1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

İstanbullu ve Deniz

Kübalı ihtiyar balıkçı Santiago’nun şansı bir türlü yâver gitmemiş, 84 gündür şöyle kocaman bir balık avlayamamıştı. Kendisini çok seven yardımcısı küçük Manolin bile işsizlikten başka bir balıkçının yanına kapılanmak zorunda kalmıştı. Vefakâr çocuk, bir fırsatını yakaladığı anda ihtiyar balıkçının hatırını sormaktan yine de geri kalmazdı. Santiago, umudunu kaybetmiyor, diğer balıkçıların istihzalarına aldırmıyor, nasıl olsa havanın açacağını, denizlerin durulacağını umuyor, bekliyor, bekliyordu. Bir gece, uykusunda engin, mavi denizlerin rüyasını görürken birden uyandı; bir daha da uyku tutmadı; gitti, Manolin’i uykusundan uyandırdı; onun yardımıyla kayığını denize indirdi, tek başına küreklere asıldı; kendini engin denizin ortasında buldu. Henüz tanyeri bile ağarmamıştı. İlk salladığı oltaya küçük bir yunus geldi, onu yakaladı, livara attı. Bu kez baş taraftaki olta titriyordu. Eğildi, baktı, oltaya takılan 5 kiloluk bir orkinostu. Bunca büyük zokaya, bu kadar sağlam misinaya gele gele orkinos mu gelecekti. Balığı çekmedi, bu büyük balıklara iyi bir yem olur diye düşündü, misinayı gevşetti. Artık tanyeri ağarıyordu. Bir anda sandal sarsıldı, orkinosu yiyen balık her halde büyük bir kılıç balığı olsa gerekti. Böylesine büyük bir balığı sandala almadan önce bir süre beklemeli, balığı yormalıydı. Güneş yükseliyordu. Ne var ki balık bir türlü yorulmamış, Santiago, balığı sandala çekeceğine, balık sandalı sürüklemeye başlamıştı. Bir an sandala konan minik kuşu hayran hayran seyretmeye başladı. Bu arada boş bulundu, balık oltayı şiddetle çekti; ihtiyar sandalın içine kapaklandı, kalın misina sol bileğini kesti, müthiş bir acı ile parmakları hiçbir şey hissetmez oldu. Yine de yılmadı, misinayı sağ bileğine doladı. O arada balık bir görünüp bir kayboluyordu. İçinden geçirdi: ‘’Ne güzel bir balık, ne yazık ki onu öldürmek zorundayım’’. Hiç acelesi yoktu, balık biraz daha yaşasındı; oltayı sandala sıkıca bağladı, evvelce tuttuğu yunusu kesti, dilimledi, yedi, bir güzel de uyku çekti.

Denize açıldığının üçüncü günü olmuştu. Balık hâlâ sandalın çevresinde debeleniyordu. Bir pundunu buldu, yüzeye çıktığında zıpkını balığa sapladı. Ne var ki balığın boyu, sandalından daha uzundu. Balığı sandala alamazdı. İpi solungaçlardan geçirdi, balığı boydan boya sandalın dış yanına, iskele yönüne bağladı. Ağırlığını sancak yönüne vererek dengeyi sağladı. Dönüş rotasını kerterizledi ve küreklere asıldı. Bilmiyordu ki, bir köpekbalığı bir saattir takipteydi. Nitekim köpekbalığı, sandalın yanına sokuldu, balıktan büyücek bir parça kopardı. Atik balıkçı bir zıpkın da ona sapladı; deniz kan içinde kaldı. Kan kokusu diğer köpekbalıklarını da çevreye topladı. Köpekbalığı sürüsü, zıpkınlamakla bitecek gibi değildi. İhtiyar balıkçının çabaları sonuç vermiyor, her bir köpekbalığı, bağlı kılıçbalığından birer parça koparıyordu. Sonunda balıktan kala kala sadece koca bir kılçık kaldı. Artık yapacak bir şey kalmamıştı. Yorgun ihtiyar, sandalı ustalıkla çevirdi, evine yönlendirdi. Evine gelebildi, bîtap halde yatağında derin bir uykuya daldı. Uyandığında başucunda Manolin vardı. Çocuğa gülümsedi; çok acı çekmiş, ama mücadeleci ruhu bir dirhem bile eksilmemişti.

