1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

İslâm Mimarlık Sanatına Genel Bir Bakış (VII)


ABBASİ HALİFELERİ DÖNEMİ (750-1258)

Emevi hanedanının son yıllarında huzursuzlukların önü alınamıyordu. Hz. Muhammed’in amcası Abbas bin Abdülmuttalib soyundan gelen Abbasiler, Emevi yönetimine karşı kanlı bir ayaklanma ile iktidarı ele geçirdiler. Abbasi iktidarı, 37 halife ile 508 yıl sürdü.

İlk Abbasi halifesi Ebu’l Abbas 4 yıl halifelik yaptı (750-754). 754’te halife olan Mansur orduda yeni düzenlemeye gitti. Türkler ve İranlılar orduda görev aldılar. Türkler önemli komutanlıkları üstlendiler. Halife Mansur (754-775) küçük bir yerleşim olan Bağdat’ı kent haline getirdi (760). Bazı kaynaklar Bağdat’ın Mansur tarafından kurulduğunu yazsa da Hamurabi kanunlarında (M.Ö. 1792-1750) Bağdat’tan söz edilir. Dicle nehri kenarında yeniden kurulan kent, çevresinde verimli topraklara sahipti. Güçlü ekonomisi ile kısa zamanda büyüdü. Kent, daire formunda kurulup, iç içe iki sıra dairesel surlarla çevrili idi. Surların dışında çepeçevre hendekler kazılmıştı. Başkent, Şam’dan Bağdat’a taşındı (762). İlk yapılan eserlerden Bağdat Ulu Camii, kerpiç duvarlı ahşap sütunlu ve düz damlı basit bir yapı idi.

Halife Harun-ur Reşit (786-809) Bağdat Ulu Camiinin kerpiç duvarlarını tuğla olarak yeniledi. Yine Bağdat’ta Bab-üs Zehep (Kubbe-tüs Hadra) Sarayı’nı inşa ettirdi (780 veya 800). Bu sarayda kubbeli orta mekâna açılan tonoz örtülü dört eyvan bulunmakta idi. Bu plan kurgusu, Arap mimarlığına yabancı ve de Türk mimarlığı kurgusudur. Esasen, Abbasiler döneminde Türklerin devreye girmesi ile her alanda güçlü atılımlar yaşanıyordu. Ancak, 807 inşa tarihli Mansur Camii, dört adet saray ve Fırat nehri üzerindeki Rakka’daki yapılardan bu gün eser kalmamıştır. Ne yazık ki yapılara, özellikle süslemeye büyük paralar harcanmasına rağmen, doğal taş malzeme kullanılmayıp, Mezopotamya uygarlığının ana malzemesi olan pişmiş toprak (tuğla) ile yapılan yapılar, bir iki istisnası dışında zamanımıza kadar gelememişlerdir.

Halife Mutasım (833-842) döneminin en önemli mimarlık eseri Samerra kentinin kuruluşu ve de Samerra Camii’dir. Mutasım, Samerra’yı başkent yapmışsa da yarım yüzyıl sonra tekrar Bağdat’a dönülmüştür.

Halife Mutasım döneminin en önemli mimarlık başarısı, Samerra kenti ve camisidir. Dicle nehri üzerindeki Samerra kenti, Bağdat’ın 100 kilometre kadar kuzey-batısındadır. 836 yılında kurulmaya başlanan kent, 47 yıl sonra, 883’te terk edildiği için döneminin orijinal yapıları toprak altında kalmış ve olabildiğince bozulmadan günümüze kadar gelebilmiştir. Kent, Bağdat’ta yapılan geometrik planlamanın aksine arazinin topoğrafik durumuna uygun bir yerleşim sergilemektedir. Bu durum, yapılan arkeolojik kazılarla gün ışığına çıkmaktadır. Kentin esas kuruluş amacı, Abbasi ordusunda görev almış Türk birlikleri için ordugâh sağlamaktı. Nitekim kentin kuruluşu ile Türk komutan Aşhas görevli idi. Kentin en önemli yapısı Halife Mütevekkil (847-861) döneminde yapımına başlanan Samerra Ulu Camii veya Mütevekkiliye Camii’dir (848’den sonra). Bu yapının da ana malzemesi, diğer bölge yapıları gibi pişmiş topraktır. Caminin diğer ulu cami tiplerinden fazla farkı bulunmamakla beraber çok geniş tutulması (150 bin kişinin namaz kıldığından bahsediliyor) yanında önemli özelliği minaresindeki tasarımdır. Bazı kaynaklar yapıyı basit olarak niteleyip orijinal minareyi görmezden gelseler de, hiç de basit bir mimarlık eseri değildir. Minare, 33x33 metre ebatlı kare tabana oturmakta, subasmandan sonra 27 metre çapında daire planlı bir silindire dönüşmektedir. Silindirin çevresinden helezoni (spiral) bir rampa açıktan yukarıya tırmanmakta, helezonun her bir turunda silindir çapı küçülmektedir. Rampa, beş turdan sonra zirveye ulaşmakta, yükseklik 51 metreyi bulmaktadır. Minare içinin masif tuğla dolgu olduğunu tahmin ediyorum. Bu, yapının önemli oranda ‘rijit’ kalmasını sağlamış olmalıdır. İçeride boşluk bırakılsa idi, minarenin zamanımıza kadar gelebilmesi şüpheli, hatta olanaksızdı. Minarenin tasarımı, bu günün modern mimarlarının yapacakları gökdelenler için esin kaynağı olabilecek derecede orijinal ve güzeldir.

