Türkiye orman zengini bir ülke midir? Bu sorunun yanıtını fazla düşünmeye gerek yok; hayır değildir; ama ülkemiz çöl de değildir. Topraklarımızın % 27’si orman alanıdır. Coğrafi durumları itibariyle orman fakiri olan Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu toprakları yanında Marmara, Ege, Akdeniz ve özellikle Karadeniz bölgelerimizde bu oran daha yüksek değerlere ulaşmaktadır.
Temiz hava, zengin fauna ve flora, dengeli iklim sağlayan; erozyonu ve selleri önleyen; ülke ekonomisine önemli katkıda bulunan ormanlarımızın bu oranını çok daha yükseklere çıkarmamız gerekiyor. Bu amaç doğrultusunda hedefimiz yapıcı politikalar üreterek yeni orman alanları yaratmak, yozlaşmış orman alanlarını islâh etmek, işletme teknolojisini yükseltmek ve en önemlisi halkı eğitmek ve sağduyu kazandırmak olmalıdır.
Türkiye yüzölçümünü yuvarlak hesapla 780 bin km2 kabul edersek 780 bin x % 27 = 210 bin km2 orman olarak nitelenen alan var demektir. Nitelenen diyorum; çünkü bu rakam içinde orman niteliğini yitirmiş, yerleşime veya tarımsal kullanıma açılmış alanlar vardır. Bu alanlar da yuvarlak hesapla 5 bin km2 (5 yüz bin hektar) kadardır.
Bu orman alanları nasıl kaybedilmiştir?
Bu alanların kırsal kesimde bulunanları, tarla açmak, hayvan otlatmak amacı ile yakılmış veya diğer yollarla tahrip edilmiştir. Kaybedilen ormanların % 90’ı orman köyleri yakınındadır ki, aşağı yukarı % 90 x 5 bin = 4 bin 5 yüz km2 (450 bin hektar) kadar alanı kapsar.
Kırsal kesimden göçler sonucunda oluşan çarpık kent yerleşimleri için tahrip edilen orman alanları ise 5 yüz km2 (50 bin hektar) kadardır.
Aşırı sıcaklar, yıldırım düşmesi, fırtınalı havalarda yüksek gerilimli elektrik enerjisi ileten havai hatların birbirine teması sonucu oluşan şerare ile çıkan ve de sigara izmariti, piknik kalıntısı ateş ve mercek görevi gören atık şişeler, terör – kundaklama gibi insan eli ile çıkarılan orman yangınları, bu hesabın dışında kalıyor. Anayasa, yanan ormanlar üzerinde özel mülkiyetin söz konusu olamayacağı hükmü ile bu gibi alanların başka amaçlarla kullanılmasına cevaz vermiyor; yeniden ağaçlandırma uygulamasına geçiliyor ise de bu gibi alanları işgal edenler de az değil.
Orman yasaları:
Cumhuriyet döneminin ilk orman yasası 1937 yılında kabul edilmiştir. Daha evvel Osmanlı’dan gelen ve Fransa’dan alınmış bir nizamname yürürlükte idi. 1945 yılında çıkarılan bir yasa ile de gerçek ve tüzel kişilere ait ormanlar devletleştirilmiştir. Bu yasa ile vatandaşın tapulu ormanları yanında köyün ve köylünün bağ, bahçe, tarla, otlak, yaylak, kışlakları da orman alanları içinde yer alabilmiştir. Âmiyane deyimle kurunun yanında yaş da yanmış, bu uygulama ile Devlet – köylü arasında açılan hukuk ve ceza davaları yıllar yılı mahkemelerin büyük uğraşları arasında yer almıştır. Orman köyleri için ‘Ormancı’, her zaman ‘möhüm adam’ olmuş, adlarına türküler yakılmıştır. (‘Aman ormancı, canım ormancı …’ bir zamanların meşhur türküsü idi.)
Maddelerinin bir kısmı zaman zaman değişime uğrasa da bu gün de yürürlükte olan yasa, 1956 yılında kabul edilmiş 6831 sayılı ‘Orman kanunu’dur.
1961 Anayasası uyarınca orman niteliğini kaybetmiş, yerleşim ve kullanıma açılmış orman alanlarının orman sınırları dışına çıkarılması amacı ile ilk adım atılmış, 1974 yılında bu hüküm paralelinde bazı mevzii uygulamalara geçilmiştir.
2-B diye anılan yasa maddesi nedir?