Bunca yıl aradan sonra aynı zevki alarak tekrar okuduğum, Ernest Hemingway’in ‘’The Old Man and The Sea’’ – ‘’İhtiyar Adam ve Deniz’’ şaheserini sizler de okumuş, belki de Spencer Tracy’nin canlandırdığı filmini görmüş olmalısınız. Edebi şaheserin yanından bile geçemeyecek olan bu özeti, dilimin döndüğü kadar yazarak gençleri bu öyküyü okumaya özendirmek istedim.

Peki, bu öykünün ‘’İstanbullu ve Deniz’’ başlığı ile ne ilgisi var diyebilirsiniz. Öyküyü okurken niçin İstanbul’u ve İstanbulluyu düşündüm dersiniz? Galiba şundan: İstanbullu da denizlerini pisliğe teslim edip yitirdiğinde umudunu yitirmemiş, yeni ufuklara, Ayvalık’a, Bodrum’a, Marmaris’e, Datça’ya, Fethiye’ye yelken açmamış mı idi? Neden derseniz, İstanbullu demek biraz da denize âşık adam demektir. Bir sohbet esnasında ‘’Ben denizi olmayan yerde yaşamak istemem’’ deyince İstanbul’da yaşayan ama aslen Kayserili olan bir aziz dostum yüzüme hayretle bakakalmıştı. İçinden her halde ‘’Yılmaz abi de sapıtmaya başladı’’ diye geçirmiştir. Kendisi Ataköy’de oturduğu halde yanı başındaki denizin farkında değildi.

İstanbullu, deniz onu terk ettikçe denizin peşinden koştu. Bu gidişle daha da koşmaya devam edecek gibime geliyor.

Gençliğimizin dört bir yanı denizle çevrili İstanbul’u, bir mutluluk kenti idi. Cebimizde fazla paramız olmasa da yaz geldi mi o plaj senin, bu plaj benim gider, yüzmek için can atardık. İstanbul yakasında açıktan girilen Yenikapı, Samatya sahillerinden tutun, Yeşilköy, Florya, Menekşe plajları; Anadolu yakasında Salacak’dan başlayın, Caddebostan, Suadiye, Maltepe Süreyya, Pendik, Temenye plajları; Adalar’ın tüm plajları; Boğaziçi’nin yine açıktan girilen tüm kıyıları ve de Küçüksu, Yeniköy, Büyükdere, Altınkum plajları; daha sonra moda olan Karadeniz kıyısında Kilyos, Şile plajları, … velhâsıl İstanbul’un her sahili pırıl pırıl, tertemiz deniziyle zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek, herkese mutluluk saçardı.

Gün geldi, İstanbul denizlerine pislikten girilemez oldu. Ama İstanbullu yılmadı; ver elini Kumburgaz. Günübirlik gidiş-geliş zorluğu ile ikincil evler, daireler boy göstermeye başladı. Bir zaman sonra kalite düştü, bölge müptezelleşti. İstanbullu Şarköy’ü keşfetti. Kısa zamanda Şarköy, İstanköy oldu. Çocuklarımız burada çok mutlu günler geçirdiler. Birçok arkadaşlıklar, aşka dönüştü; evliliklerle sonuçlandı. Şarköy, bu konuda çok velût bir belde oldu. Erdek, Ankara’da oturan İstanbullu deniz âşıklarının beldesiydi. Gel gelelim deniz kirliliği git gide Marmara’yı da esir almaya başlamıştı.

