Mersin ilinin 320 km. uzunluğundaki kıyı bandından 108 km. si kumlu olan, doğal plajlardan oluşan yöre, tarihi ve kültürel değerler bakımından da çok zengindir. Neolitik dönemden itibaren bir yerleşim yeri olan Mersin'de, Kalkolitik, Hitit, Roma, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarından kalma bir çok arkeolojik ve tarihi eser bulunmaktadır.
Mersin'in gezilip görülecek yerleri aşağıdaki ilçelerde yeralmaktadır:
Tarsus St. Paul Kilisesi, St. Paul Kuyusu, Gözlü Kule, Donuk Taş, Ashabı Kehf Mağarası, Kleopatra Kapısı, Roma Yolu önemli tarihi ve kültürel değerleridir. Mersin Yumuk Tepe ve Soli Harabeleri görülecek yerlerdir. Anamur Anamuryum Harabeleri ve Mamure Kalesi ömeli tarihi yerleridir. Aydıncık 4 Ayaklı Anıt Mezar görülmelidir. Bozyazı Arsione, Nagidos ve Softa Kalesi görülecek yerleridir. Erdemli Kanlıdivane Harabeleri, Ayaş, Korikos, Adamkaya Kabartmaları önemli tarihi ve kültürel değerleridir. Gülnar Meydancık Kale, Mut'ta Alahan Manastırı, Silifke Cennet-Cehennem, Silifke Kalesi, Tekir Ambarı, Jüpiter Tapınağı, Ayatekla, Holmi Öreni, Silfke Afrodisyası, Uzuncaburç, Olba en önemlileridir.
Mersin, Neolitik Çağ ve daha geç devirlere ait olan Yumuktepe ve Zephyrium yerleşimlerine rağmen, ancak 19. yüzyıl ortalarında gelişme sürecine girmiş ve İçel ilinin merkezi olmuştur. Kaynaklarda, Mersin adının Mersinoğulları aşiretinden veya yörede bol miktarda yetişen Mersin ağacından geldiği yazılmaktadır. 150 yıllık geçmişinde buralarda, farklı dinlere, kültürlere ve etnik topluluklara mensup insanların yaşaması, toplumsal kaynaşmanın gerçekleştiğini ve bunun devam ettiğini göstermektedir. Kısa zamanda camiler, kiliseler ve 1906 yılında da bir havra inşa edildi. Türkçe yanında Arapça ve Fransızca da konuşulurdu. Miletli (bugünkü Balat) Hippodamus’un icat ettiği, ızgara planlı düzenli sokakları, kesme taş duvarlı evleri ile yepyeni bir şehir yaratıldı. 1886’da Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya gibi, bir çok ülkenin konsolosluklarının bulunduğu önemli bir liman kentiydi. I. Dünya Savaşından sonra Mersin’in sosyo-ekonomik yapısında önemli değişikliler oldu, ekonomik dinamizmini kaybetmişti. Mersin şimdi ikinci hızlı kentleşmeyi yaşamaktadır. 1980 yılında kentin orta yerine inşa edilen büyük gökdelen otel ve işmerkezi olarak faaliyet göstermektedir. Modern limanı, serbest bölgesi, rafinerisi, büyük sanayi ve ticari kuruluşlarıyla hızla gelişmekte olan bir ildir. Çok sayıda antik ören yerleri, denizi, narenciye bahçeleriyle çevrili yeşil doğası ve kültürel etkinlikleriyle büyük bir turizm potansiyeline sahiptir.
Karaduvar
Kalıntıları Mersin kentinin doğusunda olan bu antik yerleşim yeri için Strabon, Aristobulos’u kaynak göstererek, Asur Kralı Sardanapal’ın Tarsus ile birlikte Anchiale’yi bir gün içinde inşa ettiğini yazar.Gezgin Coğrafyacı bu abartılı bilgi nakline devamla:" Sardanapal’ın mezarının burada olduğunu ve sağ elinin parmaktlarını şaklatır durumda bir taş heykelinin bulunduğunu ve Asur dilinde yazılmış bir kitabede" Anakyndarakes oğlu Sardanapal , Anchiale’yi ve Tarsos’u bir günde kurdu. Ye, iç, neşelen, çünkü diğer şeyler bundan daha değerli değildir." Şeklindeki metnin ,parmakların anlamını açıkladığını söyler. Anchiale,M.Ö.333 tarihinde Pers Kralı 3.Darıus ile yapmış olduğu İssos savaşından hemen önce Alexander tarafından alınmıştı.Burada su kemerleri, yapı kalıntıları,bir höyük,Romalılardan kalma Mozaikli bir hamam kalıntısı vardır.
