29
Nisan
2025
Salı
ANASAYFA

Çirkin ve Çürük Yapılaşmalar

Ülkemiz henüz sağlıklı kentleşme sürecini tamamlayamadı. Kentlerimiz, doğal büyüme oranlarının çok üstünde aldığı göçlerle anormal büyüdü ve çarpık yapılaşmaların kurbanı oldu. Batı kentlerinin sanayi devrimi sonucunda yaşadığı sağlıksız büyümeyi bizler yüz yıl gecikmeyle şimdi yaşıyoruz. Ne var ki Batı kentleri, konut bölgelerini, ticaret ve iş merkezlerini, kamu, kültür ve sanat bina ve eserlerini, kentlilik bilinci içinde kentin ana dokusunu bozmadan koruyabilmiş, belli bir süre sonra varoş yapılaşmalarını da disiplin altına alabilmiştir. Ülkemiz kentleri ise Batı kentlerinden farklı olarak yine kültür noksanlığı ve de kentlinin kentine sahip çıkma bilincindeki zafiyetle, kamulaştırmalar ve yık – yap sistemi ile kent dokusunu oluşturan özgünlüklerini kaybetmişlerdir.

Merkezi ve yerel yönetimlerin ekonomik gelişme paralelinde sağlayamadığı konut ve kentleşme sorununu, kırsal kesimden gelenler, doğdukları yerlerde yaptıkları gibi kendi başlarına çözmüşler, boş buldukları arazi üzerine evvelâ başlarını sokabilecekleri gecekondularını, daha sonra politikacıların çıkardığı imar afları ve tapu dağıtımlarıyla beton binalar topluluklarını yine kendi başlarına kurmuşlardır. Yeni kentlilerin bu dinamizmi karşısında kamu kesimi her dönemdeki oluşumlara karşı aciz ve seyirci kalmıştır. Bu acz ve seyirci kalış, sadece yeni türeyen mahalleler üzerinde değildir; ana kentin dokusu içindeki yapılaşmalarda da imar disiplini sağlanamamış, imar planları kâğıt üzerinde kalmış, kaçak ve denetimsiz yapılar kanser hücreleri gibi yerleşik kent dokumuzun içine kadar girebilmişlerdir. Gerek merkezi ve yerel yönetimler, gerekse kamuoyu ve basın, kaçak yapılarla oluşan çarpık kentleşme ve depremde yıkılan binalar hakkındaki suçlamalarını, ülkenin sosyolojik, ekonomik ve politik nedenlerini ve de düşük kültür düzeyini dikkate almadan belli bir kesim üzerinde yoğunlaştırma kolaycılığına sapmışlardır.

Kent merkezlerindeki kaçak yapılaşmaların, ülke genelinde yüzde 40 oranında olduğu saptanmış. Bu oran, göç alan büyük kentlerimizde, örneğin İstanbul’da yüzde 70’lere kadar çıkıyor. Yani, İstanbul’daki 3 milyon konutun 2 milyonu kaçak. Kaçak olmayan bir milyon yapının tümünün de sağlam olduğunu zannetmeyin. Bu yapılar ruhsatlı da olsa, pek çoğu yıkıcı depremlerden evvelki yönetmeliklere göre ve denetim dışı inşa edilmiş yapılardır. Demek oluyor ki, İstanbul’daki sakat ve depremde yıkılma riski yüksek yapıların oranı yüzde 70’in de hayli üzerinde.