Artık Ege’ye açılımdan başka çare yoktu. Behramkale (Asos) keşfedildi. Tanrı rahmetini esirgemesin, ileri görüşlü Kaymakam Özer Türk, Burhaniye sahilinde, daha sonra Vali Özer Türk, Bodrum ve Datça’da organize ettiği kooperatif tesislerini yerli turizme kazandırdı. Bu güzel tesislerin ardından ikincil evler her beldeyi kanser hücreleri gibi sarmaya, yeşiller betona dönüşmeye başladı. Halikarnas Balıkçısı, rahmetli hocam Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat ve diğer dostlarının başlattığı ‘’Mavi Yolculuk’’ popüler oldu. Bu güzel geziler şimdi de devam ediyor ama ne çare ki güzelim koylar, bazı münasebetsiz tekne sahiplerinin sintine pislikleriyle kirleniyor; temiz denizi bulmak için epey zahmete girmek gerekiyor.

Şu an Yalıkavak’dayım. Ne yazık ki bu belde de kötü ve çıkarcı belediye başkanları elinde betonlaşıyor; güzelim mandalina bahçeleri elden çıkıyor; kimsenin kılı kıpırdamıyor. Geçen yıl yapılan kanalizasyon, eski fosseptik sistemini aratır hale geldi. Şu an, beldeyi tümüyle lâğım kokusu sarmış durumda. Proje hatası mıdır, işletme hatası mıdır, keşfedemedim. Bodrum yarımadasının diğer belde belediyeleri de kendi başlarına buyruk, sözüm ona imar hamlesi (!) hırsı içinde yarımadanın canına okumakla meşguller.

Şu sıralar çocukları oyalansın diye edindikleri cins köpekleri otoparklara bırakıp kaçan acımasız, ahlâksız kişiler, her yıl olduğu gibi bu yıl da ortaya çıktılar. Zavallı köpeklerin bir bu arabaya, bir şu arabaya koşturarak zalim sahiplerini aramalarına yürek dayanmıyor. Bir de kerli ferli gördüğümüz adamlar, Migros’da NTV Tarih, Tempo gibi dergilerin CD eklerini plastik kapları usûletle açarak aşırıyor, bu hırsızlıktan zevk alıyorlar. Biz enayiler de kontrol etmeden bu dergileri alıyoruz. Bunlar ne biçim insan, anlamak kabil değil. Sizin anlayacağınız artık buraların da suyu çıkmaya başladı.

Gün gelecek, pek yakında pek çok İstanbullu, buraları da taşraya teslim edecek, başka yerlere kaçacak. Ne var ki benim bildiğim İstanbullu, sandalında balığın kılçığı kalsa da denize olan sevgisinden ödün vermeyecek ve varlığını sürdürecek gibime geliyor.

Bakalım bundan sonraki rota nereyi gösterir. Bu aralar çok mu kötümserim acaba?


yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 6 Eylül 2011 Salı 13:04:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 78.177.115.xxx Tarih : 8.09.2011 15:33:03

Sayın Corrector, has İstanbullu'nun hiç bir şeye eli ermez gücü yetmez, hiç bir şeye eli değmez, çocuk gibi masumdur; yalnız yapılanların keyfini sürer. Biz çarpık yapılaşmamnın sorumluluğunun Karadenizli müteahhitlerde olduğunu sanıyorduk.


corrector IP: 124.189.49.xxx Tarih : 9.09.2011 05:09:16

sayin doktor (sanirim Selcuk Ant) insan bona fide / iyi niyet ile kendi cikarini gozetebilir ve gozetmelidir de.  yalniz "cikarci davranislar bir seyin uygun kullanilmasina engel olmamalidir" desek daha uygun olacak. cunku cikar isinin olcusu Istanbul orneginde oldugu gibi cigirindan koparsa, ve ozellikle belli bir etik, bir regulasyon vs olarak genellikle kabul gormus kistaslar, kriterler de yoksa, sonuc bugunku Istanbul oluyor. ve bu bencillik genlere de yansiyor olmali: bakiniz yukardaki Istanbullarin yazdiklari...