Yumuktepe
Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biridir. Sistemli arkeolojik kazılar İngiliz John Garstang başkanlığında 1936-1937 yıllarında yapılmıştır. II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle ara verilen kazılar 1946’da yeniden başlanıp 1947’de sonuçlanmıştır. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi ve Roma Üniversitesi işbirliği ile hazırlanan "Yumuktepe Arkeolojik Kazısı" 1993 yılında uygulanmaya başlanmıştır. Yaklaşık 15 yıl sürecek kazı çalışmaları yaz aylarında sürdürülmektedir.
Yumuktepe’de ilk yerleşme Neolitik dönemde başlamış ve kesintisiz olarak kalkolitik, Tunç, Hitit, Bizans ve İslami devirlerde de devam etmiştir. 33-25 katmanlar Neolitik döneme aittir. Bu dönemde taş temelli evler, yün eğirmeye yarayan kirmenler, bakır oltalar, obsidyen ve akmak taşından yapılmış araçlar, taş mühür, ok uçları, dokumacılıkta kullanılan ağırsak, çanak, çömlekler bulunmuştur. 29-13 katmanlar ise Kalkolitik dönemi kapsar. Yapı tipleri taş temelli evler ile yuvarlak temelli silolardır. Son Kalkolitik dönemde savunma duvarlarıyla çevrili köy tipi yerleşime geçilmiştir. Askerlerin oturduğu sura bitişik evlerde fırın, yerel kaplar, temellerin altında seramik ve özel eşyalı mezarlar vardır. Orta Tunç çağı ise 12-9. katmanları kapsar ve İÖ 2000-1500’e tarihlenir. Bıçak, mızrak, mühür, kadın heykelciği, ayaklı kadeh ve gaga ağızlı testicikler bulunmuştur. Hitit dönemi ise 7-5. Katmanlar arasında ve İÖ 1500-1200’e tarihlenir. Sur duvarları testere biçimindedir. Evler Sokaklar vardır. En üst katlar Grik, Bizans ve İslami dönemi kapsar. Grek katmanında Kıbrıs tipi seramik Bizans ve İslami katmanda ise sırlı seramik bulunmuştur.
Höyüğün 2.5 m. derinliğinde bulunan bir kale harabesi Boğazköy’de bulunan kale harabesinin küçük bir örneği olup, Poligonal tarzda inşa edilmiştir.
Yumuktepe’den çıkarılan yüzlerce eser, İçel Müzesinde sergilenmektedir.
Viranşehir (Pompeipolis / Soli)
Mersin’in 14 km batısında, deniz kenarında bulunan Soloi antik kenti, MÖ 7. Yüzyılda Rodoslu
koloniciler tarafından kurulmuş, kente güneş anlamına gelen Soloi adı verilmiştir. Darius( MÖ 521-485) zamanında, Klikyayı ele geçiren persler için Soloi önemli bir liman kenti olmuş ve adına sikke darbedilmiştir. Pers- Yunan savaşları sırasında , MÖ 449 yılında Klikyayı bir süre işgal eden Atinalılar, Soloi’yi yönetim merkezi yapmışlarsa da , bir yıl sonra yapılan Kilyos Barışı ile burayı Perslere geri vermişlerdir. MÖ 333 de Asya seferine çıkan Aleksander, Soloi yi Pers işgalinden kurtarmıştır. Filozof Chrysippoz ile takım yıldızları ve Fenomenler hakkında öğretici şiirler yazan matamatikçi ve astronom Aratos,MÖ 3. Yüzyılda Soloi’de yaşamışlardır. Soloi antik çağlarda Kıbrıs Adası ve Mısır’a yapılan ticaretle zenginleşti. Kent Seleukos
Krallığı’nın son yıllarıda Klikya korsanlarının denetiminde kaldı. Roma yönetimi Akdenizdeki korsan faaliyetlerine son vermek amacıyla , MÖ 64 yılında Pompeius’u görevlendirdi, İtalya’dan başlayarak Yunanistan ve Kilikya’ya kadar olan bölgelerde korsan faaliyetlerine son vererek Soloi’ye geldi. Burayı da korsanlardan temizledi.Yürüttüğü büyük operasyonun zaferi anısına, kenti yeniden imar ederek, adını Pompeipolis olarak değiştirdi. Bizans döneminde, Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından , Soloi, Piskoposluk merkezi yapıldı. Kent 527 yılında meydana gelen büyük yer sarsıntısı ile tamamen harap oldu.Yeniden inşa edilmeye çalışılsada bu yüzyıldan sonra yoğunlaşan Sasani ve Müslümün Arap akınları nedeniyle yeniden eskisi gibi imar edilemedi ve terk edildi.Bu nedenle ören yerine Viranşehir de denilmektedir. Pompeipolis kentinde liman, sütünlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent duvarları, nekropol su
kemeri gibi yapılar bulnmaktaydı.Günümüzde dağ kapısından deniz kapısına kadar uzanan korint başlıklı 200 sütunlu yoldan, 41 adet sütun ayakta kalmıştır. Bunlardan 33 adeti başlıklı olup insan aslan ve kartal kabartmaları ile süslenmiştir. Ayrıca liman , hamam kalıntıları, su kemeri bugüne kadar ulaşabilmiş kalıntılar arasındadır. Mersin Müzesinde kente ait eserler sergilenmektedir. Petersburg Hermitage Müzesinde, Bizans dönemine ait bir kiliseden götürüldüğü anlaşılan altın ve gümüş objeler bulunmaktadır.
