Akdeniz Bölgesi’nde, mersin İline bağlı bir ilçe olan Tarsus, doğusunda Pozantı ve Karaisalı, batısında Mersin, Ulukışla, Ereğli ilçeleri; kuzeyinde Niğde; kuzeybatısında Çamlıyayla, güneyinde de Akdeniz ile çevrilidir.
İlin en büyük ilçesi olup, doğu kesiminde, Akdeniz Bölgesi’nin, Çukurova bölümünün batısında yer almaktadır. İlçe topraklarının kuzey yarısını Orta Torosların uzantısı Bolkar Dağları engebelendirir. Bolkar Dağlarının ilçedeki en yüksek noktası Medetsiz Tepesi’dir (3.524 m.). Bu dağın yüksek kesimlerinde alp tipi çayırlar bulunmaktadır. Akdeniz’e bakan yüksek yamaçları karaçam, ardıç, sedir, göknar ve kızılçam ormanları ile; alçak kesimler ise makilerle örtülüdür. Bolkar Dağlarının düzlük alanlarında Tarsusluların sayfiye olarak yararlandıkları yaylalar bulunmaktadır. Akdeniz’e yaklaştıkça ilçe toprakları alçalır. İlçenin güney yarısını ise Çukurova’nın batı uzantıları oluşturur. Tarsus Ovası olarak isimlendirilen bu alandaki Karabucak bataklıkları kurutulmuş, tarım alanına dönüştürülmüştür.
İlçe topraklarını Tarsus Çayı ve Seyhan Nehri’nin topladığı akarsular sulamaktadır. Tarsus Çayı üzerinde Berdan Barajı, bu akarsuyun kollarından Kadıncık Deresi üzerine de Kadıncık I. ve Kadıncık II. Hidtroelektrik santralleri kurulmuştur. İlçe topraklarında Dipsiz Göl ve Berdan Baraj Gölü bulunmaktadır. İlçenin Akdeniz kıyısı ise doğal kumsallar halindedir. Mersin’e 25 km. uzaklıktaki ilçenin yüzölçümü 2.699 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre, toplam nüfusu 1.651.400’dür.
Tarsus’un iklimi tipik Akdeniz iklimi olup yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır. Bölge ye düşen 46 yıllık yağış ortalaması 616.7 mm’dir.
İlçe ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayii ve turizme dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünleri, buğday, arpa, soya, susam, çiğit, üzüm, pamuk, kiraz, portakal, limondur. Az miktarda yerfıstığı ve baklagiller yetiştirilir. Ayrıca ilçede kurulan seralarda turfanda sebzecilik yapılmaktadır. Tarsus’un bazı köylerinde kurulan sığır ıslah istasyonlarında çok verimli Holstayn tipi sığırlar yetiştirilmektedir. Ayrıca tavukçuluk ve arıcılık yapılmaktadır. Dağlık kesimlerde halkın bir bölümü geçimini ormancılıktan sağlamaktadır.
Türkiye’deki ilk sanayii tesislerinden biri olan Mavromati ve Şurekası iplik fabrikası 1887’de Tarsus’ta kurulmuştur. Türkiye’nin ilk hidroelektrik santrali de burada kurulmuştur. Osmanlı döneminin son yıllarında Tarsus Çayı kenarında su gücü ile çalışan un değirmenleri yapılmış, 1902’de hizmete girmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra çırçır, prese, iplik, dokuma, konserve fabrikaları açılmıştır. XX.yüzyılın ikinci yarısından sonra Tarsus’ta sanayii ağırlık kazanmıştır. Günümüzde çırçır, pamuk ipliği, dokuma, hazır giyim, un, bitkisel yağ, boya, sabun, tarım aletleri ve makineleri ile yedek parça, tuğla ve seramik fabrikaları kurulmuştur.
Tarsus yer altı kaynakları bakımından yoksuldur. İlçedeki tarihi eserlerin yanı sıra dinsel inanışlara yönelik yapıların oluşu, turizm yönünden ilgi çekmektedir. Özellikle Eshab-ı Keyf Mağarasının çevresindeki mesire yeri, Karabucak ve Bahçeyeri Orman İçi Dinlenme yerlerinin turizme büyük katkısı olmaktadır.
