Mersin Üniversitesi (MEÜ) Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halil Kumbur, Türkiye'nin orta ve uzun vadede küresel ısınmanın olumsuz etkileriyle karşı karşıya kalacağını belirterek, su kaynaklarının planlı ve programlı kullanılması gerektiğini söyledi. Türkiye'nin su zengini bir ülke olmadığını ifade eden Kumbur, suyun teknolojisinin ülkeye kazandırılması gerektiğini, aksi taktirde 2040-2050'li yıllarda ciddi su sorunlarıyla karşı karşıya kalınacağını kaydetti.
Küresel ısınma ve etkileri konusunda İHA muhabirine açıklamalarda bulunan Kumbur, küresel ısınma sonucu verimli topraklarla birlikte yer altı ve yerüstü sularının azalacağını, dolayısıyla bundan insan yaşamının olumsuz etkileneceğini söyledi. Olumsuz etkilenmenin sadece içme suyunda değil, göletler ve deltaları da etkileyeceğini, buralardan beslenen canlıların da yok olacağını ifade eden Kumbur, bunun bir zincirleme şekilde devam ederek, rekoltenin azalacağını, yokluk, yoksulluk, açlık ve sefaletin başlayacağını, bulaşıcı hastalıkların artacağını, tarihi ve kültürel kaynakların yok olacağını belirtti.
Uluslararası bir araştırma kuruluşu tarafından yapılan araştırma sonunda Türkiye için hazırlanan bir senaryo ile ilgili de bilgi veren Kumbur, hazırlanan senaryoya göre, 2080'li yıllarda karbondioksit miktarından dolayı Türkiye'deki sıcaklık oranının 2-3 derece artacağının öngörüldüğünü kaydetti. Türkiye'deki karbondioksit birikimlerinin 750 ppm'de (gramın milyonda biri) durdurulması halinde artacak olan sıcaklığın 2-3 derece olduğunu, bunun 550 ppm de durdurulması halinde ise sıcaklığın 1-2 derece artmasının öngörüldüğünü belirten Kumbur, "Türkiye'nin bu kalkınmasına göre 550 ppm'nin altına düşmemesi bekleniyor. Bu durumda ne olacak, 2080'li yıllara kadar Türkiye üzerindeki yıllık ortalama yağışlarda 0-1 mm/gün azalma olacak. Akarsulara baktığımızda, eğer bu karbondioksit oranı kontrol edilemezse Türkiye akarsularının yıllık akımlarında yüzde 20 ile yüzde 50 oranında azalma olacak. Türkiye'nin şu anda yıllık kişi başına bin 500 metreküp suyu var. Bir ülkenin su yoksulu olabilmesi için kişi başına
yılda bin metreküp olması gerekiyor. Su zengini olabilmek için ise 10 bin metreküp olması gerekiyor. Biz şu anda sınıra yakınız. O nedenle su kaynaklarını çok planlı ve programlı kullanmak zorundayız. Her an için su yoksulu olabiliriz" dedi.
Türkiye'nin bu konudaki en önemli handikabının su kaynaklarının mevcut potansiyeli ile kullanımı arasındaki dengesizlikler olduğunu dile getiren Prof. Dr. Halil Kumbur, "Türkiye'nin su potansiyelinin yüzde 30'nu sağlayan Dicle ve Fırat nehri ile diğer kaynaklar doğuda, ama kullanım batıda. Dolayısıyla doğudaki o su kaynaklarının batıya doğru transferi için plan ve program yapmak lazım. Bu konularda Türkiye'nin her hangi bir çalışması yok. Tabi bir de sınır aşan su kaynakları için AB sürecinde ciddi sorunlar var. AB 'Sen eğer bize üye olacaksan sınır aşan suların kullanımını sadece sen yönetmeyeceksin' diyor. Şunu demek istiyor; 'Dicle ve Fırat'ın üzerine bizden habersiz baraj yapamazsın, ÇED raporu alamazsın.' Bunun için sınırı aşan bütün ülkelerin olumlu görüşünü alması gerekiyor Türkiye'nin. Buda önümüzdeki en önemli sorunlardan biri" diye konuştu.