Mersin Müzesi
Kent merkezindeki Kültür Merkezi’nin doğu cephesindedir. Arkeolojik ve etnografik eserler üç ayrı salonda teşhir edilmektedir. Taş eserlerin sergilendiği birinci salonda; Roma dönemine ait mermer insan başları, heykel ve steller ile anforalar yer almaktadır. Pişmiş kilden (Terracota) yapılmış terliksi formdaki mezarlar, Pompeipolis antik kentinde bulunmuştur. İkinci salonda; Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden Yumuktepe ve Gözlükule kazılarından çıkarılan Yeni Taş, Bakır Taş ve Eski Tunç dönemlerine ait eserler sergilenmektedir. Bunlar iki kulplu kaplar, ikili, üçlü, dörtlü sepet kulplu fincan şekilli kaplar, gaga ağızlı testiler ve çeşitli boyalı kaplardır. Ayrıca Eski Tunç, Urartu, Helenestik, Roma ve Bizans dönemlerine ait çeşitli çanak, çömlek, cam ve bronz eserler, bronz, gümüş ve altın sikkeler bu salonda sergilenmektedir.
İ.Ö. ikinci bine ait kurşun figür, Hitit İmparatorluk dönemine ait mühürler dikkat çeken eserlerdir. Hayvan başlı gümüş, Urartu bilezikleri ve çeşitli dizi boncuklar, klasik ve Helenestik Çağ’a ait Lechyos, Kylix ve Sigilatalar ile Roma dönemine ait çeşitli form ve büyüklükteki cam eserler, altın diadem ve küpeler sergilenmektedir. Etnoğrafik eserlerin bulunduğu üst kattaki üçüncü salonda; gümüş süs eşyaları, tesbihler, işlemeli kadın elbiseleri, peşkirler, ağaç ve bakır eşyalar, kilimler, nazarlıklar ile tabanca, kama ve barutluklar yer almaktadır. Müze bahçesinde ise çeşitli dönemlere ait taş eserler ile Pithoslar sergilenmektedir. İçel müzesinde 999 sikke ve 446 etnografik eser bulunmaktadır.
Gözne Yaylası
1100 metre yükseklikte, etrafı çam ağaçlarıyla örtülü Toros dağlarında Mersin’in bir yaylasıdır. Eskiden kalma bir gözetleme kalesi de mevcuttur. Korum yolu üzerinde bir kaya üzerinde Arami dilinde yazılmış bir kitabe bulunmaktadır.
Çandır Kalesi: Sarp bir kayalığın üzerine inşa edilmiş kalede sarnıç ve mimari kalıntılar vardır.
Kleopatra Kapısı
Kleopatra Kapısı, Tarsus’un girişindedir. Bizans Döneminde inşa edilen kent surlarının Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı bulunuyordu.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Tarsus’u anlatırken bu kapı için İskele kapısı ismini takmıştır.Kapının yapımında Horasan harcı kullanılmıştır. Kapının kenarı at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 6.17 m, derinliği ise 6.18 m. dir. Tarsus’un 18. Yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835 yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli deniz kapısı kalmıştır.
Mısır’ın ünül kraliçesi Kleopatra’nın sevgilisi Romalı General Antonius ile Tarsus’da buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlü Kule’de büyük bir törenle karşılanmışlar ve Deniz Kapısından şehre geldiği söylenir. Bu nedenle Deniz Kapısına Kleopatra Kapısı da denir.
Gözlükule Höyüğü
Neolitik Çağda (İ.Ö. 5000) toprak tepe üzerinde kurulmuş en eski medeniyeti yaşamasıyla Anadolu kültürüne ışık tutan önemli yerleşim merkezlerinden biridir. İlk çağda Tarsus limanı olarak kullanılmıştır. Şehrin güneydoğusunda bugün park olarak ağaçlandırılmış 300 m. uzunluğunda ve 22 m. yüksekliğinde bir höyüktür.
Burada 1934-1938 ve 1947 yıllarında Hetty Goldman tarafından yapılan Arkeolojik kazılarda, Neolitik dönemden İslam dönemine kadar çeşitli yapıtlar bulunmuştur.
Neolitik döneme ait, sıva parçaları, opsidon araç ve gereçler, ok uçları, küçük mızraklar, seramikler,
Kalkolitik döneme ait içerisinde ölülerin gömüldüğü küpler, testi ve çömlekler, aynı mimari tarzda yapılmış üst üste ev tabanları.