Tarsus’un çok eski bir tarihi vardır. Yöredeki Gözlükule’de yapılan kazılar ilk yerleşimin Neolitik Çağda (MÖ.8000-5500) başladığını ve Orta Tunç Çağına kadar kesintisiz devam ettiğini göstermiştir. Arzava’nın doğusunda ve Kizzivatna’nın batısında yer alan Tarsus yöresine MÖ.XVII.yüzyılda Hititler yerleşmiştir. Daha sonra Asurlular buraya egemen olmuş, MÖ.700’ün sonlarında da Kilikya Krallığı’nın merkezi Tarsus’ta kurulmuştur. MÖ.2000 yıllarına ait Hitit tabletlerinde Tarşa ismiyle geçen Tarsus’a Antik Çağda Tarsos, Roma döneminde Latince bir sözcük olan Tarsus denilmiştir.
Tarsus’un ilk kez ne zaman kurulduğu konusunda çeşitli iddialar vardır. Bunlardan en yaygın söylentiye göre, Asur hükümdarı Sardanapal tarafından kurulmuştur. Uzun süre Asurluların egemenliği altında kalan yöreye MÖ.VI. ve VII.yüzyıllarda Yunanlı kolonistler yerleşmiştir. Büyük İskender MÖ.332’de bütün Kilikya ile birlikte Tarsus’u da ele geçirmiştir. İskender’in ölümünden sonra komutanlarından Seleukos Nikator tarafından yönetilmiş, bir süre Mısırlılar buraya hakim olmuş ve MÖ.66’da da Kilikya Romalıların egemenliğine girmiştir. Kilikya Roma vilayeti olunca Tarsus’ta bu vilayetin merkezi konumuna getirilmiştir. Tarsus’da Antonius döneminde antik bilim adamlarının yazdıkları büyük kitaplar toplanarak, 200.000 ciltlik, dünyada eşi bulunmayan bir kütüphane oluşturulmuştur. Tarsus’taki üniversitede, Atina ve İskenderiye üniversitelerinden daha da ünlü idi. Tarsus’ta bulunan yazılı kitabelerde, buranın özgür bir kent olduğu yazılıdır. Tarsus’un özgür kurumlarından, St.Paulos ve birçok filozoflar faydalanmışlardır. Kozmopolit bir kent olan Tarsus, Roma yasalarına göre yönetilmiştir. Roma döneminde Tarsus Çayı kentin içerisinden geçmekte idi. Mısır Kraliçesi Kleopatra ile Romalı komutan Marcus Antonius bu Çay yolu ile Tarsus’a gelerek buluşmuşlardır.
Tarsus ayrıca Hıristiyan dini yönünden de önem taşımaktadır. Aziz Paulos’un burada doğduğu söylenmektedir. Ünlü coğrafyacı Strabon M.Ö.I.yüzyılda Tarsus’ ta dil bilginlerinin filozof ve yazarlarının burada yaşadığını belirtmiştir.
VII.yüzyılda Emeviler, Abbasiler ve Bizanslılar arasında yöre sürekli el değiştirmiştir. 965’te Tarsus’u ele geçiren Bizanslılar burasını Antakya Prensliğine bağlamışlardır. 1082’de Selçuklular’ın, 1097’de Haçlılar’ın eline geçen Tarsus, 1133’te Ermeni Prenslerinden Leon burasını ele geçirmişse de 1137’de Bizans İmparatoru İoannes Komnenos Tarsus’u geri almıştır. Yöre 1172-1173 yıllarında Ermeni Krallığının egemenliğine girmişse de XIII.yüzyılda Memluklar, ardından Dulkadiroğulları yöreye hakim olmuş, Yavuz Sultan Selim 1516’da kesin olarak Osmanlı topraklarına katmıştır.
1671 yılında Tarsus’a gelen Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Tarsus hakkında şu bilgileri vermektedir:
“Tarsus kalesi bir düzlük üzerinde, denizden bir saat uzaklıkta, daire biçiminde olup Halife Memnun yapısıdır. Çevresi 500 adım, iki kat sağlam bir kaledir. Tümüyle hendekle çevrilidir. Kalenin içinde üstü toprak damlı evlerle dolu üç mahalle vardır. Kalenin üç kapısı (batıda iskele, doğuda Adana, kuzeyde Bağ kapıları) vardır. Mevcut 15 cami içinde Eski Cami hicretten 300 yıl önce yapılmış, kiliseden bozma bir yapı idi.
