1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Kulağımızı Tırmalayan Sözcükler

Biz mimarlar, inşaatlarımızda çalışan amele, çavuş, çırak, kalfa ve ustaların değişik şîvelerle yaptıkları konuşmalara alışkınızdır. Anadolu’nun dört bir yanından, özellikle Karadeniz Bölgesi’nden gelen işçilerimizin kendilerine has şîveleri ve kullandıkları deyimler hoşumuza da gider. Bizler de onlara anlayacakları dilde meramımızı anlatır, gerekli direktifleri veririz. Örneğin ‘’Uşağum, pereseyi çektin mi?’’ deriz. Bunu da yurdumuzun bir nevi zenginliği olarak kabul ederiz. Televizyonlarda rastladığımız İbrahim Tatlıses’in mâvi renge çabucacık mavi deyişini bile hoş karşılarız.

Ancak radyo ve televizyonlarda görev yapan spikerlerden, Türkçemizi olması gerektiği gibi telâffuz etmelerini beklemek, bizlere dilin ahengini tattırmalarını istemek hakkımızdır. Bu, hakkımızın ötesinde, onların da mesleklerinin gereğidir.

Bir televizyonda 30 Ağustos törenlerini anlatan spiker hanım kızımızın, ordumuzun yaptığı resmigeçitten söz ederken ‘i’ harfini uzatarak ‘resmî geçit’ şeklindeki telâffuzunu bir dil sürçmesi olarak hoş gördüm. Ama ikinci, üçüncü, dördüncü kereler, defalarca resmî geçit sözünü yinelemesi bardağı taşıran son damlalar oldu. Spiker kızımız, ikisi de Arapça asıllı olan, ama Türkçede kalem ve boyalarla yapılan canlandırma dışında farklı anlamlarda da kullanılan ‘resm’ (resim) sözcüğü ile ‘resmî’ sözcüğünü aynı potada eritiyordu. Burada kullanılması gereken ‘resm-i geçit’ (Arapçada böyle bir terkip olmamasına rağmen anlaşılması için böyle yazdım. Türkçedeki doğrusu ‘resmigeçit’tir) yapılan bir törende askerî birliklerin önümüzden geçmesi anlamına geliyor. Tören anlamına gelen ‘merâsim’ de ‘resm’den türemiştir. ‘Resmî’ ise Türkçemizde ‘devletin adına, devletin usulünce olan’ anlamında kullanılmaktadır. (Resmî daire, … gibi). Küçük de olsa önemli gördüğüm ayrıntıyı burada düzeltmek istedim.

Galiba sözü çok uzattım. Ama radyo ve televizyonlarda yapılan hatâlı konuşmalar sadece bundan ibaret değil. Böylesine bir yazı yazacağım aklıma gelse idi, bu güne kadar duyduklarımı tek tek not ederdim. Şimdi aklıma gelen başka bir hatâyı da belirteyim. Bir televizyonun turizm programında spiker kızımız ‘Halâs’ vapurunu anlatıyordu. Ancak anlatırken defalarca ‘Halas’ diyordu. Benim bildiğim Türkçede kalas var, halat var ama halas diye bir sözcük yok. Ama Arapça asıllı da olsa halâs (kurtuluş) sözcüğü var.

Bazı spor röportajlarında ‘hakem’e ‘hâkem’ diyen, ‘rakib’e ‘râkip’ diyen gençlere rastlıyoruz. İşin garibi, röportajı yapan gazeteci de bu yanlışları düzeltme çabası içine girmiyor. ‘Kezalik’ anlamındaki ‘dahî’ sözcüğünü deha sahibi anlamındaki ‘dâhî’ yapanlar da az değil.

Burada genç spikerlerimize de çok yüklenmemek gerek. Çünkü bu çocuklar daha ilköğretim çağlarında iken Türk Dil Kurumu, harflerin üzerinde gerektikçe kullanılan uzatma ve düzeltme işaretini (şapkayı) kaldırmıştı. Bu çocuklar Türkçemizi şapkasız yazıldığı gibi okudular. TDK’nın yaptığı büyük bir hatâ idi.

Hâlbuki Türkçemize girmiş Arapça, Farsça ve Batı kaynaklı sözcüklerdeki ‘k’, ‘g’, ‘l’ ünsüzlerinin ince okunuşunu sağlamak için, sonra gelen ‘a’ ve ‘u’ ünlüleri üzerine bu şapkanın konulması gerekir. (Kâğıt, rüzgâr, üslûp, plâj, … gibi). Keza yazımları bir olup anlamları ayrı olan sözcüklerde de uzun okunması gereken harfi belirtmek üzere yine şapka konulması gerekir. (adet [sayı] – âdet [töre], Ali [özel isim] – âli [yüksek], … gibi). Aitlik (aidiyet) belirten sözcüklerin sonuna gelen ‘i’ ünlüsü de şapkalıdır. ‘Siyasî’ye siyasal deriz ama ‘idarî’ye idaresel, ‘resmî’ye resimsel diyemediğimize göre biz yine siyasî, idarî, resmî diyelim ve ‘i’lerin üzerine şapkayı oturtalım.

Yazım dünyamızda bu işaretin yeniden konma kararı, Türkçemiz adına doğru bir geri adım olmuştur.

Ama burada sadece spikerlere yüklenmeyelim. Gazetelerde, bazı köşe yazarlarımızın da yaptıkları önemli hatâlara rastlamıyor değiliz. Örneğin ısrarla ‘vahâmet’ yerine ‘vehâmet’, ‘mahzur’ yerine ‘mahsur’ yazanlar var. Cümlenin içerdiği anlama göre ‘vahâmet’, muhatara, sonucunda tehlike olan şeydir. ‘Vehâmet’ diye bir sözcük yok; bâtıl fikir, kuruntu anlamına gelen ‘vehim’ var. Sözlükten öğrendiğime göre ‘vehâm’ ise ‘aş erme’ anlamında imiş. ‘Mahzur’un yeni Türkçesi sakınca; ‘mahsur’ ise kuşatılmış anlamına geliyor. Birbirinden farklı anlamlar içeren bu sözcüklerin, hiç araştırma yapmadan yanlış anlamlarda ve gelişigüzel kullanılması, Türkçemize saygısızlık olmuyor mu? ‘Ay mehtâbı’ diyenler ise bu hatâların üzerine tuz – biber ekiyor.

Türkçemiz öyle büyük bir dil ki, bu kısa yazıda akıl öğretmeye kalkışan bendeniz de farkına varmadan bazı hatâlar yapmış olabilirim. Sürç-i lisan ettiysem affola.


yerguvenc@gmail.com
 

Yayın Tarihi : 15 Eylül 2009 Salı 16:00:10
Güncelleme :15 Eylül 2009 Salı 15:57:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?