Tunç dönemine ait Tunç silahlar, mühürler, dörtgen planlı taş ve kerpiç evler gibi ilk mimari kalıntıları. Bu çağda kentleşme ve sınıflaşma ortaya çıkmış, kent yangından sonra surlarla çevrilmiştir. Hitit döneminde Kuziwatna Kralı Isput Ahşu ile Hitit Kralı Telepinus arasında yapılan anlaşmanın küçük bir bölümü, Gözlükule’de bu anlaşmayı yapan İsput Ahşu’nun çevresi çivi ile yazılı, ortası Hiyeroglif bir mührü, Hitit kralı 3. Hattuşil’in karısı Hepa’ya ait mühür, bir arazi bağışı ile ilgili bir çivili yazılı Hitit tableti, bir din adamı tasvir eden kristal bir heykelcik ve Boğazköy surlarına benzer bir kale kalıntıları bulunmaktadır. Gözlükule’de çıkarılan eserler Adana Müzesi’nde sergilenmektedir.
Donuktaş
İlçenin, Tekke Mahalesinde bulunan Donuktaş İlçedeki anıtların en eskisi olarak bilinmektedir. Yapı özellikleri ile bir Roma mabedi olması muhtemeldir.
Dikdörtgen şeklinde iç içe bölümleri bulunan çok eski bir yapıdır.Tekke Mahallesindedir.
Gayet kalın dış duvarların boyu 115 m., yapının genişliği dıştan dışa 43 m, yüksekliği 7 m, kalınlığı 6.60 m.dir. Prof. Nezahat Baydur’un yürüttüğü kazı çalışmalarından, bu yapının tapınak olduğu anlaşılmıştır.
Donuktaş’ı gezen gezginlerden Sefir Barbaro, 1545 yıllarında yazdığı eserinde buranın bir saray olduğunu yazar, Hollanda’nın Tarsus Konsolosu Barker, 1835’de yazdığı "Kilikya" adlı eserinde "Donuktaş bir kral ailesi mezarıdır. Fakat Serdanapol’ın mezarı değildir. Çünkü Serdanpol Ninova’da yakılmıştır." Demektedir. Donuktaş bazı kitaplarda da Jupiter Mabeti olarak geçmektedir.
Bir efsaneye göre Donuktaş bir hükümdarın sarayı olup Gözlükule üzerindeymiş, Hükümdar burada kızı ile yaşarmış, zamanın peygamberi bu hükümdara darılarak sarayına tekme vurmuş. Saray ters dönerek yuvarlanmış ve bugün bulunduğu yere düşmüş.
Eski Hamam & Onur Yazıtı
Yeni Hamam İlçe Merkezinde Ulu Camiinin yanında yer almaktadır. Hamamın giriş kapısı üzerindeki katabeden 1785 tarihinde yapılmış olduğu belirtilmektedir. Bu kitabenin onarım sonrası konulduğu sanılmaktadır. Hamam klasik Türk hamamlarının özelliğini taşımaktadır. Hamamda soyunma, ılıklık, sıcaklık külhan olmak üzere dört bölüm mevcuttur. Soyunma yeri beşik tonozla, ılıklık ve sıcaklık bölümü kubbe ile örtülüdür. Sekizgen planlı sıcaklık kısmında dört yanda eyvanlar ve bunlar arasında halvet odaları bulunmaktadır.
Yeni Hamam’ın duvarında bulunmakta olan bu yazıt 1982 yılında yerinden çıkarılıp şimdiki yeri olan Kleopatra Kapısının kuzeyine yerleştirilmiştir. Boyu 1.45 m. eni 0.52 m.dir. Romalılar zamanında bir heykelin kaidesi olarak kullanılmıştır. Üzerindeki yazıtın Türkçe çevirisi şöyledir.
"Bu heykel imparatorluk tapınağının koruyuculuğunu iki kez yapmak, gerek kent, gerekse Kilikya eyalet yönetiminde bazı sivil ve resmi işlerde özel sorumluluk ve yetkilere sahip olmak ve bağımsız eyalet meclisi kurmak gibi pekçok ve seçkin ayrıcalıklarla onurlandırılmış bulunan Kilikya, İsaura ve Lycaonia eyaletlerine başkanlık eden, en büyük, en güzel ve en önde gelen başkent olan Severus Alexander’in Septimus Severus’un Caracalla’nın ve Handrianus’un kenti Tarsus tarafından dindar ve talihli efendimiz imparator Marcus Aurelius Severus Alexander’in esenliği için dikilmiştir."
Yazıt,Severus Alexander’in imparator olduğu yıllar arasında yani İS 222-235 yıllırına tarihlenmiştir.
