23
Aralık
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -97-


AENEİD –II (Aineais’in Başından Geçenler): Bu öykü doğrudan Vergili us’un bu konudaki destanından alındığı için dinsel deyimler ve isimlerin Latince versiyonları kullanılacaktır. Aeneid, çeşitli Yunan lehçelerine göre farklı yazılan (kimine göre Aineais kimine göre Aeneidos) Troialı kahramanın adının iyelik hâlidir (yani “Aenidos’a ait” demek olan) bir sözcüktür. 12 kitaplık destanın ilk altı kitabı, Troidan İtalyaya yapılan seyahat macerasına aittir; geri kalan altı kitap İtalyada yaptığı mücadelelerin öyküsünü anlatır. Nitekim Vergilius da, destanına: “Arma virumque cano – Ben silahların ve bir tek adamın menkabesini terennüm ettim” menifestosu ile başlar. Ayrıca, Horatius’un da “Roma ve Troia Hakkında” isimli şiirinde yer verdiği, Juno’nun (Hera) gazabının Troianın zevali olduğu temasını o da, ilham perisi olan Musa’ya: “Musa, mihi causas memora – Ey, Musa, bana sebeplerini anlat” diye niyazından sonra bu katastrofik son’u Juno’nun korkunç kaprisi ve kini ile açıklayacaktır.

TROIA’DAN İTALYAYA: Venus’un oğlu Aeneas Troia savaşının kalburüstü kahramanları arasında idi. Troialı kahramanlar içinde Hector’dan sonra ikinci gelirdi. Babası ve küçük oğlu ile kendine katılan birçok Troialı beraberinde yola düzüldü. Ama nereye, nasıl yerleşecekleri hakkında hiç belirgin bir fikirleri yoktu. Karayolu, deniz yolu demeden, Trakya, Girit, Epirus’u da içine alan çok zahmetli bir yolculuğu ihtiyar ettiler. Aeneid’e göre, ona İtalya^ya gitmesini salık veren Gryneion Apollo’sudur İzmir-Çanakkale yolu üzerinde, Aliağayı geçtikden sonra Çandarlı Körfezinin son koyunda, bir tepe yamacında kurulmuş. 

AeneasYanmakda olan Troia’dan kaçıyor.(Barok İtalyan ressam Federico Barocci’nin 1598 tarihli eseri. Urbino’lu sanatçı “Fiori da Urbino –Urbino’yu çiçiklendiren” lâkabı ile anılır. Roma’da Borghese Galerisinde sergileniyor.
Troia Savaşından sonra Aiol kentlerinden biri olacak Myrina’nın (bugünkü “Birkitepe”) 750 m. Kadar kuzeydoğusundaki başka bir kent olan Gryneion’da, Anadoluda çok örneği görülen Apollon tapınaklarından biri varmış. Buna göre, Aeneas’ın da hangi rotayı izlediği tam anlaşılamıyor. Çeşitli vesilelerle durdukları limanlarda kent inşasına girişmişlerdi ama bazı aksilikler bu girişimlerini akamete uğratmıştı. Bir rivayete göre de, Giritte durak yaptıkları günlerden birinde, Aeneas’a rüyasında, daha uzaklarda, o günler Hesperia (Batı Ülkesi) denilen İtalya’yı kendisine yurt edineceğinin kaderinde olduğu söylendi. Kendisine verilen bu tanrısal güvence üzerine yeniden yola çıkıldı. Fakat vaat edilen toprağa ulaşıncaya kadar çok çetin zamanlar ve maceralar geçirdiler. Argonautların tersine Batı’ya giden Troialılar da her nasılsa aynı yaratıklarla, Harpilerle karşılaştılar. Altın post ülküsü ile sefere soyunmuş Iason’un yönetimindeki Yunanlılar demek ki, daha yüreği pek silahşorlarmış ki, Iris araya girmese imiş bu canavarları boğazlayacaklarmış; fakat, yorgun bezgin Troialılar, gemilerine atlayıp, canlarını pupa yelken kaçarak kurtarmışlar. Daha sonraki uğrak yeri, Troia’ya benzetilmek istenen, yeni kurulmuş Buthrotum’da, müteveffa Hector’un eşi Andromakhe ile karşılaşınca çok hayrete düşmüşler. Meğer Akhilleus’un oğlu Pyrrhuss (Neoptolamus) onu görür görmez aşık olmuş; Helen’in kızı olan eşi Hermioneyi hemen terk edip onu almış; ama kısa süre sonra vefat edince, Andromakhe Troialı bilici Helenus ile evlenmiş; birlikde Buthrotum’u yönetiyorlarmış. Karı koca yurttaşlarını büyük bir sevinçle karşılamışlar; izaz ikram etmişler. Ayrılık vakti gelince, Helenus yapacakları seyahatle ilgili faydalı öğütler vermiş. İtalya’nın, Yunanlı kolonist kaynayan doğusundaki kıyılarına değil, batı sahillerine çıkmaları; ayrıca, bunun için de, Sicilya-İtalya arası kestirme yoldan değil, selametleri uğruna daha güneyden uzun yolu seçmeleri gerektiği yolunda onları uyarmış. Messina Boğazının bir yakasının Scylla, öte yakasının Charybdis adındaki canavarların gözetimine bulunduğunu Argonautlar bahsinde görmüş; ve hâttâ, Karadenizden Yunanistana sefer eden Argonautların o havalide ne işleri olduğunu sorgulamıştık. Homeros, Odysseus’u da kulağını tersden göstererek, Skylla ve Kharybdis’in diyarından geçirecektir. Demek, maceraya atılanları, geriliminin dozunu arttırmak uğruna bilinen her türlü tehlike ile yüzyüze bırakmak konvansiyonel bir uslûp olmuş. Arkaik dönemin insanları için Messina Boğazının canavarları da heyecan keyfini yaşatan en harc-ı âlem fantezi olsa gerek. Bu heyecan ögesinin böylesi çok kullanılması, Batı dillerine, bizdeki “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” deyimini anlamında, “Charyibdis’den kaçarken Scylla’ya yakalanmak” benzetmesini kazandırmış.

