23
Kasım
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Kamu ihaleleri

Kamu adına yapılacak alım, satım, kiralama, inşaat, onarım gibi hizmetlerin gerçekleşmesi amacıyla yapılan devlet ihalelerinde, başarı ile gerçekleşen işler yanında, ihalelerden nemalanan müteahhitler ve onları nemalandıran yöneticiler ezelden beri devletin ve kamunun başını ağrıtmıştır.

Osmanlı’da bölge kadısının yetkisinde gerçekleşen mukataa sistemini ilk kamu ihalesi olarak sayabiliriz. 1857 yılında mülkiyet ve kiralama konusuna bazı esaslar getirildiyse de büyük işlerin karar mercii her zaman padişah iradesi olmuştur.

Cumhuriyet dönemi, 1925 tarih ve 661 sayılı Arttırma, Pazarlık ve İthalat Kanunu ile ilk ihale sistemini kurmuştur. Bu kanun, 1929 yılına kadar yapılan bazı değişikliklerle 1934 yılına kadar devam etmiştir.

Cumhuriyet döneminde ihale konusunda ortaya çıkan ilk suiistimal, 1925-27 yıllarında gerçekleşen Yavuz-Havuz davası olmuştu. Yavuz zırhlısı, Boğazlardan içeriye giren ve bir emr-i vâkî ile Türkleştirilip başımıza belâ açan, 1. Dünya Savaşına girmemize bahane yaratan iki Alman Breslau ve Goeben zırhlı gemisinden biridir. (Diğer zırhlı Midilli batırılmıştı).

Cumhuriyete intikal eden battal gemi Yavuz’un onarıma ihtiyacı vardı. Ne var ki zırhlının onarımı için gerekli olan büyük çapta yüzer havuzumuz yoktu. Havuz ihalesine giren iki Alman firmasından birine diğer firmanın verdiği fiyat sızdırıldı. Böylece Alman Flander firması, rakibinden daha az fiyat vererek işi aldı. Şirket verdiği rüşvet bedelini imalattan düşmüş olmalı ki Yavuz, gelen havuza sığmadı. Havuz güç belâ tadil ettirildi. Bu arada zırhlının onarım işi de bir Fransız şirketine verilmişti. Bu ihalede de dümenler döndü. Yavuz, havuza güçlükle yerleştirilirken sağından solundan bazı hasarlar gördü. Firma, bu hasarın sözleşme dışı olduğunu iddia etti; onarımını üstlenmek istemedi. Sigorta mevzuatı ve deniz hukuku ile ilgili uluslararası davalar açıldı. Hükümet, içerdeki rüşvet rezaletini örtbas etmek üzereydi ki hükümet değişti. Yeni kurulan hükümetin Başbakanı İsmet İnönü işin peşini bırakmadı. İhmal, beceriksizlik ve rüşvetle itham edilen bakanın milletvekilliği düşürüldü; Bakan ve şürekâsı, verdikleri Hazine zararı yanında çok küçük sayılabilecek cezalar aldı.

Ne var ki bu olay, daha sonraki suiistimallere nazaran sinek vızıltısı gibi kalacaktı.

Cumhuriyetin ikinci ihale kanunu, 2 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen 2490 sayılı Arttırma, Eksiltme ve İhale Kanunu’dur. Bu kanun, devlet ihalelerindeki iyi-kötü yanlarına rağmen kör-topal 1983 yılına kadar devam etti. Kanun, arttırmalarda en yüksek, eksiltmelerde en düşük teklif veren kişi veya kurumlara işi otomatikman veriyordu. Bu sistem, suiistimalleri bir nebze de olsa önleyen bir sistemdi. Ne var ki inşaat ihalelerinde uygulanan, her imalat kalemini ayrı ayrı fiyatlandıran ve ödeyen birim fiyat sistemi, müteahhidin hazırladığı ve kârlı kalemleri öne çıkardığı projelerle, teknik elemanlara verilen rüşvet kapısını aralıyordu.