Altından Geçme
Roma İmparatorluk çağından kalma, Tarsus’un görkemli yapılarından olan Hamam kalıntısı İlçe merkezinde olup, Eski Cami’nin 50 m kuzeyinde yer almaktadır. Hamam kalın Horasan tabakaları, moloz taşlardan ve tuğlalardan yapılmıştır. Kalın duvarın içinde yer yer baca ve havalandırma künkleri ve duvar içinde tuğladan kör kemerler mevcuttur. Hamamın doğusundaki duvarlar kısmen sağlam olarak kalmış ve üstünü kubbeyleörtülü olduğu yarım kalan kubbe ayaklarından anlaşılmaktadır. M.S. 2-3. yy"a ait olduğu tahmin edilen yapının kuzey ve batı bölümleri tamamen yıkılmış, güney duvarında 3.5 m.genişlikte, 4 m yükseklikte delik açılmak suretiyle yol geçirilmiştir. Bu nedenle buraya halk tarafından altından geçme denilmektedir.
Bac Köprüsü (Justinianus Köprüsü)
Modern Tarsus kentinin doğusunda bulunan Justiniaus köprüsüne halk tarafından eskiden şehre girişte alınan Bac Vergisinden dolayı Bac Köprüsü denilmektedir.
Adana-Ankara karayolunun Tarsus girişinde ve kuzeyindedir. Berdan (Tarsus) Çayı üzerindeki köprü, İ.S.VI. yüzyılda Bizans İmparatoru Justiniaus (İ.Ö.527-566) tarafından yaptırılmıştır. Birkaç kez ve en son olarak 1978 yılında restore edilmiştir.
Eski dönemlerde köprüden geçme paralı olduğundan bu köprüye vergi anlamına gelen Bac adı verilmiştir.
Roma Yolu (Sağlıklı Köyü)
Sağlıklı Köyü Tarsus’a 15 km. uzaklıkta olup, köyün yukarı dağlık kısmında ana kaya üzerinde taş levhalarla döşeli Roma yolu vardır. Roma yolu yüksek bir yerde olup, buradan Tarsus ve civarı sahile kadar görülebilmektedir. Yolun genişliği yaklaşık üç metredir. 3 km. lik kısmı sağlam durumdadır. Yolun her iki tarafında bulunan korkuluk duvarı yol boyunca devam etmektedir. Yol güzergahı üzerinde Roma ve Bizans devirlerine ait mezarlar ve yolla ilgili yazılı onarım kitabeleri bulunmaktadır. Sözkonusu bu roma yolu üzerinde kemerli bir yapı vardır. Bu kapının zafer takı ve kilikya sınırlarının başlangıç yeri olduğu veya sınır kapısı olarak yapıldığı tahmin edilmektedir. Tek sıra kesme taştan yapılan kapının genişliği 8.80 m, yüksekliği ise 5.20 m.dir.
Roma Yolu
Tarsus İlçesi Merkezinde çok katlı otopark projesi temel hafriyat çalışmaları esnasında zemin seviyesinin 5 m. altında antik bir yola tesadüf edilmiştir. Selçuk Üniversitesi’nden Prof. Levent ZOROĞLU’nun önderliğinde 1995 yılından itibaren Berdan Tekstil ’in sponsorluğu altında arkeolojik kazı çalışmalarına başlanmıştır.
68 m.lik bölümü ortaya çıkarılan yolun genişliği 7 m. olup, poligonal teknikte bazalt taştan inşa edilmiştir. Yolun altında 1.70 m. yükseklikte, 70 cm. genişlikte orijinal kanalizasyon sistemi ve tali kanallarla, cadde kenarlarında konglemera taştan yağmur sularını toplayan kanallar mevcuttur. Antik yolun sağ tarafında sütunlu stilabot yer almaktadır. Roma döneminde yapıldığı tahmin edilen yolun Bizans ve islami dönemlerde de kullanıldığı yapılan çalışmalardan anlaşılmıştır.
Makam-ı Şerif Camii ve Daniyal Peygamber Kabri
Bu cami’nin içinde Daniyal Peygamberin makamının bulunmasından dolayı Makam-ı Şerif Camii olarak da anılmaktadır. Bulunduğu mahalleye ismini vermiş olan Makam Camii , bu gün müze binası olarak kullanılan Kubat Paşa Medresesi’nin 10-15 m kuzeybatısında yer alan ana mekanı dikdörtgen planlı, tonozlu ve kemerlidir.
Makam-ı Şerif Camii merkezinde 1857 yılında yapılmıştır. Yeni bir bölüm de eklenmiştir
Yeni yapıdan eski kısma üç kapı açılmakta ve üç basamakla ana makama inilmektedir. Burası basık bir kubbe ile örtülüdür. Mihrabı düz ve sadedir. Doğusunda Daniyal Peygamberin kabri yer almaktadır. Bu nedenle camiye "Makam Camii" adı verilmiştir. Daniyal Peygamber 2. Babil Kralı Nebukadnesar (İ.Ö. 605-562) zamanında yaşamış, Yahudileri Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış bir peygamberdir.Rivayete göre Babil Kralı rüyasında İsrailoğullarından
Gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını sarsacağını bildirmesi üzerine israiloğullarından doğan erkek çocukların öldürülmesini emretmiştir. Bu nedenle Daniyal Peygamber doğunca onu dağ başında bir mağaraya bırakmıştır. Mağarada bir erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyüyen Daniyal, delikanlı olunca kavmi arasına karışmıştır.