Başbakan, bu konuda verdiği demeçte ‘’seçim kaybetme pahasına da olsa’’ ‘kaçak yapıları’ yıkacağını söylüyor. Aslında kaçak yapılar içinde depreme dayanıklı, sağlam yapılar olabileceği gibi, legal yapılar içinde çok sayıda riskli yapılar olabilecektir. Örneğin, 1998 yılına kadar İstanbul, deprem bölgeleri haritasında 2. derece riskli alan içinde idi. Daha sonra oluşan depremler sonucu 1. derece riskli alan içine alındı. Bu ne demektir, biliyor musunuz? 1998 yılına kadar yapılan binalara ait statik ve betonarme hesaplarında bulunan sonuçlara göre yapılan inşaatlar, bu gün yapılan hesaplamalara göre yapılan inşaatlara nazaran riskli veya yetersiz kalıyor demektir. Bu sözlerimle eskiden inşa edilmiş binalarda oturanlar lütfen paniklemesin. Eski hesap usullerine göre yapılmış binaların hepsi riskli midir? Hayır, değildir. Çünkü yapılan hesaplarda yük ve deprem kuvvetleri, normal değerlerin 3 misli emniyet katsayısı ile çarpılarak sonuçlandırılmıştır. Eğer beton imalat standartlara göre yapıldı ve sıkıştırıldı ise, demir donatının miktar ve montajı doğru ise binada fazla risk yok demektir. Bu gibi deprem riski ihtimali olan yapıları, günümüzde aletli muayene ile teşhis etme olanağı vardır. (Prof. Dr. Semih Tezcan, bu konunun kompetanıdır, mutlaka kendisine danışılmasında fayda vardır).

Ne var ki yüksek riskli yapıları ‘güçlendirme’ adı altında takviye etmek yanlış olur. Bu gibi yapılar tümüyle yıkılmalı, imar planına uygun şekilde yeni bina veya binalar inşa edilmelidir. Legal veya kaçak, riskli yapılar ada bazında çoğunluk oluşturuyorsa, parsellerin birleştirilmesi, mevcut imar durumunun ön gördüğü yoğunluğu yüzde 20 – 30 oranında arttıran yeni bir planla, mevcut binaları tümden yıkıp yeniden inşa etmek, yoğunluk artış farkından oluşacak kârla cazip hâle gelebilir. Yüksek kitleli yeni proje ile yeşil alan ve otopark olanakları yaratılmış, güzel ve düzenli çevre kazanılmış olacaktır. Bu gibi yeni imar avantajları ile arazi kıtlığı çeken ve konut sitelerini kent dışı arazilere kaydıran taahhüt firmaları için yeni fırsatlar ve iş olanakları yaratılmış olacaktır. Bu gibi yapılaşmaların yerel yönetimlere yükü altyapı masrafları ile sınırlı kalacaktır.

Bundan böyle inşa edilecek yapılarda, mutlaka ve mutlaka mimar ve mühendislerin proje ve denetimleri sağlanmalıdır. Yine de yerel yönetimlerin İmar ve Fen İşleri bürolarınca incelenen proje ve denetimler, gerek kadro, gerekse nitelik açısından yetersiz kalmaktadır. Bu gibi bürolarda, mimari projelerdeki plan ve yüksekliklerin imar planı ve yönetmeliklere uygunluğu kontrol edilmekte, statik projelerde proje müellifinin doğruluğu hakkındaki taahhüt ve imzası yeterli görülmektedir. Çünkü görevli mühendisin bu gibi hesapların derinine inecek ne zamanı, ne de uzmanlığı yeterlidir. Proje onayı ve inşaat ruhsatı alındıktan sonra belediye elemanlarının denetimi çok sınırlı kaldığından 2001 yılında yürürlüğe giren 4708 sayılı ‘Yapı Denetim Yasası’ gereğince serbest ‘Yapı Denetim Büroları tarafından inşaat ve tesisatın denetlemesi ön görüldü. Ne var ki bu yasanın kapsamı, yılımıza kadar 19 pilot ille sınırlı kaldı; yasanın tüm illeri kapsaması 1 Ocak 2011 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile gerçekleşebildi. Denetim şirketleriyle yapılan zorunlu sözleşmeler, bürolar arası rekabeti de beraberinde getirdi. Büro seçiminde elemanların nitelik ve deneyimlerine bakılmaksızın en ucuz teklifler veya ahbap-çavuş ilişkileri, işin alınmasında etkili olmadı diyemeyeceğim. Ne var ki denetim bürosu ücretini taahhüt firmaları ödediği için, ‘kimin arabasına binersen onun türküsünü söyleyerek’ eksik ve kusurlu imalata göz yumulacağını, meslek etiğinin ayaklar altına alınacağını hiçbir zaman düşünemiyorum. Yine de İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Sayın Cemal Gökçe, bir TV yayınında bu sistemin sakatlığı üzerinde durdu. İşin içinde olan bir meslektaş olarak haklı yönlerinin çok fazla olduğunu düşünüyorum.