Kısa bir süre sonra 2490 mafyası türedi. Mafya, ballı işlerde katılımcıları organize ediyor, işi alacak kişiyi tespit ediyor, bu kişi diğer katılımcılara çeklerle sus paylarını dağıtıyor, aslan payını mafya alıyordu. Böylece düşük bir indirimle alınan işin örtülü yüksek indirimi Hazineye değil, şunun bunun cebine giriyordu. Yapılan işin kalitesi de doğal olarak düşüyordu.

Mevzuatta müteahhitlik formasyonunun hiçbir tarifi olmadığı için, küçük işlerde bakkallar, büyük işlerde kuyumcular müteahhit sıfatıyla ihalelere giriyor, avantalarını alıyorlardı. Bu gibi kişilere işin özelliğine göre çantacı veya goygoycu denirdi. Anlaşma sağlanamayan nispeten küçük işler ise her önüne gelene verilen bir ticaret odası belgesiyle sayıları çok artan ve müteahhit sayılan kişilerce kıran kırana yüzde 40’lara, 50’lere varan indirimlerle alınıyor, yapılan işten yine hayır gelmiyor, sonuçta devlet ve kamu zararlı çıkıyordu.

İşte en küçük depremlerde bile yıkılan, binlerce kişinin canına mâl olan devlet yapıları, bu gibi çirkin organizasyonların ve kanundaki eksikliklerin kurbanı olan binalardır.

Nihayet ihale kanunundaki yetersizliklerin ve hatâların farkına varıldı. Yeni 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu 01.01.1984 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yasanın en büyük özelliği, eski yasada olduğu gibi işi en düşük fiyat verene değil, işe en uygun bedeli verene ihale edilmesi esasını getirmesi olmuştur. Diğer bir özelliği, müteahhide verilen karne limiti, evvelce yaptığı işlerdeki başarı derecesi, makine parkı ve şantiye teknik elemanları, banka referans mektupları gibi nitelikleri belirleyen kriterlerin esas alınması olmuştur. Bu kriterlere göre müteahhitlere verilen puanlar beraberinde, ihaleden sonra uygun bedelin tespit edilmesi için belirli matematik formüller kullanılıyordu.

Tabii ki eski yasada olduğu gibi bu yasada da ihale mafyası varlığını sürdürüyordu. Mafya teklif dosyalarını topluyor, teknik elemanları bilgisayarlarda iştirakçilerin vermesi gereken kırımları düşük oranlarda belirliyor, matematik formüllerle işi alabilecek firmayı % 80 oranında saptayabiliyordu. Mafya, idarenin müteahhitlere verdiği not puanlarını bazı sütü bozuklardan temin edebilirse bu oran % 100’e çıkıyordu.

Bu gibi işlere anlaşmalı iş deniyordu. Anlaşma sağlanamayan işlerde mafya, işi alan firmaya bir kutlama çiçeği gönderiyordu. Bunun anlamı ‘’kârdan payımı alacağım’’ demekti. Mafyaya ödeme yapmayan firma, verilecek cezayı göze almış demekti.

Geçen zaman içinde bu kanun da iflâs etmişti. Avrupa Birliği (AB) ihale yasalarının incelenmesi, ihalelerin olabildiğince saydam bir ortamda gerçekleşmesi, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kuruluşların uygulamalarına paralellik göstermesi gibi ihale mevzuatı çalışmaları 2001 yılında başladı. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 4735 sayılı Kamu İhaleleri Sözleşmeleri Kanunu 04.01.2002’de TBMM’de kabul edildi. 22. 01. 2002’de Resmî Gazetede yayınlandı. Yasa gereği, 01.01.2003 tarihinde yürürlüğe girdi.

Bu yasayla her türlü işin ihalesinden evvel tüm uygulama projelerinin devletçe veya proje ihaleleri yoluyla ayrıntılı olarak düzenlenmesi, ihale bedelinin birim fiyat esaslı tahminî bedelle değil, yaklaşık maliyet hesaplarına göre belirlenmesi; tekliflerin bir kalemde, maktu tek fiyatla verilmesi esas alındı. Yine aynı kanuna göre her türlü şikâyet ve ihtilâfı inceleyecek ve de karara bağlayacak Kamu İhale Kurulu kuruldu.