Bir kıtlık senesinde Tarsus’a davet edilen Daniyal Peygamber’in Tarsus’a gelmesiyle birlikte bolluk olmuş. Bu nedenle Daniyal Peygamber Babil’e geri gönderilmemiş, ölünce de Tarsus’ta şimdiki Makam Camiinin bulunduğu yere gömülmüştür. Hc.17. yılında Hz. Ömer devrinde Tarsus fethedilince, Daniyal Peygamberin mezarı açtırılmış burada büyük bir lahit içerisinde altın iplikle dokunmuş kumaşa sarılı ayet uzun boylu bir ceset görülmüştür. Başından geçen maceraların sembolü olarak parmağındaki yüzüğün taşına biri erkek olan iki aslanın arasında genç bir çocuk,dişi aslan onu yalıyor şeklinde işlenmiştir. Cesedin yahudiler tarafından çalınmaması için, Hz. Ömerin emri üzerine önceki yerine gayet derince defnettirilip üzerinden de Berdan Nehrinden gelen ufak bir çayın suyunu kabrin üzerinden geçecek şekilde akıtıp hiç kimsenin kabre el sürmeyeceği şeklinde emniyete alınmıştır. Nitekim caminin son tamiratı sırasında çok derinlerde caminin arka ve alt kısmında suyun giriş yerinde gayet kalın ve gayet muntazam mazgal demirleri çıkmıştır. Daniyal Peygamberin cesedi, bu mazgallardan geçen suyun çok aşağısındadır.
Eski Hamam (Şahmeran Hamamı)
Yeni Vakıf İşhanı’nın yanında, Kızılmurat Mh.’de yer almaktadır.Romalılardan kalma bir hamam temeli üzerine Ramazanoğulları tarafından yapıldığı söylenir. Roma döneminden kalan hamam Altından Geçme’nin uzantısı, Eski Hamam’ın olduğu yere kadar uzanır. Kapının yanındaki kitabede H. 1290, M. 1873 yılında onarım gördüğü yazılıdır. Mahmut paşa Vakfı olarak bilinir. Restore edilerek halkımızın hizmetine sunulmuştur. Efsanevi Yılanlar Padişahı Şahmeran’ın burada kesildiğire ve kanının bu hamamın duvarlarına sıçradığına inanıldığından "Şahmeran Hamamı" da denir. Plan şeması dört eyvanlı tipe giren Eski Hamam, yapılan değişikliklerle eski durumunu kaybetmiş, sıcaklık ve havlet kısımlarından oluşmuştur.Halk arasında şahmeran olarak bilinen yapı, . Hamam, kuzey güney arkasında olup, dikdörtgen plan ihtiva etmektedir. Duvarları moloz taştan inşa edilen yapı genel olarak Türk hamamı özelliklerin göstermektedir. Soyunma yeri, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümünün üzeri kubbe ile örtülüdür.Ayrıca 10 ahşap loca ve ortada sonradan betonla çevrilmiş bir havuz vardır.
Ulu Cami (Cami-i Nur)
Cami-i Nur adıyla anılan ve bulunduğu semte de Cami-Nur ismini veren bu cami, Tarsus merkezinde yer alan Türk-İslam sanatının önde gelen eseridir.1579 yılında Ramazanoğullarından Piri Paşanın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmıştır.Selçuk-Osmanlı uslubunda tek şerefeli minaresi olan cami Sen Piyer Kilisesi kalıntılarının üstüne yapılmıştır. Yapıda tümüyle kesme taş kullanılmıştır. 47X13 m. boyutlarında dikdörtgen plana sahip caminin iç avlusuna 10 m. yüksekliğinde, 7.20 m. genişliğinde olup, doğu, kuzey ve batı bölümlerini kapsayan 14 mermer sütunun taşıdığı revak vardır.Avlu taş levhalarla kaplı olup, ortada (H.1323) tarihli onarım kitabesi bulunan bir şadırvanı mevcuttur. Camiye kuzey yönünden abidevi portalla girilir. Bu portal Memlük mimarı özelliklerini taşıyan siyah beyaz mermerlerle süslüdür. Son cemaat yeri, doğu- batı doğrultusunda 14 adet baklava dilimli sütunların taşıdığı orijinal kiremitlerle örtülü 16 kubbeden revaklı ve 5 kapılı avlu yer alır. Caminin iç mekan sütunları "İran Kemeri" adı verilen yarı sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Caminin mimber, mihrap ve müezzin mahfili mermerden yapılmıştır.