Bu minare formu, yine Samerra’da 860 yılında Ebu Dulaf Camii’nde tekrarlanmış, bundan başka hiçbir yapıda bu şekil minareye rastlanmamıştır. Bu günkü kalıntılardan anlaşıldığı kadarı ile her iki cami de tuğla kemerli neflerden oluşuyordu. Çatı örtüleri düz damdı. (Düz dam, az yağmur alan bölgelerde uygulanmış, Arap mimarlığının özelliği olmuştur.)

Samerra’daki arkeolojik kazılarda ilginç yapılarla karşılaşılmıştır. Cezah-ül Hakani Sarayı’nda, Balkuvara Sarayında (854-859) ve bazı konutlarda, duvar sıvalarında Arap mimarlığına yabancı, mermer tozu ve alçı karışımı ile elde edilen ‘stüko’ üzerine yapılmış freskler bulunmuştur. Bu fresklerde İslâm inancına aykırı rakkaseler, Uygur menşeli figürlerin yer aldığı görülmüştür. Bunda fazla şaşıracak bir şey yok. Samerra’da yaşayanların büyük çoğunluğunu Türkler ve Türk asker ve komutanları teşkil ediyordu. Her ne kadar İslâmlığı kabul etmiş olsalar da ‘Anayurt’ sanat ve adetlerini korumaları doğaldı. Samerra, Halife Mutemid (870-892) döneminde terk edildi (883). Niçin terk edildi, bilmiyorum. Her halde ordugâhın lağvı ile kentin ekonomik dayanağının sıfırlanması bir neden olabilir.

Memluk denilen ve Abbasiler nezdinde önemli yerleri olan Türklerden, Türkistan asıllı, Buhara doğumlu Ahmed bin Tulun (Tolun), Halife Mutez (866-869) döneminde Mısır’a vali atandı (868). Tulunoğlu Ahmed, Samerra’da eğitim görmüş genç bir subaydı. Atandığı bölgeye Samerra’nın uygarlığını götürmüş, Fustat kentini büyütmüş, cami ve su bendleri yaptırmıştır. Daha sonra Tulunoğulları’nı ve diğer Türk devletlerini yüzyıllar boyu Mısır’ın hâkimi olarak ve yarattıkları mimarlık eserleri ile izleyeceğiz.

945 yıllarında Bağdat’ta Buveyhiler’in hâkimiyeti vardı. Bu dönemde Abbasi halifeleri de vardı ama halifeler kukla durumunda idiler. Buveyhler’in hükmü altında ve onların izniyle saltanatlarını devam ettirebiliyorlardı. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1031’de Buveyhleri Bağdat’tan kovdu. Kâim halife oldu (1031-1075). Böylece bir süre için de olsa, rahat nefes alabildiler. Kâim döneminin en önemli mimarlık ve de bilim-kültür eseri Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi’dir (1065).

Cengiz Han torunu Hulâgu yönetimindeki İlhanlılar (1256-1344) Bağdat’ı işgal ettiler ve yaktılar (1258). Bu olay Abbasilerin sonunu getirdi.

Bundan sonraki yazımda Mısır’da kurulan İslâm devletlerinin mimarlık eserlerini anlatmaya çalışacağım.

Yayın Tarihi : 22 Ağustos 2008 Cuma 10:32:22


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?