1982 Anayasası da, 169. maddesi ile orman niteliğini kaybetmiş olan orman alanlarının orman sınırları dışına çıkarılmasına cevaz vermiştir. Bu madde paralelinde 1986 yılında değiştirilen ‘Orman Kanunu’ 2. maddesinin B bendi ile ‘’31.12.1981 tarihinden önce orman vasfını bilim ve fen bakımından kaybettiği’’, ‘’Tarım ve hayvancılıkta kullanımında yarar bulunduğu’’, ‘’Köy, kasaba, şehir yapılarının toplu halde bulunduğu’’ saptanan yerler ormancılık rejimi dışına çıkartılmıştır. Bu gibi alanların tasarruf yetkisi, 2001 yılında Maliye Bakanlığı’na devredilmiştir.
Anayasanın 170. maddesi, bu gibi alanların kullanımını, sadece orman köyleri açısından meşru saymıştı. Hâlbuki bu gibi yerlerin önemli kısmı orman köyleri ile ilgili olmayan yerlerde ve kişilerce iskân edilmiş bulunmakta idi. Üstelik bu yerler İstanbul, Antalya, Muğla gibi arazi rayiç bedellerinin yüksek olduğu yörelerde bulunuyordu. Bu gibi yerlerin satılabilmesine olanak tanıyan bir yasa çıkarıldı ise de Anayasa Mahkemesi, yasayı 170. maddeye aykırı bularak iptal etti.
Bu defa, Anayasanın 170. madde kapsamı genişletildi. Bu anayasa değişikliği paralelinde ‘’5831 Sayılı Tapu Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun’’ kabul edilerek 2-B kapsamına giren orman niteliğini kaybetmiş tüm alanların satışına olanak sağlanmış oldu.
Yeni uygulama nasıl olacak?
Bu gibi alanların kimlere ait olduğu, ne zamandan beri kullanıldığı incelenecek, ifraz (bölme) veya tevhit (birleştirme) işlemleri yapılabilecek, ‘zi’l-yed’ (elinde bulundurma) gerekçesi ile tescile yönelik davaların açılmasına son verilecek.
Hak sahipliği sıfatını kazanacak kişi nasıl belirlenecek? Satışta kime öncelik verilecek? Bu soruların yanıtı şimdilik belirsizliğini koruyor. Çünkü zi’l-yede esas olan 20 yıllık kazandırıcı zaman faktörü geçerliliğini yitiriyor. Buna karşın işgalcinin, Aralık.2007 tarihinden evvel 5 yıl orada yaşamış, satış tarihinde de yaşıyor olması şartı getiriliyor. Bu şarta göre, 5 yıl evveline gidilerek ‘ecr-i misil’ (takdir olunan bedel) tahakkuk ettirilemiyor. İşgalcinin şimdiye kadar yapmış olduğu orman tahribatı ve arazi kullanımı yanına kâr kalıyor. Bu gibi kişilere satışta öncelik tanınıyor; eğer öncelik tanınan kişi, taşınmaz malı belirli süre içinde almazsa, başkasına satış yapılabiliyor.
Peki, satış bedelleri nasıl tespit edilecek? Bu da rayiç bedel komisyonlarının takdirine bırakılmış. Bunun dışında, evvelce devletleştirilmiş taşınmaz malın, bir yıl içinde başvuru şartı ile ‘’Eski sahiplerine veya onların mirasçılarına bedelsiz iade edilmesi’’ maddesi var. Bu madde ile kadastrosuz dönemde düzenlenen ve ‘şark – garp - şimal – cenup, sağ – sol – aşağı – yukarı’ tariflerini içeren eski Osmanlı tapularının ibrazı ile yeni iddialar ortaya çıkarsa şaşırmayalım. Velhasıl, yasa uygulamasının epey baş ağrıtacağı ve de epey dedikodulara neden olacağı anlaşılıyor. Dileriz ki bundan sonraki orman talanına, vatandaşın araziyi 2-B uygulamasına sokma çabalarına engel olunabilsin, muğlâk maddeler yeni davalar yaratmasın.