Caminin doğu bölümünde ayrı mekanda Hazreti Şit ve Lokman peygamberlerin makamları ve Abbasi Halifesi olan ve Pozantı’da 833 (H.218) yılında ölen Me’mun’un kabri bulunmaktadır.
Cami Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 01.11.1990 gün ve 696 sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
Aziz Paul Kuyusu
Tarsus İlçe Merkezinde, Kızılmurat Mahallesinde Cumhuriyet Alanının yaklaşık 300 m kadar kuzeyinde, eski Tarsus evlerinin yoğun olduğu bölgede, öteden beri St.Paul’un evinin yeri olarak kabul edilen bir avluda bulunan kuyu, St.Paulus Kuyusu olarak bilinir. Bu evin bahçesinde yakın zamana kadar yapılan küçük bir kazı çalışmasında bazı duvarlar ortaya çıkarılmıştır. St.Paulus’un Hristyanlık için önemine bağlı olarak, bu kalıtıların ve kuyunun çok eskiden beri kutsal sayılması, kentte yakın zamana kadar yaşayan hristyan cemaatinin inancının izleri olarak yorumlanmaktadır.
Halen çevre düzenlemesi ve çevre istimlakları yapılmakta olan kuyunun çapı 1.15 m dir. Ağız taşının silindir biçiminde olmasına karşın, asıl kuyu gövdesi kare biçimindedir ve dörtgen kesme taşlarla yapılmıştır. Derinliği 38 m olan kuyunun suyu yaz- kış hiç eksilmez. Kudüs’e hacı olmak için yöreden geçen hristyanlarca kutsal sayılan bu kuyu suyundan içilir. Bunun yanısıra yapılan kazı çalışmalarında St.Paulus’un doğduğu ev olarak tahmin edilen evin taş duvarları St.Paul Kuyusu’nun hemen yanında gün ışığına çıkarılmıştır.
Kırkkaşık Bedesteni
Tarsus İlçesi Merkezinde, Ulu Caminin hemen yanında bulunmaktadır. Bedesten Ramazanoğullarından Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından 1579 tarihinde Ulu Cami ile birlikte yaptırılmıştır. Medrese ve İmarethane olarak kullanılmış olup tarihi bir değere sahiptir. Dikdörtgen plana sahip yapı, kesme taştan yapılmıştır. Üzeri beş adet kubbe ile örtülüdür. 1960-1961 yıllarında büyük bir onarım görmüş ve kapalı çarşı olarak kullanıma açılmıştır. Şu anda dükkan olarak kullanılan 18 oda mevcuttur. Yapıya doğu, batı ve kuzeybatıda bulunan kapılardan girilmektedir. Giriş kapıları beşik tonozludur.
Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar Mağarası)
Tarsus’un kuzeybatısında 14 km. uzaklıkta Dedeler Köyündedir. Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hristyanlarca kutsal sayılır. Mağaraya 15-20 merdivenle inilir.
Eshab-ı Kehf Mağarasına ait bir efsane halk arasında anlatılır; "Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus’un huzuruna çıkarılmışlar. Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden fayadalanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama, elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan parayı nerede bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya geldiğinde yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemiştir. Bu nedenle burası "Yedi Uyurlar Mağarası" diye de anılır.
Halk arasında ziyaret dağı olarak bilinen dağ, konik biçimi ve topoğrafik görünümü itibariyla doğal bir özellik arz eder. Mağara 300 m2 büyüklüğünde 10 m yüksekliğindedir. Mağaranın içinde 3 tünel mevcuttur. Eshab-ı Kehf Mağarasının yanına Osmanlı Padişahı Abdulaziz tarafından 1873 yılında bir mescit yaptırılmıştır.
Tarsus Şelalesi ve Roma Mezarları
Tarsus İlçe Merkezinin kuzeyinde Berdan (Kydnos) Çay’ı üzerindedir. Berdan nehrinin bu bölümünde nehir suyu 4-5 metrelik bir yükseklikten dökülerek şelale meydana getirmektedir. Romalılar döneminde şelalenin bulunduğu alan nekropol (mezarlık) olarak kullanılmıştır. Şelalenin bulunduğu alanda konalemera yapıya sahip kayalara oyularak yapılmış mezarlar nehrin akış yükseltisi altında ortaya çıkmasından sonra oldukça tahrip olmuş durumdadır.
Tarsus Museum
Çarşıbaşındaki Kilisenin 1102 yılında St. Paul Katedrali olarak yapıldığı söylenmektedir.Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekicidir. 1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir. . Bazı kaynaklarda Ortaçağın başlarına ait bir Ayasofya Kilisesinden söz edilir ve Papa’nın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach’ın 6 Ocak 1198’de burada, Ruppenlerden l.Leon’u Ermeni Kralı olarak tanıdığı ve taç giydirmiş olduğu anlatılır. 1704’de Tarsus’a gelen P.Lucas’da burada bir Grek ve bir Ermeni Kilisesinden söz ederek Ermeni kilisesinin Paulus’un kendisi tarafından inşaa edildiğini belirtir.1851 yılında Tarsus’a gelen V.Langlois de bu kiliseyi ziyaret etmiştir. Roma stilinde kalın ve yüksek duvarları,iç kısmı geniş,dışa bakan tarafı dar,derin pencereleri ve kalın sütunları dikkat çekicidir.