sayin Torun, yaa siz "elimizden daha iyisi gelirdi, yapamadik" diye uzulmeyiniz.  sizler Tayyib'i yarattiniz!  yetmez mi? bundan daha iyisini (daha iyi bir canavari) yapabilirmiydiniz? emme lakin, dikkat edin RTE biraz daha guclendiginde gelip en once size eziyet etmesin. malum: onun geldigi tabani kazanmak yerine, bilerek ve istinaden otekilestirip, hor gorup vs iki kutuplu (iki partili ve ordu ve cami olarak iki guclu) rahat yonetilebilir bir rejim yaratmalardan bugunlere gelmemizde cok emeklerinizin yaninda yapilmasi gerekenleri yapmadiklariniz da vardir.  hele hele yapmadiklariniza egoismin anitlari denebilir...simdi de bir "joker" gibi "karadenizli mutahitler" deyin, veya RTE'nin tabanini daha da otekilestirin. her yarattiginiz starataya aptal deyin. birseyler deyin, bir isimler koyun...yaa iste biraz eglenin...zaten hic bir suclu ben sucluyum demezmis... niye ben (sizden oncekiler ve sizler) bir romali kadar olamadim diye sormazsiniz da kendi halkina cahil demeyi onu otekilestirerek cikar kazanmayi amelden sayarsiniz!!!  has istanbullunun nev-i sahsina munhasir hali pur melali...


Dr. S. A. IP: 78.160.196.xxx Tarih : 6.09.2011 18:29:03

Gelip-giden yönetimler, ne yazık ki daima, kendilerinin siyasal çıkarlarından başka hiçbir şey, hatta doğa güzelliklerini dahi düşünemezler ! Çocukluğumu geçirdiğim "elli" li yıllarda İstanbul'un Arnavutköy kıyılarına vuran çürük patlıcan-biber-domates-lahana v.b avlamayı, arkadaşlarımla eğlence yapmış idik. Geçmiş zamandan bugüne gelene dek değişen ne oldu ki, bundan sonra da değişmesini - nafile - bekliyoruz !  


corrector IP: 124.189.49.xxx Tarih : 7.09.2011 04:45:22

demekki has veya eski istanbullu nereye gittiyse kurutmus, mahvetmis degil mi?
sayin Yilmaz da bunu teyid ediyor bu yazisinda. ki yalniz degildir bu itirafinda.
hatta bu eski Istanbullularin koskoca Osmanli'yi da mahvettigi de belli.
ama sezarin hakkini verelim: camuru baskasina atmayi cok guzel ogrenmisler.
ne guzel di mi? hem sonradan gelen istanbulluya cahil diyeceksin, hem de onlara hazine arazisi satacaksin, insaat malzemesi satacaksin, vs. sonra faturayi sonradan olma istanbulluya keseceksin.kimse bu ranttan  en fazla eski istanbullularin yararlanmadigini soylemez, soyleyebilir mi?
eee nerde bunun etik yani? ahlaki yani?
hem sonra dunyanin neresinde dagdan gelen dagin kulturunu baga asilayabilmis?
var mi boyle birsey? bagdaki kovmustur ama bagdakinin kulturunu buyuk bir sekilde almamis midir?
eski istanbulluymus...eski acimasiz bencillik desek..


