Benim gibi, hayatı boyunca bir futbol aşığı olarak yaşamış herkesin karşılaştığı benzer tepkiler vardır. Genelde sözüm ona kültürlü insanlar bizim gibileri banal bir zevke sahip olmakla itham ederler. Hatta verilen örnekler benzerdir, “-basketçiler daha kültürlü, futbolcular çok cahil…”. Futbolun büyüsü ile ilgili yazılmış onlarca kitap var, bu konuda söylenecek çoğu şey söylenmiş gibi. Daha düne kadar futbol düşmanı olan bir insanın özellikle milli maçlarda kendini bu büyüye nasıl kaptırdığını, hatta daha da ileriye gidip zamanla İngiltere Ligi maçlarını bile takip etmeye başladığını sıkça görüyoruz. Bütün bunlar bir yana, benim niyetim söylenenlerdeki bazı gerçek paylarını ortaya çıkarmak. Bugün Türkiye liginde top koşturan yerli futbolcuların sosyal hayatlarıyla ilgili çok az şey biliyoruz. Elde edebildiğimiz tek bilgi, kulüp zoruyla veya para karşılığında katılınan tanıtımlar veya Reina çıkışı çapkınlık haberleri. Bunun dışında herhangi bir futbolcumuzun sosyal bir harekette yer aldığı, bu konuda beyanat verdiği, toplumsal yaralara parmak bastığı ya da bir siyasi oluşumun sözcülüğünü yaptığını görmek imkansız. Bu konuyu, kulüp yöneticileri izin vermiyor diye kestirip atabilirsiniz veya Hakan Şükür, Kemalettin Şentürk gibi kontra örnekler de verebilirsiniz. Ama ne bu bahanenin ne de malum futbolcuların sorumuzun altını doldurmadığı açık.
Bugün 20 yaşında 2 senedir büyük takım kadrosunda yer alan bir futbolcuyu ele alalım. Bakın bu futbolcunun ilk 11’de dahi oynaması şart değil. Büyük takımların kadrosunda yer alacak kadar kapasiteli bir futbolcu, Anadolu’nun neresinde yetişirse yetişsin yıldız takımdan itibaren özel muameleye tabi tutulur. Çeşitli kademelerde milli olan bu oyuncu, sayısız uluslararası turnuvaya katılır, hiçbirimizin gitmeye imkânı olmadığı ülkeleri görür, çoğunun okul masrafları kulübü tarafından karşılanır, hatta özel hocalar tutulur. Teknik heyetin içinde, görevi sadece futbolcuların dertleriyle ilgilenmek olan psikologlar vardır. En kaliteli mağazalardan alışveriş eder, en pahalı arabalara biner, en lüks yerlerde yemek yer. Şimdi, bu şekilde karşımıza çıkan futbolcuların ortalama 50 kelime ile konuşabilmesi kabul edilebilir bir şey midir? Servet Çetin’i düşünün. Son zamanlarda manken bozması, kim olduğu belirsiz bir afet-i devranın hakkında söylediklerini gazetelerde okuyoruz. Servet ortaya çıkıp bu bayanla dalgasını bile geçemiyor, çünkü bunu beceremeyeceğini biliyor! Kendisinin bir maç çıkışı kameraların karşısındayken giydiği İngilizce yazılı t-shirt rakip takım taraftarları arasında günlerce dalga konusu olmuştu. Çünkü bu hamile bayanların giydiği bir tshirt’tü! Bu tarz ayrıntılar aslında futbolcularımızın kaderini belirliyor. Servet gibi yabancı muadillerine göre daha yetenekli futbolcular işte bu sığlık yüzünden bir basamak yukarı daha çıkamıyor. Avrupa’ya gitseler de; ya onlara hoca takıyor, ya da kebabı özlüyorlar ve kuyruklarını kıstırıp geri dönüyorlar. Öte yandan bazıları da bu sorunu akıllıca aşmayı başardı, mesela Tümer ve Tugay. İkisi de kendilerini sosyal açıdan çekip çevirebilecek eş seçimleri yaptılar. Sonuç ortada…
Biz hiçbir futbolcudan zamanında futbolcu sendikasını kurmak için kendi başına savaşan Galatasaraylı Metin Kurt olmasını beklemiyoruz. Ama lütfen bir kerecik olsun, mikrofon onlara uzatıldığında bizi şaşırtan, düşüncelere sevk eden bir iki kelam edebilsinler artık…