Peki, bu iş Batıda, Amerika’da nasıl oluyor? Orada belediyelerin çok sıkı denetimi var. Ayrıca büyük yapılarda söz sahibi ‘Müşavir Mühendislik’ müessesi var. Ayrıca sorumluluk sahibi mimar ve mühendisin yaptırması gereken ‘sigorta’ sistemi var. Bir kere her yüksekokulu bitiren mimar veya mühendis, bizde olduğu gibi şıp diye en kritik binaların proje ve sorumluluğunu alamıyor. Bu gibilerin bir üstadın yanında yıllar yılı pişmesi ve icazet alması gerek. Meslek adamlarının sorumluluğunu üstlenecek, onu sigorta edecek sigorta şirketleri, tabii ki hiçbir zaman yaş tahtaya basmazlar. Sigortalayacağı teknik elemanın başarı, bilgi ve etik düzeyleri yüksek ve deneyimli elemanlar olmasına dikkat ederler. Her önüne gelen teknik büro, kapasitesinin üzerinde kalan işlerin proje ve yapı denetimini üzerlerine alamaz. Daha az deneyimliler, işlerin özelliklerine göre ancak kendi çaplarındaki işlerin projesini ve yapı denetimini alabilirler.

Bize gelince: Üniversitelerimizin durumu malûm. Dost acı söyler. Dünyada ilk 500 üniversite içine girebilecek düzeyde üniversitemiz yok. Diploması Dünyada geçerli olabilen sadece bir iki üniversitemiz var. Hepsine denemezse de birçok üniversitemize yüksekokul bile değil, yüksek lise dense yeridir. Mimarlık ve mühendislik fakültelerindeki 4 yıllık eğitimden sonra diploma alan mimar ve mühendislerimiz, yasalarımız gereği, mezun olur olmaz ne büyüklükte ve güçlükte olursa olsun, her türlü proje ve inşaatın sorumluluğunu alabilmektedirler. Bu yasa mimar ve mühendisin mumla arandığı günlerin yasasıdır. Şimdi böyle bir durum olmadığına göre en kısa zamanda gelişmiş ülkelerdeki usul ve yasaları kabul etme zamanı gelmiştir. Proje bürolarına ve yapı denetim firmalarına Batıdaki emsalleri gibi sorumluluk verilmesi ve sorumluluk sigortası sisteminin getirilmesi en çıkar yol gibi gözüküyor. Çünkü proje ve denetim şirketlerinin kalite ve kapasitesinin en iyi şekilde sigorta şirketleri tarafından değerlendirileceğine adım gibi eminim.

Taahhüt müessesinin bu günkü başıboşluktan kurtarılması gerektiğini geçen yazımda ifade etmiştim. Bazı taahhüt şirketleri, yüksek kâr amacıyla, gerekli malzemenin düşük kalite de olsa en ucuzunu temin edip imalatın minimum ve ucuz işçilikle yürütülmesini mesleğin raconu olarak kabul ederler. Bu gibi firmaları piyasadan silip, işin hakkını veren firmalara iş olanağı verilmesi, ilgili mevzuatın yeniden belirlenmesi ve sağlam esaslara bağlanması çalışmalarına ‘Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ en kısa zamanda başlamalıdır. İnşaatların teknik standartlardan şaşmadan yürütülmesi, kusurlu, noksan ve ayıplı inşaat sorumlularının belirlenerek tam tariflerinin yapılması, sorumlulara ağır cezalar verilmesi de önemli bir yasa konusudur.