Troialılar da, bilicinin öğütlerine uyup Sicilya’yı güneyden geçmeye yönelmişler. Ne var ki; Helenos’un, Güney Sicilyaya Cyclop’ların(Tepegözler) yerleştiğinden haberi yokmuş. Sicilyada mola vermek üzere karaya çıkmışlar; teknelerini kumlara sürüp kazıklara palamarlamışlar. Grup vakti döşeklerine yatıp istirahate geçmişler. Bereket ki, Cyclop’ların av için etrafda dolaşmaya başlamalarından önce, kir pas içinde bir insan enkazı koşa koşa hâlâ döşeğinde yatan Aeneas’ı uyandırmış. Bu adam, daha önce, aynı yere uğrayıp Cyclop Polyphemus’un mağarasındaki macerasını anlattığımız Odysseus’un tayfalarından biri imiş: “Burada en az yüz tane cyclop var; birisi sizi görmeden, olanca hızınızla palamarlarınızı koparıp denize açılın” uyarısını yapmış. Troialılar hemen sahile koşup, soluk soluğa, gemileri bağlandıkları kazıklardan ayırıp denize indirmişler, yüklemelerini tam yapmışlar ve yola koyulmak üzere start almışlar ki; küreklerin vurduğu suların şapırtısını duyan iğrenç canavar Polyphemus, Odysseos’un deldirdiği gözünden hâlâ kanlar aka aka sahilde boy göstermiş. Dev vücudu ile onlara uzanacakken, yeterli derinliğe ulaşan tekneler açılmayı başarmışlar. Bu tehlikeyi savuşturmuşlar ama aynı vahamettei başka belâlar onları bekliyormuş. 

Fransız yontucusu Cristophe Cochet’nin 1634’de yaptığı sanılan mermer “Dido” heykeli ( Louvre Müzesi, Marly Avlusunda sergilenmiş)
Nitekim, Sicilyayı döner dönmez, öylesine eşi menendi bulunmaz bir fırtına ile karşılaşmışlar ki, yükselen dalgalar yıldızlara erişiyor; boşalan deryanın dibinde gayya kuyuları açılıyormum. Bu her hangi bir ölümcül kasırgadan öte imiş. Belli ki, bunun ardında Troialılardan nefret eden Juno vardı. Troia kanı taşıyan insanların Roma’yı kuracaklarını öngörmüştü. Ve, en gözde ülkesi Kartaca’yı, Aeneas’dan kuşaklar sonra Romalıların fethedeceğini Fata’ların** “kader planı”na aldıklarını biliyordu. Gerçi, onların (Jupiter’in dahi iradesine tâbi olmayan) kararlarına müdahale edemezdi; ama, şu an için Aeneas’ın denizin dibini boylaması için elinden geleni ardına koymak istemediği aşikârdı. Bu nedenle, Rüzgârlar Kralı Aeolus’a başvurmuş; Troia gemilerini batırdığı takdirde, ona nymphaların en güzelini eş olarak vereceğini vaat etmişti. İşte, bu korkunç fırtına bu anlaşmanın eseri idi. Fakat denizler, Juno’nu kardeşi Neptunus’dan (Yun. Poseidon) sorulurdu; kendisine Jupiter bile karışamazdı..Denziler Tanrısı, hemşiresinin şirretliğini bildiği için, doğrudan doğruya Aeolus’a fırça çekti. Fırtınanın dinmesi üzerine gemiler kontrol altına alınabilmişti. Ancak, Sicilyadan çok güneye sürüklendikleri için önce Afrikanın kuzey sahillerinde mola vermek zorunda kaldılar. Kartaca kenti yakınlarında kıyıya çıktılar. İçi içini yiyen Juno Kartaca’nın geleceğini kurtarmak için yeniden planlar yapmaya koyuldu.

