İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Şişhane’den Unkapanı Köprüsü’ne ve Kasımpaşa’ya giden yolun üzerinde bulunan bu türbe 1647 yılında İstanbul’da ölümünden sonra mezarında doğum yapan bir kadına aittir. Mezarda doğan ve Meyidzade unvanını alan oğlu Osmanlı döneminde önemli bir devlet adamı olmuştur.
Lohusa Hatun’un yaşamı ile ilgili halk arasında söylenegelen birçok rivayet bulunmaktadır. Bunlardan birisine göre; İstanbul’un büyük camilerinden birinde yüzünün ve sesinin güzelliği ile tanınan bir hoca varmış. Bu hoca kendisine hayran olan kızlarla ilgilenmez camideki görevi dışında başka hiçbir şey ile ilgilenmezmiş. Günlerden bir gün hoca dünyaya küsmüş, yüzü solmaya, sesi kaybolmaya başlamış. Annesi oğlunun bu sıkıntısının ne olduğunu anlamak için hocaya ısrarlarda bulunmaya başlamış. Sonunda hoca dayanamayarak padişahın kızını sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini söylemiş. Annesi de padişahın fakir bir aileye kız vermeyeceğini söylemiş. Ancak hoca kızın gönlünün de kendisinde olduğunu, verdiği vaazlar sırasında görüp tanıdığını söylemiş. Annenin yüreği dayanamamış ve padişahtan kızını istemek üzere saraya gitmiş. Padişahın huzuruna çıkmış ve ezile büzüle kızını istemiş. Padişah hiddetlenmiş ve “Koskoca padişah kızını sen ne cüretle oğluna istersin” demiş. Ancak bir taraftan da kızının yemek içmekten kesilmesinin, sararıp solmasının nedenini öğrenmiş. Hocanın annesi padişahın ayaklarına kapanıp yalvarmış, bunun üzerine padişah da dokuz katır yükü altın getirirse kızını vereceğini söylemiş.
Hocanın annesi eve dönmüş, olanları oğluna anlatmış ve bu sevdadan vazgeçmesini söylemiş. Bunun üzerine hoca eline kazma ve küreği alarak bahçeye çıkmış, başlamış kazmaya. Kazdığı yerden çıkan toprakları çuvallara doldurup ağızlarını bağlamış, sonra da annesini yanına alarak çuvallarla padişahın huzuruna çıkmış. Hoca padişahın huzurunda çuvalları açmış ve çuvalların içerisinden altınlar dökülmüş. Padişah sözünden dönmemiş; “Kızımı sana vereceğim ama sen bana evlat acısı tattırdın. Allah da sana evlat vermesin” diyerek dua etmiş. Bundan sonra hoca ile padişahın kızı evlenmiş ancak, çocukları olmamış.
Günlerden bir gün hoca Hacca eşi ile birlikte gitmeye karar vermiş, Medine’ye vardığında eşi hastalanmış ve doktorlardan hamile olduğunu öğrenmiş. Hoca ve Sultan doktorların tavsiye etmemesine rağmen İstanbul’a dönmek için yola çıkmışlar. Sultan yolda iyice fenalaşmış ve İstanbul’a geldiklerinde bugünkü türbenin bulunduğu yerde 1647 yılında ölmüş. Hoca sultanın ölümüne çok üzülmüş ve mezarı üzerine bir türbe yaptırmış, türbeyi her gün ziyaret etmiş. Sultanın ölümünden dört beş ay sonra mezardan bir bebek sesi geldiği duyulmuş. Bunun üzerine mezar açılmış ve bir erkek çocuğunun sultanın memesini emdiğini görmüşler. Bunun üzerine sultanın evliya olduğuna inanmışlar ve bu türbeye Lohusa Sultan ismini vermişlerdir. Günümüzde bu türbeyi çocuğu olmayan kadınlar ziyaret etmektedirler.
Türbe kare planlı olup, bir sıra taş, bir sıra tuğladan yapılmış, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Türbenin üç cephesinde birer penceresi vardır. Bu pencerelerdeki doğramalar ve ahşap giriş kapısı halkın mum yakma âdetinden ötürü demire çevrilmiştir. Türbenin içerisi ilk yapılışında kalem işleri ile bezenmiş olmasına rağmen bu kalem işleri günümüzde tahrip olmuştur.
Türbe içerisinde Lohusa Sultan Denilen kişi ile birlikte üç kişiye ait toplam dört sanduka bulunmaktadır. Bu kişilerin kimli hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.
Türbe 1996–1997 yıllarında onarılmıştır. Günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetimindedir.
Kenthaber Kültür Kurulu