Kaçak yapıyı kolay kolay önleyemezsiniz. Yapılması gereken bu gibi yapıları çok sıkı takip ve sorumlularına ağır cezalar getirilmesidir.

Peki, köylünün alın teriyle yaptığı kırsal kesim konutlarına ne gibi yaptırım getireceğiz? Acaba bu husus yasalarda nasıl yer alacak? TOKİ’nin kasabalara da el atacağı, teknik standartlarda beton yapılar inşa edeceği söyleniyor. Acaba TOKİ, hangi birine yetişecek, çok büyük yekûn tutacak bu inşaatları hangi bütçe, hangi betonarme teknik elemanları ile gerçekleştirecek; köylü, kasabalı hangi mali olanaklarıyla sırtlarına binecek kredi ödemelerini karşılayabilecek, bilmiyoruz.

Anadolu köylüsü, Hititlerden beri kerpiç yapılarda barınır. Kerpiç yapılar, kalıp + toprak + saman + su ve güneş enerjisi ve de düşük nitelikli işçilikle çok ucuza mal edilen yapılardır. Bu yapılar kalın duvarları ve küçük pencereleriyle ısı yalıtımı yapar, kışın ılık, yazın serin olurlar. Bu yapıların depremde yıkılmalarının nedeni basit malzeme ve ucuz işçilikle imal edilmeleri değil, köylü ustanın işin tekniğini bilmemesinden kaynaklanır. Bu gibi kerpiç yapıların depremde duvarlarının yıkılması, tavanın başlarına çökmesi, duvar aralarına konması gereken ahşap hatılların ihmal edilmesi ve tavan kısmına tonlarca toprağın doldurulması nedeniyledir.

Şimdi bilimin sesine kulak verelim: İTÜ Mimarlık Fakültesi, ana malzemesi kalıp + deneylerle saptanmış belli oranlarda alçı ve kireç karıştırılmış toprak + su ve pişirme enerjisi güneş olan çok düşük maliyetli köy tipi konut projesini geliştirmiştir. Çatı örtüsü toprak değil, ahşap makas + tahta kaplama + ısı yalıtım malzemesi + kiremit veya oluklu sacla su yalıtımının yapılmasından ibarettir. Bu örnek ev, yağmur, fırtına ve 7.9 şiddetindeki deprem testlerinden hiçbir arıza vermeden geçmiştir. Mimari projede köylerde yapılacak, düşük maliyetli ve güvenli, iklim bölgelerine ve halkın yaşam biçimine uygun birkaç tip proje ile yaşama alanlı, yatak odalı, banyo ve mutfaklı, gerektiğinde ahır hacimli ve kolay ısınabilen planlarla modern çözümler üretilmesi hiç de güç değildir.

Ekonomik çözümlere gidilmesi, ayağımızı yorganımıza göre uzatmamız açısından TOKİ’nin köy yerleşimlerinde uygulanabilecek plan tipleri ve strüktür detayları için üniversite ile iş birliği yapmasında sayısız faydalar vardır.


yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 1 Kasım 2011 Salı 16:42:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Nazmi Öner IP: 94.123.43.xxx Tarih : 3.11.2011 20:58:21

Sayın Ergüvenç. Yorumunuzdan da anlıyorum ki, demek ki müteahhitlerin günah keçisi olması boşuna değilmiş. Mevzuatta sorumluluğun tümüyle müteahhitlere yıkıldığını bilmiyordum. Demek ki mevzuatı yapanlar inşaat sektöründen koparabildikleri kadar para koparacak fakat bundan dolayı sorumluluk almayacak, sorumluluğu çoğu zaman ilkokul mezunu bir müteahhide yıkacaklar. Demek ki belediyeler sadece para alıyor başka bir şey yapmıyor diye yakınmam da boşunaymış. Çünkü anlaşılan plan ve projeler, inşaat ve ikan ruhsatlarının belediyelerle ilişkilendirilmesinin nedeni denetim değil, bunlardan nemalanması içinmiş. Yani mevzuat hazretleri sorumlu olması gereken herkesi sorumsuz, en son sorumlu tutulması gereken kişiyi ise her şeyden sorumlu tutuyor ki, buraya kadar olanlar TC’nin yüzkarasıdır.

