Bu yazım, başlıkla bağlantısı oldukça zayıf, karmaşık bir yapıda… Belki de bir çözümsüzlükler yumağına değindiği için böyle.
Bir açılım için, öncelikle bir tıp terimini tanıtayım. “Megalosefali” ya da “hidrosefali” tıp’da, beyin-omurilik sıvısının beyin karıncıklarında birikerek, başı alabildiğine büyütmesidir. Yunanca kökenli olan bu sözcükler, anlamakta çok zorluk çekmeyeceğiniz üzere, sırası ile: “kocakafalılık” ve ”su dolmuş kafalılık” demektir. Hastayı hiç kuşkusuz zekâ geriliğine, çırpınmalara, sürekli büyüme engellenmediği takdirde ölüme kadar götüren bu marazın nedeni (doğuştan olma dışında) baştaki yaralanma ve iltihaplanmalardır. Yaşamımda hiçbir zaman, A.B.D.de, Idaho Eyaletindeki “Nampa State School of Mentally Retarded Children – Nampa Geri Zekâlı Çocuklar Devlet Okulu”nu ziyaretim sırasında, yatağında kendini bilmez durumda yatan, başı abartısız bedeninin iki katı bir yavrucağı gördüğüm an kadar kanım donmamış, dehşete düşmemiştim.
Sosyoloji ve kentçilik (urbanizm) bilimlerinde de bu hastalığın ismine parelel isimde bir hastalık vardır: “demografik megalosefali-nüfus kocakafalılığı”; yani bir ülke nüfusunun, sürekli tek bir kent’e akması ile o kentin orantısız ve sağlıksız büyümesi, bu hastalığın organizmanın tümü üzerinde travmatik etkiler yaratması…
İstanbul beni artık, Nampa’nın andığım Okul ve Hastanesindeki biçare çocuğun karşısındaki halime döndürüyor. Yöneticiler bu hastayı tedavi yerine, kafasına yeni darbeler vuruyorlar.
Eminönü’nün, 10 yıl içersinde ticarî mekan olmaktan çıkarılıp, çevreyi nezihleştirmek bahanesi ile, orada zaten yerleşik esnafı dağıtma ve konut alanı hâline getirme projesine karşı dava açan Mimarlar Odasının itirazlarına göz atarsak: -Özel araç trafiğinden arındırılması öngörülen Tarihi Yarımada Planı'nda, altında zengin arkeolojik bölge olan 17 noktada katlı ve yeraltı otoparkına yer verildiği; - Tescilli arkeolojik yapı ve kalıntı alanlarına, arkeolojik park yerine spor kompleksi ve farklı fonskiyonlarla inşaat hakkı tanındığı; boşaltılacak İstanbul Adliyesi kültür amaçlı kullanıma açılırken, arkeolojik alanda yeni inşaat izinleri verildiği; - yeni konaklama tesislerine ve mevcutlarının genişletilmesine izin verildiği; kültürel amaçlı kullanılması beklenen Yedikule TCDD ve Sirkeci Tren İstasyonu'na konaklama alanı ayrıldığı; - 20. yüzyılın korunması gerekli modern mimari yapılarından İstanbul Manifaturacılar Çarşısı'nın yerine 'Prestij Konut Alanı' ayrılarak yeni yapılaşma ve yoğunlaşmalara yol açıldığı; -yeşil alana ihtiyaç duyulan Topkapı İETT garajında geleneksel Türk mahallesi şeklinde taklit konut alanı açıldığı; - +50 kotu üzerinde 12.50 metre, +40 kotu üzerinde 15.50'ye çıkarılan irtifayla, eski yapılara beş kat imkânı verildiği; - Yeni yapılara eskilerini kopyası olma koşulu ve mevcut yapıların cephe özellikleri değiştirilerek rehabilite edilmeleri koşulu getirildiğine işaret edilerek, Sur içinde standart geleneksel yapılaşmanın, dönülmez hatalara yol açacağı uyarısı yapılıyor.
