Anadolu'nun en eski yerleşim bölgelerinden biri olarak öne çıkan Mersin'deki Yumuktepe Höyüğü'nde, bu yıl 15.'si gerçekleştirilen kazı çalışmaları sona erdi.
Kazılarda, dünya genelinde bugüne kadar bulunan en eski mührün gün ışığına çıkartıldığı kaydedildi.
Kazı Başkanı, İtalya'nın Lecce Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsabella Caneva, Arkeobotanik Çalışma Sorumlusu Burhan Ulaş ile birlikte Mersin Gazeteciler Cemiyeti'nde (MGC) düzenlediği toplantıda, Yumuktepe'de 30 Temmuz'da başlatılan ve bugün itibariyle sona eren kazı çalışmalarını değerlendirdi.
Bu yılki kazıların 2 ay sürdüğünü ve çok değişik tabakalarda çalıştıklarını kaydeden Caneva, üst üstte tabakaların olmasının Yumuktepe'nin en önemli özelliği olduğunu, bu nedenle Erken Neolitik Dönem'den Son Ortaçağ Dönemi'ne doğru bir kazı çalışması gerçekleştirdiklerini söyledi.
Bizans Dönemi'ne ait yerleşme alanında yapılan kazı çalışmalarında hiç tanımadıkları mimari yapılarla karşılaştıklarını sözlerine ekleyen Caneva, kazılarda Hitit Dönemi'ne ait bir tabaka bulduklarını, bunun da değişik evreleri içerdiğinin bilgisini de vererek, bulunan surun da kendileri açısından oldukça önemli olduğunu ve o döneme ait önemli ipuçları verdiğini kaydetti.
Kazılar kapsamında bulunan en önemli kalıntının mezarlıkla ilgili bölümün olduğuna işaret eden Caneva, "Mezar içerisinde kolye ve altın takılar bulduk. Bu da mezarın zengin bir kişiye ait olduğu görüşünü destekliyor. Ama o dönem Yumuktepe'de yaşayan insanlar eşitlikçi bir toplumu simgeliyordu. Buluntular da toplumsal bir değişimin ipuçlarını veriyor. Mezarda bulmuş olduğumuz kalıntıların bir erkeğe mi, yoksa kadına mı olduğunu henüz tespit edemedik. Ama başında özenle açılmış bir yara var. Ameliyat mı, yoksa öldürüldü mü bunu bilemiyoruz. İkisi de önemli" diye konuştu.
İsabella Caneva, bundan önceki tabakalarda da çok önemli buluntulara ulaştıklarını, bulunan yanmış bir kulübenin Erken Neolitik Döneme ait olduğunu tahmin ettiklerini, bunun da dönemin mimari, sosyal ve toplumsal yaşantısı açısından kendilerine önemli bilgiler vereceğini, bununla ilgili olarak başlatılan analiz çalışmalarının da sürdürüldüğünü ifade etti.
Kazılar kapsamında ilk kez Erken Neolitik Döneme ait bir mühür bulduklarını, bunun beklenmeyen bir gelişme olduğunu söyleyen Caneva, "Demek ki, o dönemde de üretim vardı. Buluntular, özel mülkiyetin de olduğuna işaret ediyor" ifadesini kullandı.
Tarihi yazmak ve tarihi anlamak istediklerinin altını çizen Caneva, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Biz güzel bir şey yapmak istiyoruz. Mesela Yumuktepe'nin olduğu bölgeyi bir açık hava müzesi haline getirmek istiyoruz. Ama bu çok zor. Çünkü bölge 1. derece SİT alanı. Yasalara göre de yeni bir yapı yapamıyorsunuz. Eğer izin verilseydi, orada kazı çalışmalarında çıkan bulgular ışığında model evler yapacaktık ama bu uygun görülmedi."
Kazı çalışmalarına verilen destekleri de değerlendiren Caneva, Türkiye'den çok fazla bir şey beklemediklerini, bu konuda Mimar Sinan Üniversitesi'nin kazılarla ilgili olarak gerekli desteği verdiğini, ancak aynı desteği kendi ülkelerinden ve Lecce Üniversitesi'nden göremediklerini ve ödenek alamadıklarını, bu durumun Yumuktepe'deki kazılarla ilgili olarak sorun ve sıkıntıların yaşanmasına neden olduğunu söyledi.
Yumuktepe Höyüğü'ndeki ilk kazı çalışmaları 1936-1937 yılları arasında İngiliz arkeolog Jhon Garstang başkanlığında başlatıldı. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte ara verilen kazılara, 1946'da yeniden başlandı ve 1947 yılında sonuçlandırıldı. 1992 yılında hazırlanan ve 1993 yılında başlatılan, 'Yumuktepe Arkeolojik Kazısı' çalışmaları da her yaz düzenli bir şekilde sürdürülüyor.
Mersin'in atası olan Yumuktepe, 9 bin yıl önce höyüğün çekirdek tabakasını oluşturan Neolitik çiftçiler tarafından oluşturuldu. Ardından gelen yerleşimlerle tepe zaman içerisinde 23 metre yükseldi. Teraslı evle, önceki kalıntıların üzerine yollar inşa edildi ve böylece tabakalanma daha karmaşık bir hal aldı. Uygun konumunu, doğal kaynaklara ve ticaret olanaklarına borçlu olan yerleşim bölgesi, Orta Çağ'a kadar kesintisiz iskan edildi ve Anadolu platosu, Doğu Akdeniz ve diğer Akdeniz ülkeleriyle ilişkisini sürdürdü.