Kartaca’yı Dido adında gözü pek Fenikeli bir kadın kurmuştu. Dido (başka kaynaklarda ona Yunanca “Elissa” adı verilir), Tyros (Sur) kenti Kralı Mutto’nun (Belus) kızı, Sychaeus’un (yerel adı ile Sicharbas ya da Acerbas) karısı idi. Kardeşi Pygmalion, Sychaeus’u öldürüp kendisini de tehdit edince, önce Kıbrıs’a kaçtı, oradan Afrika’ya intikâl etti. Yerel bir kabile şefi Iarbas’dan satın aldığı toprak parçasında, “”Quart-Hadasht” – Fenike dilinde “Yeni Kent”*** adı ile kurduğu Kartaca’yı, Aeneas, Afrikaya çıktığında hâlâ o yönetiyordu. Juno’nun planı bu güzel dulla, karısını Troiada yitirmiş Aeneas’ı birbirine yaklaştırıp, Troialı kahramanın İtalyaya gitmesini engellemekti. Fakat, onun düzenbazlıkları tahmin edip peşini bırakmayan Venus de oğlunun selâmeti için mücadeleye hazırdı. O da, Aeneas’ın Afrikadaki güvenliği açısından Dido’nun ona aşık olmasını uygun bulmuştu. Ancak, Aeneas’ın duygularının, nihaî amaçlarından öteye gitmemesini hesaplıyordu. Bu niyetle, Olympus’a, Jupiter’in huzuruna çıktı. Aeneas’ın korunması için ona gözyaşları içinde yalvardı. Koca Tanrı bu emsâlsiz güzellik karşısında öyle duygulanmıştı ki, Venus’un gözyaşlarını dudakları ile sildi; Aeneas’ın bir gün Dünya’yı yönetecek Roma ırkının kaynağı olacağı üzerine ona güvence verdi.

Venus bu söz üzerine huzurla ayrıldı. Gene de sonucu pekiştirmek için ek önlem olarak oğlu Cupid’e (Yun. “Eleutherios-Kurtarıcı” da denilen Eros), Dido’nun Aeneas’ı görür görmez aşık olmasını sağlayacak işlemi yapması talimatını verdi.

Karaya çıktıklarının ertesi sabahı, Aeneas, “Sadık” namı ile anılan dostu Achates beraberliğinde, diğer yoldaşlarını, hırpalanmış gemileri onarmaları için kıyıda bırakarak etrafı keşfe çıktı. Merakla gezerlerken, avcı kılığına girmiş olan Venus onlara göründü. Ahbaplık ettiler, doğallıkla tanımadıkları Tanrıça, yakındaki Kartaca kentine gitmelerini, çok konuksever olan Kraliçenin onları candan ağırlayacağını söyledi. Sonra yanlarından ayrılmış gibi yaptı; ama, planının eksiksiz uygulanması ve Ece ile karşılaşmalarının engellenmemesi için bir sis örtüsüne sarınarak onları yakından izlemeye koyuldu.

Kartaca kentine gelen bu konukları, Diana kadar güzel Ece, çok kalabalık maiyeti erkânı ile nezaketle karşıladı.


*Gryneion: Amazon Kraliçesi Myrina’nın akınlarına katılan başka bir Amazon Gryne, Apollo’nun tecavüzüne uğrama talihsizliğine uğrayınca ya da onuruna erişince, onun adına yapılan kentte inşa edilen Apollo Tapınağı’na da “Gryneion” denmiş. Luwi dilinde bir isim olan ve bazı kaynaklarda Mourina denilen Myrina’nın Aiol Kraliçesi olduğu iddiaları da var. İzmir’in antik Smyrna isminin de ondan geldiği de rivayet edilir.

**Fata’lar: Yunan inancındaki “Moira’lar” karşılığı “kader tanrıçaları”.Romadaki üç Fata tanrıçası heykei, aslında neyi ifade ettikleri bilinmeyen, genellikle belirsiz geleceği kestirebilen varlık, isim ya da kavram olarak algılanmış Sibylla’ları temsil etmektedir. Halk arasında dişi olan Fata’ların erkek karşılığı “fatus”ların varlığına da inanıldı. Cinsiyetten arındırılmış olarak “kader” simgesine “Fatum” denir. Bu sözcük, “bildiride bulunmak, konuşmak” anlamında “fari” fiilinden gelir ve “söylenmiş olan” demektlr. Bizdeki “peri” gibi batı dillerinde aynı anlamdaki (İt. Fata, İng. fairy, Fr. Fée gibi) sözcükler de bundan türemiştir. “Fatum”, doğallıkla, bazı batı dillerinde “kader” anlamına gelen sözcüklerin de türediği kaynak olmuştur (İt. “fato”, Fr. “fatalité”, İng. “fate” gibi). Gene son kader’in “ölüm” olmasından kinaye “fatal” sözcüğü “ölümcül, öldürücü” olarak kullanılmaktadır.

***Quart-Hadasht (Kartaca) adında Kıbrıs ve İspanyada kurulmuş başka kasabalar da var.

Yayın Tarihi : 12 Şubat 2008 Salı 23:36:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?