr” türünü geliştiren Lucilius, “Satyr”i Yunanca anlamı ile “Satyr gibi grotesk” yanında “Satura – karışık yemekle karnı doymuş” sözcüğünden geldiğini ileri sürmüştür). Horatius şiirlerini dikkatle inceleyen araştırıcılar şirlerinin çok yerinde, eski Latin Satyr ustası Lucilius’u taklid ettiğini saptamışlarsa da; kendine örnek aldığını söylediği antik çağ Yunan yazarları ile pek ilişki kuramamışlar. Uslûbunu, daha yakın tarihlerdeki Hellenistik ve İskenderiye dönemi yazınına daha yakın görmüşler. Gözünü yıldıran kargaşa dönemini sona erdiren Augustus rejimine bağlandı; düzen savunucusu oldu. Dört kitaplık Od’larının (Odes) 3. Kitabındaki, Augustus için yazdığı ilk altı şiir en parlak siyasal şiirler sayılıyor. Fakat, Augustus’un genel sekreterliğini yapma teklifini sağlık bozukluğu gerekçesi ile geri çevirmiştir. Od’ları siyasal övgüler yanında, Yunan ve Roma mitlerinin de bolca yer aldığı çok çeşitli konuları içermektedir. Bunlar ölümünden sonra okul kitaplarına girmiştir. Ancak, İmparatorun reformlarını öven “Carmen Saecular – Çağların Şarkıs) pek başarılı olmadı. Hristiyanlık döneminde harareti söner gibi olan “Ars Poetica – Aşk Sanatı” kitabı ise Rönesansdan itibaren çok ilgi çekti; özellikle XIX. Yüzyıl İngiliz ozanı Alfred Tennyson’un hayranlığnı kazandı. Duygularını son derece karmaşık bir uslûp ve tumturaklı sözcüklerle anlattığı için anlaşılması son derece çetin olan şiirler, buna karşın defalarca başka dillere tercüme edilmiştir.
Yukarda andığımız üzere Maecenas’a, Odlarında olsun, düz yazı olarak kaleme aldığı “Epistulae – Mektuplar”da olsun, düzdüğü övgüler, onu Jupiter’den sonra 2. Sıraya yerleştirmekden, eski öykülerin tanrı yapılı Kralları arasında fırlayıp önüne çıkarak kendi kaderini bir edebiyat zaferi ile taçlandıran bir masal kahramanı olmakdan, bahçesinde Musalar ve satirlerle sanat partileri düzenleyen tansıklı bir patron olmaya dek abartılı betimlemelerle doludur. Vergilius ve Aeneid’e geçmeden önce, bir örnek olarak Maecenas’ın doğum günü’nü kutlama şiirini verelim:
“Ellerimizi çırparken, işte, üstünde benim mührüm olan Yunan kavanozundaki Sabin şarabından sıcak yuvandaki kupana doldurarak kana kana iç.
Sevgili Şövalye, Tiber ırmağının ecdaddan kalma sahil banklarından ve Vatikandan yankılanan şükran ve övgü dolu şen şakrak tezahüratı dinle.
Senin için lâyık olan Caecuba***** bağbozumu ürünü şarabı kadehine doldurmaktır; Cales’de***** ezilmiş üzümler senin içindir. Ama, ben senin yanında Falernia ya da Formia şaraplarını içmeye bile lâyık olacak bir adam değilim.”
*Scriba quaestor: “Scriba-yazman” scribere”-yazmak”dan gelip, Batı dillerine geçmiş, bazen Türkçemizde de kullanılan ”Scripture-yazı” sözcüğünün kökenidir. “Quaerere-sormak, araştırmak”dan gelen “Quaestor=muhakkik, soruşturmacı” da batı dillerine “Questiun=soru”; “questionnaire=anket” gibi sözcükler kazandırmıştır.
**Cognomen: İkinci ad, müstear ad anlamlarında, halen batı dillerinde de kullanılır. Aslında “conomen” olması gerekirken “gnoscere=bilmek, tanınmak” fiili ile karıştırılarak şekil değiştirmiştir.
*** Dictator: “dictare” fiilinden gelip, anlaşılacağı üzere dikte ettirmek, yazdırmak demek. Cumhuriyet dönemi Romasında, gücü ve ehliyeti takdir edilip kendisine, olağanüstü hâller için tek başına “emirname” yazdırmak yetkisi verilen kimselerin aldığı onurlu bir unvandı. Sezar olayının anısı ile “despotluğu” ifade eden pejoratif (olumsuz) bir anlam kazandı.
**** Tribunicia potestas : Tribus, bugünkü Batı dillerindeki kabile, oymak (İt., İsp., Fr. Tribu, İng.“Tribe gibi) karşılığı sözcüklerin kökenidir. Tribunus, aslında kabile, oymak şefi olup, Roma bürokrasisinde sivil ya da askerî kamu görevlilerine verilen unvandır. “Potestas” ise mutlak yetki ve iktidar sahibi
*****Caecuba : Latium’un (bugünkü Lazio) sahil kesiminde bağlık bölgedir. Roma’nın doğumu oradaki festivallerle kutlanırdı.. Cales: Campania’da bugün “Calvi Risorta” denilen antik bir kenttir. Romalılar, İ.Ö. 335’de orada ilk kolonilerini kurup.2500 yurttaşları ile yerleştiler. Falernia : Latium ile Campania sınırında Falernus Dağı eteklerinde bağlık bölge.Formia, gene Lazio’da, bugün turist çeken bağlık bir yerleşim.