SU PETROLDEN DAHA KIYMETLİ
Suyun olmadığı yerde hayatın olmayacağını, suyun petrolden çok daha kıymetli olduğunu kaydeden Kumbur, Ortadoğu'da şu anda yaşanan savaşların temel nedeni petrol olarak nitelendirilse de, oradaki hayatın normale dönmesinden sonra su savaşlarının başlayacağını söyledi. O nedenle Türkiye'nin önünde bu konuda çok ciddi sıkıntılar olacağını vurgulayan Kumbur, şöyle devam etti:
"Bunun için Türkiye su kaynaklarını belli plan ve programa almak zorunda. Çünkü, ülkemizin su kaynaklarının yüzde 30'nu teşkil eden Dicle ve Fırat nehrinin kullanımını tam olarak bize vermeyebilirler. Su ciddi bir sorun. Küresel ısınma ile bunu ilişkilendirdiğimiz zaman, ısınmanın olduğu yerde kuraklık kesin olur, su sıkıntısı olur. Suyun olmadığı yerde hayat durur. Her durumda bizim su kaynaklarımızda azalma olacak. Ama eğer biz planlı ve programlı gitmezsek, bunları görmezden gelirsek, gerekli tedbirleri almazsak, suyun teknolojisini kazanmazsak, 2040-2050'li yıllarda ciddi bir su sorunu ile karşı karşıya kalacağız. Küresel ısınmanın en önemli çevre sorunu kısa, orta ve uzun vadede su sorunudur. Su olmayınca hayat olumsuz etkilenecektir. Kaliteli su içemeyeceğiz, böyle olunca içtiğimiz suyun maliyeti artacak. Bunlara karşı tedbirler almak gerekir. Suyun teknolojisini almalıyız, su tasarrufunu insanlara aşılamalıyız."Türkiye'deki su kullanımının yüzde 75'nin tarım alanlarında olduğuna dikkat çeken Kumbur, yüzde 10'nun sanayide, yüzde 15'nin ise belediyelerde içme suyu olarak kullanıldığını kaydetti. Tarım alanlarında kullanılan su miktarının fazla olması nedeniyle sulama tekniklerinin de değiştirilmesi gerektiğinin altını çizen Kumbur, şunları söyledi:
"Türkiye'de küresel ısınmanın yarattığı sorunları en aza indirebilmemiz için, en çok bundan etkilenecek olan su kaynakları olacağından, su kaynaklarının iyi korunması gerekir, planlı ve programlı bir şekilde kullanılmasına özen göstermek gerekir. Bunun yanında suyla ilgili gerekli teknolojiyi oluşturmamız lazım. Suyumuzun büyük bölümü sulamada kullanıldığı için sulama ile ilgili tasarrufa yönelik tedbirleri almamız lazım. Şu anda Türkiye'nin yaklaşık 9 milyon hektarlık bir tarım alanı var. Bunun yaklaşık yarısını sulayabiliyoruz. Ama biz sulama suyumuzda tasarrufa yönelik teknolojiyi geliştirirsek, örneğin akarsu şeklinde sulama yerine sulama-damlama tekniğini kullandığımız taktirde hem su tasarrufu yapar hem de sulanamayan alanlarımızı sularız. Bunun dışında kullanılmış suları geri kazanmak gerekir. Bunun için evsel atık sularımızı tekrar bir işlemden geçirmek suretiyle tarımda ve sanayi sektöründe kullanabiliriz. Dünyada bunun örnekleri var. Türkiye'de de bunun çalışmaları yapılıyor, bunu hızlandırmak gerekiyor. Diğer yandan yeşil alanlarda kullandığımız bitkileri, genelde suya dayanıklı bitkiler olarak tercih etmeliyiz."
Türkiye'nin 2014 yılında AB uyum sürecinde üyelik müracaatını yerine getirmek için çevre sektörü ile ilgili yaklaşık 70 milyar euroluk yatırım yapması gerektiğini de belirten Kumbur, bunun yaklaşık 50 milyar eurosunu belediyelerin, 20 milyar euroluk kısmını da özel sektörün yapması gerektiğini, bunun da Türkiye'nin önünde ciddi bir finans sorunu olarak durduğunu sözlerine ekledi.