2-B kapsamına giren çarpık yerleşimler:
Konuyu kent bazında ele alırsak, başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Adana ve daha birçok kentimizde ‘Orman Kanunu’ hiçe sayılarak mecâzî anlamdaki ‘orman kanunu’nun geçerli olması, göz göre göre orman talanı yaşanması, sonuçta büyük yerleşimlerin ortaya çıkması nihayet kafamıza dank ediyor. Devlet aczini kabul ediyor. Örneğin İstanbul’da Ümraniye ve Sultanbeyli diye iki büyük orman içi yerleşimi ilçe olmuş; belediyeler kurulmuş. Alt yapı ve ulaşım hizmetleri getirilmiş. Emrivakiler imar planlarına işlenmiş. Kamu yapıları, okullar yapılmış. Atatürk heykelleri dikilmiş. İş tapuya gelince, tapu yok. Neden? % 90’ı ormandan talan edilmiş arazi de ondan. Bu kanayan yaraya elbette ki bir çare bulmak gerekirdi. Ama bu memlekette yasalara uyanlar hep mağdur olacak; hırsızlar, uğursuzlar hep kazançlı mı çıkacak? Acaba bundan sonraki talanlara engel olunabilecek mi? Bilmiyoruz. Kentlerin akciğerleri, yeşil kuşaklar gün be gün azalacak, imar planları ile iskâna açılmış alanlar şuna buna peşkeş çekilecek, rant çıkarları devam edecek mi? Bunu da bilmiyoruz.
Planlı orman içi yerleşimleri:
Bütün bu talanın yanında bir de kitabına uydurularak yapılaşmaya açılmış orman talanları var. Şimdi biraz da sahipli ormanlardaki tahribattan söz edelim. Bu gibi özel ormanlar yurt çapında 14 bin hektar kadardır. Genellikle kent banliyölerinde bulunurlar. Örneğin İstanbul’da Anadolu ve Rumeli yakalarının Karadeniz’e kavuşan yeşil kuşakları içinde yer alırlar. Kent içi korular bu hesabın dışındadır. Bu gibi ormanlarda, ilgili belediyenin onayı ile iskâna yönelik imar planları yapılabilir. İmar planlarında araziye maksimum % 6 oranında inşaat yapma izni verilebilir. Ancak bu orandaki yapılaşma sadece plan ve projelerde kalır. Uygulamada bu oranı çok aşan yapılar topluluğu ile karşılaşırız. İstediğinde fakir fukaranın yaptığı en küçük tadilâtı gören belediyeler, her ne hikmetse bu aşırı yapılanmanın farkına varamaz. Yapılan villalar milyon dolarlık bedellerle pazarlanır. Kriz mriz bu satışları etkilemez. Parası olup da orman içinde, şömineli, havuzlu, manzaralı villada oturmayı kim istemez ki? İşte, İstanbul olsun, Ege ve Akdeniz kıyıları olsun, bir de bu şekilde legal (!) yollarla da yağmalanır.
Büyük ozan Yunus Emre ne demişti?
Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz de sen oyalan.
2B yasası yeni talanların teşvik edilmesine neden olacak denildiği zaman sayın Bakan; "Kanun düzenliyoruz belli tarihten sonra orman arazisi işgal edilir ise, o tarihten sonraki işgallere, talanlara göz yumulmayacakmış." talancılar cezalanacakmış.Bu araziler talan edilirken, kanunlarımızda talan serbest falan mı yazıyordu da, birileri ormanları talan edip, arazisini haraç mezat satabilmiştir? diyeceğim şu ki, kanunu takan yok. 2 B yasası bir çığır açacak, nasıl olsa bir devir gelir, bir hükümet gelir 3 B yasasıda çıkar diye ormana hücum edecektir Kanun çıkracaklarmışta. bundan sonra orman talanını önleyeceklermiş Geç bunları ağam paşam, geç bir kalem! Bizde bu düzen oldukça, devletin gözü sadece köylüyü görür! istanbul gibi yerde ormanı arsaya çevirip, satanları görmez!
27 Ocak 2009 tarihli resmi Gazetede yayınlanan, 15.01.2009 kabul tarihli 5832 sayılı kanun ile 6831 sayılı Orman Kanunu kapsamında yapılamayan bazı değişiklikler, 3402 sayılı Kadastro Kanunu içine zerk edilmiştir. Yazarın da belirttiği gibi Anayasa mahkemesi duvarı bu şekilde aşılmak istenmiştir. Basında "2B Orman Talanı" olarak adlandırılan bu olay, ancak %13'ü verimli orman alanı olan ve toplam olarak ülke yüzdesinin 27'sine tekabül eden ormanlarımız için bir vahim bir durumdur. Özellikle sahillerimizdeki arsa rantı bu kanunun çıkmasında etkili olmuş mudur peki? Küresel ısınmanın giderek daha çok hissedildiği ve kuraklığın en büyük sorun olduğu ülkenmizde, orman alanlarının bu şekilde yasal olarak tahribatının önünün açılması esef vericidir. Orman köylüsü ihaleye girip, burnunun dibindeki satılacak orman alanını alabilecek güçte midir peki? Buraları kimler satın alabilir sizce? Sayın yazar, bu önemli konuyu gündemde tuttuğunuz için size teşekkür ediyorum. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.