teoman törün IP: 94.120.30.xxx Tarih : 10.09.2011 18:06:36

Sayın Corrector gene, sofistike sembolik absürd uslûbunuzla harikalar yaratıyorsunuz. Ben özel olarak "Karadenizli müteahhidler"e çamur atmak niyetinde değildim. Ama İstanbulun yapılaşmasını ele alanların başında Karadenizli müteahhidlerin geldiği bir gerçektir. Ve gerçekden bölgecilik yapmak gayet çirkin nefret edilesi, tecavüzkâr bir harekettir. Bunu da başlatan her zamanki düşüncesiz çıkışlarınızla siz oldunuz. Eski İstanbullu'nun İstanbulu mahvettiği iddiası tam bir idrak durdurucu zırvalıktır. 1950'lere kadar, 800.000 civarındaki kayda değer nüfusuna karşın İstanbul tüm güzelliği ile yerinde duruyordu. Boğazın, Marmara kıyılarının her yerinde denize giriliyordu. Ondan sonra hesapsız kitapsız kentleşme, köprü yapma hastası ve demagog yönetimlerin tasarrufu ile göç alıp 20 milyona gelen nüfusu ile İstanbul çöplüğe döndü. Bu gerçeği böylesine çarpıtmak için ancak sizin gibi mantık hünerbazı olmak gerek. Gerçek İstanbullu kaç kişi kaldı ki bölgeciliğe soyunuyorsunuz.


erdem yücel IP: 92.45.158.xxx Tarih : 6.09.2011 19:25:39

Sevgili Yılmaz; E.Hemigway'ın ölümsüz eseriyle İstanbul ve denizlerini karşılaştırmanız harika...Bence bundan güzel bir kıyaslama olamazdı. İstanbul ve denizlerine gelince artık ah vah etmenin anlamı yok...Bütün o güzellikler Anadolu istilasıyla son  buldu. Ne yazık ki, aynı yozlaşma Eğe ve Akdeniz kıyılarında da sürüyor. Sanırım ömrümüz  yeterse önümüzdeki yıllarda denize girmek, onun nimetlerinden yararlanabilmek  için  paramız elverirse Yunan adalarına kapağı atacağız...

İstanbulunu eski güzelliklerini artık 1950 lerden sonra çekilen sinema filmlerinde görebiliyoruz.

İstanbul bu hale nasıl düştü?

Yanıtlamak çok kolay İstanbul'da istanbullu kalmadı, eski lerin deyişiyle dışarlıklılar  İstanbulluları  bu şehirden sürüp attı. En önemlisi de İstanbullu ne belediye başkanı  ve ne de milletvekili işbaşına geldi. Çünkü  İstanbullu yok ki...Onlara yol gösterecek bürokratta  yok... Giden gitmişse de yine de üzülmeyelim o güzel günleri sizin, Teoman Törün  ve Dr. S.'nin yaşamış olması da bizler için şanstan da öte... En azından bir şeyler yazıp yaralarımızı depreştiriyoruz...


Teoman Törün IP: 78.173.38.xxx Tarih : 6.09.2011 16:55:48

Sevgili Yılmaz, "İhtiyar Balıkçı" eserini bal gibi de edebî bir gusto ile özetlemişsin. Zaten bu devirde tamamkını kaç kişi okuyabilir. Filmi zevkle seyredilebilir ama , eserin tamamı biraz yaş iş. Özetinle en azından konuyu kitlelere ulaştırıyorsun.

Kayserili ahbabın ne kadar safmış. Yahu İstanbulda deniz olsa bu ihtiyar halimle her sezon böyle yazlıklara taşınır, döner miydim? senin de adını andığın Rahmetli Özer Türk'e hayır dua edip duruyoruz. Ne hazin ki, Bodrum gibi (gûya Mavi Bayraklı) ARTUR da elden gidiyor. İlk yıllar küçük fanyalı ağımla yaptığım amatör balıkçılığa çoktan veda ettim. Kıyıda ne tekir, ne barbun, ne iskorbit ne yılan balığı, levrek, dil balığı, ahtapot hiç bir şey kalmadı.


bona fide IP: 78.160.196.xxx Tarih : 7.09.2011 20:18:09

Çıkarcı davranışlar birşeyin uygun kullanılmasına engel olamaz; neresi güzel ise orası vatandır ve bu vatanın adı da "Türkiye" dir !