Buraya kadar her şey çok güzel gelişti. Ne var ki kanunun kısıtlayıcı kapsamından ve Sayıştay denetiminden çıkmak isteyen pek çok kurum vardı. Allem edildi, kallem edildi, kanun kapsamı ve denetim dışında bırakılmış olan, silahlı kuvvetler ve benzeri 6 kurum, günümüzde 60 kuruma kadar çıktı. Bu ne demektir, biliyor musunuz? Yapılan her 100 devlet ihalesinden sadece 4’ü denetime tâbidir demektir. (aktifhaber.com). Bu durumda tabiidir ki kanunun etkinliğinden eser kalmadı.

Yine zamanımıza kadar bu yasada kaç kez değişiklik yapıldı, tahmin edebilir misiniz? Eğer bilmiyorsanız tahmin edemezsiniz. Kamu İhale Kanunu, son 11 yılda kanun maddeleri açısından 26, diğer özel yasalarla 56, kararnamelerle 82 defa, yâni toplamda 164 defa değiştirildi. ((hukukhaber.net).

Böylece Kamu İhale Kanunu’nun da, Sayıştay’ın da, Nasreddin Hoca’nın leyleğin gagasını, bacaklarını kesip ‘’işte şimdi kuşa benzedin’’ demesinden farkı kalmadı. Kuşa dönen, ama artık uçamayan, kaderine râzı bir kuş…

Günümüzde özelliği olan veya uluslararası nitelik taşıyan ihaleler, kanuna uygun olarak saydam bir ortamda yapılıyor. Diğer ihalelerde ise mafya kimlik değiştirmiş durumda. Tüm bakanlıklar adına devlet ihalelerini yapan Bayındırlık Bakanlığı lağvedildi. Artık her bakanlık kendine ait işlerin ihalelerini kendisi yapıyor. Kanun kapsamı dışında kalan ihaleler, kapalı kapılar ardında, belirli ve mûteber müteahhitler arasında gerçekleşiyor.

Görüyorsunuz ki ihaleler, hiçbir dönemde sütten çıkmış ak kaşık değilmiş.

NOT: İhale Kanunu’nun değiştirilen maddelerini ve kanun kapsamı dışına çıkarılan kurumların isimlerini internet arama motorlarından, Google’dan bulabilirsiniz.


yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 10 Ocak 2014 Cuma 11:32:02
Güncelleme :11 Ocak 2014 Cumartesi 11:52:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
erdem yücel IP: 88.244.27.xxx Tarih : 6.01.2014 14:10:17

Türkiyenin başının bugünlerde derdi olan ihaleleri çok yerinde saptamalarla dile getirmişsiniz. Bu işin cılkının çıkmasını,  ihalelerin mafyalaşmasını  ve siyasilerin de bundan nemalanmasını anlayan anlıyor.  

Cumhuriyetin ilk yıllarında ilk ihale yolsuzluğuna karışan bakının milletvekilliğinin düşürülmesi güzel bir örnek... Acaba günümüzde böyle bir işe girişilse, mecliste kaç kişi kalır diye düşünüyorum.  Balık baştan koktuğuna göre de bu sözüm hayelden öte...

Yaklaşık on on beş yıl önceleri bazı müteahhitler vardı. Onların amacı ihaleye almak değil, ihaleyi alacak olandan, sen çekil  şu kadar ücretin var sözü ile yetinirlerdi. Böylece ihale ihale dolaşırlar, geçimlerini sağlarlardı.

Bu işin ne kadar ballı olduğu ortaya çıkanca da mafya  el attı. İhaleleri belirli kişilere  paylaştırmaya başladı. Bugünlerde de işin içerisine siyasiler girdi ve rant kapısı çok daha büyüdü.  1980 İhtilali sonrasında   kurulan bir hükümetin bir bakanından ihale isteyen müteahhite  bizi küçük ihülelerle uğraştırma, daha büyük ihaleleri işte sözünü o müteahhit  bana anlattığında tuzun koktuğunu   anlamıştım.

Gerçekte yazınızla  bizleri aydınlattığınızdan  teşekkür ederim.