Geriboz kapısının iki yanında arslan, kaplan ve ejderha suretleri vardır ki, insan görünce korkan Avının üstüne konmuş bir doğan sureti vardır ki sanki canlıdır. Bu garip acayip eserlerin tümü mermer taşından yapılmıştır. Yine bu kapının iki yanında beyaz mermer kitabeler içinde renk renk kufi yazı ile Arapça ve Süryanice yazılmış görmeye değer yazılar vardır ki, insan hayran kalın
Tarsus’da ayrıca 6 medrese, 7 sıbyan mektebi, 2 hamam, 2 han ve 317 dükkan vardır, ibrahim Halife Camii’ne bitişik 80 dükkan kagir bina kentin bedestenidir. Tüm sokakları kaldırımsızdır. Çünkü, temiz kumlu yollar olduğundan asla çamur olmaz. Tatlı limonu, turuncu, zeytini, inciri, nar, hurma ve servileri, şeker kamışı, pamuğu meşhurdur. Verimli sahradır, âlâ camus yeridir. Bu kale içinden Bulgar Akarsuyu geçip Akdeniz’e karışır. Bu kentin suyu ve havası ağır olduğundan, bahardan sonra kentte bir tek kişi kalmayıp Bulgar yaylasına çıkarlar. Bu kalenin kuzey tarafında küçük bir iç kaleciği vardır. Gayet mamurdur. Her tarafı hendektir. Etrafı 500 adımdır. Yedi kuledir. Dizdarı ve neferleri yaylaya gidemediklerinden renkleri sarıdır. Halkı Türkmen’dir. Arap fellahları da vardın Minareleri Arabistan tarzındadır.”
Tarsus yöresi 1832-1840 arasında Osmanlı Devletine isyan eden Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından ele geçirilmiştir. Osmanlı imparatorluğunun güçlü koruması altında 1832 yılına kadar herhangi bir işgale uğramayan Tarsus, bu yılda Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın, Çukurova’yı işgal etmesi ile 8 yıl kadar Mısır egemenliğinde kaldı. Bu dönemde Tarsus ovası yeni baştan planlı bir tarımsal üretime açılmış, Mısır’dan getirtilen uzun lifli pamuk burada daha geniş alanlarda üretilmeye başlanmıştır. Bataklıklar kurutulmuş, yeni su kanalları açılmış, Mısır’dan deneyimli tarım işçileri getirtilerek verimli ürün elde edilmiştir. 1839’da Kütahya anlaşmasıyla Osmanlılara iade edilmiştir.
XIX.yüzyıl sonlarında Adana Vilayetinin Mersin sancağına bağlı kaza konumundadır. XIX.yüzyılda Şemsettin Sami, Kâmüsü’l Âlamı’nda Tarsus’u şöyle tanımlamaktadır: “Adana vilayetine bağlı Mersin Livasının bir kazasıdır. Kentin, 31 camisi, 19 medresesi 2 tekkesi, çeşitli dinsel topluluklara bağlı 5 kilisesi, 1 bedesteni, 10 hani, 2 hamamı 24 okulu, 7 değirmeni ve 6 pamuk fabrikası vardır. Tarsus, Namrun ve Gölek nahiyeleriyle 180 köyden oluşur. Tüm nüfusu 41606’ dir. Kentteki 4000 - 5000 Rum ve Ermeni dışında tüm nüfus İslamdır”. I.Dünya Savaşı’nın ardından 17 Aralık 1918’de Fransızlar tarafından işgal edilmiş, Kurtuluş Savaşı’nın ardından 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşmasıyla bu işgal sona ermiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra da Mersin iline bağlı ilçe konumunu sürdürmüştür.
İlçede bulunan tarihi eserler arasında, Ulu Cami, Eski Cami, Makam-ı Şerif Camisi, Bilali Habeşi Mescidi, Ayasofya Kilisesi, St.Paulus Kilisesi, Rum Ortodoks Kilisesi, Kırkkaşık Bedesteni, Bac (Justinianus) Köprüsü, Tarsus Kalesi, Tevekkül Sultan Türbesi, Daniel Peygamber Türbesi, Mehmet Felah Türbesi, Kubat Paşa Medresesi, Eski Hamam, Yeni Hamam, Roma Hamamı (Altından Geçme), Tarsus Saat Kulesi, Aziz Paul Kuyusu, Donuktaş, Tarsus Müzesi, St.Paulus Müzesi, Nusrat Mayın Gemisi Müzesi, Sivil Mimari Örnekleri bulunmaktadır. Ayrıca ilçede; Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar Mağarası), Astım (Dilek) Mağarası, Tarsus Şelalesi gibi doğal güzellikler vardır.
Kenthaber Kültür Kurulu
Fotoğraflar, www.tarsus.bel.tr, www.tarsushaber.com ve www.tarsusrehberi.com adreslerinden alınmıştır.