Kilisenin bahçesine.batı yönde bulunan ve cephesi oldukça süslü bir kapıdan girilir.Yapı bu bahçe içerisinde yaklaşık 460 m2.lik bir alanı kapsamaktadır. Kesme taşlarla inşaa edilen yapının dış uzun cephelerinde kör kemerler bulunmaktadır. Batıdaki ana kapıdan girilen salonun genişliği 19.30 m.,uzunluğu 17.50 m.dir.Girişin sağında ve solunda birer yarım plaster sütun ve bu sütunların hizasında salonu üç sahına (nef) ayıran,ikişerli iki sıra halinde dört serbest sütun yer alır.Kuzey ve güney duvarlarda da yine yarım sütunlar bulunmaktadır. Aslında bu sütunlar gri renkli granit olup,antik çağ yapılarına ait olmaları muhtemeldir.Orta salonun genişliği 12.60 m.olup,üzeri tonozludur.Tavanın merkezine rastlayan bölümde,ortada Hz.İsa olmak üzere doğuda Yohannes ve Mattaios,batıda Marcos ve Lucas’ın freskleri bulunmaktadır.Yapının kuzey-batı köşesinde ise bir çan kulesi yer almaktadır.Yapı ve çevresi yıl içerisinde oldukça büyük bir restorasyon görmüş, çevre düzenlemesi ve istimlak ile düzenlenmiştir.
Tarsus
Anadolu’nun en eski yerleşim birimlerinden biri olan Tarsus aynı zamanda Kilikya’nın başkentiydi. Eski çağlarda tarihi, kültürel ve ekonomik yönleriyle en önemli kentlerinden biridir. Gözlükule Höyüğü’nde yapılan kazılar, bu yörede ilk yerleşmenin Yeni Taş Çağı dönemiyle başladığını ortaya koymuştur. Tarsus’un ismi ve kuruluşu hakkında, mitolojilerde ve eski yazarların anlatımlarında çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bir süre Asur egemenliğinde kalan yöre, daha sonra Perslerin, M.Ö. 333’te ise Büyük İskender’in yönetimine girmiştir. Büyük İskender, M.Ö. 333’da o yıl Gülek boğazından geçerek Tarsus düzlüğüne iner. Antik tarihçiler, İskender’in Tarsus’a geldiğinde, yorgun ve hasta olduğunu veya teri kurumadan Tarsus şelalesinin soğuk suyunda yıkanması ile hastalandığını, yazarlar.
M.Ö. 66’da Kilikya bir Roma vilayeti olunca, Tarsus’da buranın merkezi durumuna getirilir. Tarsusda bulunan kitabelerde, buranın özgür bir kent olduğu yazılıdır. Tarsus, Roma döneminde Kilikya’nın en önemli ve en büyük limanı haline geldi. Tarsus’un denizle bağlantısını sağlayan, eski adıyla Kydnos olan Tarsus Çayıdır. Tarsus Çayıyla beslenen ve şimdi Karabucak Ormanı içerisinde kalan Rehgma Lagün gölü, çok sayıda geminin barındığı korunaklı doğal bir iç liman olarak hizmet vermekteydi.
Tarsus, Pavlus’tan başka, IV. yüzyılda yaşamış olan Diodoro adlı bir kilise büyüğünün şehridir. Diodoro 378 yılında Tarsus episkoposluğuna getirilir. O zamanki dini sapkınlıklarla mücadele etmiş olup yazdığı eserlerinden birçoğu günümüze kadar korunmuştur. 637’de Arapların işgaline uğramış, daha sonra Bizanslılar ve Araplar arasında sürekli el değiştirmiştir. 965’de Bizanslıların, 1082’de Selçukluların, 1097’de Haçlıların eline geçen Tarsus, 1516’da Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Antik yazar Strabon, birçok filozof, dil bilgini ve şairlerin Tarsus’da yaşadığını, onların kültür hayatına olan etkilerini, her konuda büyük bir gelişme içindeki Tarsus’un bir bilim ve üniversite kenti olduğunu yazmaktadır. Müslüman Araplar ile Bizanslılar arasında bir uç kenti olan Tarsus, Antik Çağlarda olduğu gibi bu dönemde de ön plana çıkmış, İslam kültür ve sanatının önemli bir merkezi haline gelmiş, birçok İslam bilgini kente yerleşmişti.
Antik Tarsus bugün tipik Akdeniz mimari özelliklere sahip birçok evleriyle zengin yeni Tarsus’un 5-6 metre altındadır.