Fakat benim asıl itirazım, siyasetin sorumluluktan sıyrılmasına, medyanın ve kamuoyunun da gönüllü ve hep birlikte katılmasıdır ki, seksen senedir bir çözüm üretilememesinin nedeni de bence budur. Yani mevzuat böyle bile olsa, müteahhidi suçlu ilan etmek yerine mevzuatı, onu hazırlayan ve değiştirmeden sürdüren siyaset kurumu suçlu tutulsaydı, çözüme en az yarım asır önce ulaşılabilirdi diye düşünüyor, uyarılarınız için teşekkür ediyorum.

Öte yandan yazılarınızda depreme dayanıklı yapı tekniklerinden, şehirlerin yenilenmesi ve şehircilik bakanlığına, depremde gerçekten sorumlu olması gereken sorumsuzların, mevzuat değişiklikleriyle sorumluluklarını almasına ve sigorta sistemine dek, yazdığınız bu doğru ve güzel şeylere katılmamak olanaksız. Ama keşke bunları yapması gereken siyaset kurumu bunları okusa. Sanıyorum onlar sadece sorumluluğu siyaset kurumundan alarak, müteahhide yükleyen medyayı okuyorlar. Saygılar.
 


yasar ertas IP: 94.135.148.xxx Tarih : 2.11.2011 10:32:56

gün gelir gündem gelir, gündeme bir konu oturur. Bu konudan baska hic bir konu kimseyi ilgilendirmez. Hepimizde takinti vardir. Bu takinti taaa  bir dahaki gündeme kadar devam eder. Hic bir netice konusmadan yazmadan öte gecmez. Evlerin yapimi bu gündende oldugu gibi sadece depreme dayaniklik konusu islenmektedir. Sankilim depreme karsi bir yapilanma olsa hic bir sey olmayacakmis izlenimi dogmakta. Esas konu bir evin insaatin yapilanmasi sirasinda. Planlama, güzel görünüs. kontrollü yapilis sisteminde tam tamina yapilsa. depremden az zararlanma icine otamatikman girecektir. Her isimizde oldugu gibi sistemlerimiz vardir fakat bu sistem bizde calismamaktadir. is takip sistemimiz balik bastan kokmaktadir gibiyizdir. Bas basliktan cikmis kuyruk kismina kadar kontrolü yapamaktadir. Simdi birisi baslik yapsa nerden nasil baslayacagini bilemektedir.Kuyruguna sözünü geciremektedir. Onun icin derlerya  efendi dogrucu kisiye sen bu siyaset isine  aday olma  girme seni duman ederler basina is acar bu isleri sen zaten beceremez küllüm olup gidersin. Kisiselolarak böyle küllüm olup gidenler olmakla beraber. Bizde bu isler icinde milletce küllüm olmus gitmisik . Fazla hürriyete özgürlüge kendimizi kaptirimisik. dingili cikmis araba gibi hürriyete özgürlüge beygirlerle dört nala kosuyoruz.bu kosusta ne kural ne disiplin ne bilmem ne var gibime geliyor. halimiz islerimizden belli oluyor. aslinda biraz bir ise baslarken korsak disiplin yapsak mesuliyet tasisak isilerimizi sira ile takip etsek olacak gibime geliyor. yabanci bir düelde bahcendeki  Bir agaci bile makamlara sormadan kesemessin. cezasi vardir.  uygulaniyor hicte fena olmuyor.