Merkez Bankasını İstanbul’a getirmeye kalkan bir zihniyetin, Eminönü projesini, bölgeyi ferahlatmak değil yarana rant kapısı açma dışında bir hedefi olmadığı da, bölgedeki kamu kurumlarını şimdiden değerinin çok altında alanların kimliklerinden belli…
Aslında tarihî yarımadanın turizm merkezi olmaktan çıkarılıp sadece “Yeni bir Osmanlı İkliminde” yaşayan bir tutucu aristokrasisinin Her biri’nin 5-10 milyon dolar arasında yatırım maliyetleri olan 600 otelin konut haline getirilmesi kararına da turizmciler haklı olarak karşı çıkıyorlar ve dava yoluna gitmişler. Eminönü’nün konut alanı yapılarak, bu konutları besleyecek destek hizmetlerinin, en önemli turistik cazibe merkezi olan Tarihî Yarımada’yı (kem gözlere) örtme dışında, pek çok turisti kaçırma dışında nasıl bir yararı olabilir? Nüfus azaltma politikası sabit nüfus için söz konusudur; devingen bir alanın geçici işgalcileri için değil. Sen, tersine kalabalığı oraya sabitlemeye koşuyorsun. Bir amaç da Bizans eserlerinin üstünü örtmek gibi çağdaş uygarlığa hiç yakışmayan bir tutum… Refahyol Hükümeti zamanında bile, mevzuat ve ilkeler bakımından firmaların genişletilmesine şans görmediği Four Seasons Oteli’nin, Bizans Saray kalıntıları üzerinde genişletilmesi AKP’li İstanbul Büyük Kent Belediyesinin tutkusu haline gelmiş. Zaten, zamanında, tarihî miras bilincinden yoksun zihniyetin, Adliye Saraylarından, Tapu Dairelerinden, Okullara varıncaya kadar kamu binaları diktiği Tarihî Yarımadaya daha ne kadar kıyacaksınız?
II. Dünya Savaşında, Alman uçaklarının bombaları ile alt üst edilen Londra’da İngiltere’nin ünlü Merkez Bankası “Bank of England” da ağır hasara uğramıştı. Savaş sonunda bankanın yeniden onarımı için, çok derinlere nüfuz eden mermilerin yarattığı harabiyetin temizliği sırasında temellerde sütun ve döşeme plakalar gibi mermer parçalar bulundu. Onarımdan önce arkeologlarca bu kalıntıların bir “Roma Villası”na ait olduğu tespiti yapıldı. Ve bu olay, Alman bombardımanının çok sevindirici bir yanı olarak görüldü. Evvelâ bu villa’ya yer ayrılıp, onun restorasyonu yapıldı. Dikkat ediniz, saray, mabet, odeon vb. gibi fevkalâde özelliği olan tarihî kalıntılar değil; sadece bir özel konuttan söz ediyorum. İngilizler kendilerine ait olmayan bir uygarlık mirasına böyle sahip çıkıyorlar.
Biz ise UNESCO Dünya Mirası listesinden çıkmayı göze alarak tarihsel zenginliğimizi peçeliyor; nasıl bir ironidir ki, Boğaz köprüleri tuzakları, finans merkezleri, ticarî yatırımları ile tüm Türkiye’yi koca kafalı İstanbul’a davet ediyoruz. Oysa İstanbul çırpınıyor; İstanbul’un bilinci kayboluyor.
Mimar ya da ona yakın bir meslekden olduğunu tahmin ettiğim çok değerli Gökhan Bey okuyucuma: İki üç yıl önce Sayın Erol Mütercimlerin düzenlediği "Mafia" konulu bir söyleşi sırasında, tartışmaya ben de sizinkine yakın bir görüşle katılmıştım. Eğitimini aldığım siyasal bilgiler açısından duyarlı ve reddedilen bu görüş'ün radikal çözümler açısından haklılığına bu sütunda yazmakda olduğum dizi içinde de değinmişdim. Bu katılımınızdan da ilham alarak, sonunu getirmek için telaşda olduğum diziden fırsat bulduğumda değerli fikirlerinize açık bir platform olarak bir makale kaleme almak niyetindeyim. Ayrıca "Vitrivius'u tanıtmanıza çok teşekkür ederim; "De Architectura"sını da bulup okuyabilirsem her halde makalem daha sağlam bir zemine oturur. Tekrar teşekkür ve saygılarımla.
Sayın Törün,tespitlerininize sonuna kadar katılıyorum.Fakat bu kronik rahatsızlığı gidermek için lezyona(Bozulma deformasyona)uğrayan dokuların organizma dan koparılması gerekir.Bu da acıya neden olur.Asıl soru,acı çekip kurtulmak mı yoksa organizmanın yavaş ve daha büyük acılarla ölmesini izlemek mi? Bahsettiğiniz bu sorunların çözümü için elbette bazıları zarar görecek.Rdikal değişiklikler olmalı.O zarar görmesin,bu yanlış anlamasın mantığı ile bu tip kronik rahatsızlıklar çözülmez.Gerekirse demokrasiden özgürlüklerden feragat edilmelidir.Unutmayalım ki,hayranlıkla seyrettiğimiz antik çağdan kalma yapılar demokratik bir ortamda inşaa edilmediler.Yasalar o kadar kesindi ki hiç kimseye ayrıcalık tanınmazdı.İnşaatların ruhsata uygun olması mimarının hayatı ilgili idi.Merak edenler Roma dönemi nin ünlü mimarı Vitruvius un kitabından bu konu ile ilgili bilgiye ulaşabilir,saygılarımla.