İstanbul ili Üsküdar ilçesinde Kanlıca ile Anadoluhisarı arasında bulunan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı Sultan II. Mustafa (1695–1703) devrinin sadrazamı Köprülü ailesinden Amcazade Hüseyin Paşa tarafından 1797–1698 yıllarında yaptırılmıştır.
Amcazade Hüseyin Paşa, Köprülü Mehmet Paşa’nın erkek kardeşinin oğlu ve Fazıl Ahmet Paşa’nın da amcası idi. Sultan II. Mustafa döneminde çeşitli görevlerde bulunmuş, 1607–1702 yıllarında da Sadrazamlık yapmıştır. Paşa’nın Fatih, Saraçhanebaşı’nda bir de külliyesi bulunduğu gibi İstanbul ve Edirne’nin çeşitli yerlerinde eserleri vardır.
Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı selamlık ve harem bölümlerinden meydana gelmiştir. Bunlardan harem dairesi selamlığın 70–80 m. kadar güneyinde yer alıyordu. Günümüze gelemeyen haremin eski fotoğraflarından iki katlı, iki büyük sofalı, 15–20 odalı olduğu sanılmaktadır. Harem bölümünün denize yönelik çıkmalı üç geniş odası vardı. Bu bölüme 1893 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rumeli göçmenleri yerleştirilmiş bu nedenle tahrip olmuş ve bir yangın sonucu da ortadan kalkmıştır.
Harem ve selamlık bölümünün arasında bir bahçe, arkasındaki tepenin eteklerine kadar uzanan geniş bir alanı vardı. Kaynaklardan öğrenildiğine göre; günümüze gelen selamlık divanhanesinden çıkan bir yol Zarifi Paşa ve Esat Bey yalılarının altından geçerek hareme kadar ulaşırdı. Amcazade Hüseyin Paşa yalısının yapımından sonra devrin ünlü şairi Nazım, bununla ilgili bir tarih düşürmüştür:
“Gazi Hüseyin Paşa yani Vezir-i Azam
Daldan dadı kuster destur-u kârı ferman
Çarhı saadet üzre yekta mehi cihantâb
Bucu şerefte Rahşan hurşidi alem ânâ
Mimarı tab’ı pâki deryaya karşu yaptı
Bir böyle hurrem âbâd me’vayı hâlet efsâ
Guya bu tarhı rânâ bir şuhu bi bedeldir
Çıkmış kenara eyler rindana seyri derya
Eyvanı serbülendin seyr eyleyüp acem mi
Geçse yere hayadan taku revakı kisra
Ali binayı ziba kâşane-i zerandâd
Valâ makamı dikleş bünyadı ruh bahşâ
Didei Nazım hatif tarihini bu tarhın
Bahrı üzre tarhı ziba câyı Hüseyin Paşa
h.1111 (1699).”
Amcazade Hüseyin Paşa’nın vakfını yönetecek evlat ve soyunun oturmasını şart koştuğu bu yalının salonlarından Osmanlı hükümeti zaman zaman yararlanmıştır. Burası bir süre hariciye köşkü gibi kullanılmış, Sultan III. Ahmet’in veziriazamı Damat İbrahim Paşa yabancı elçileri burada kabul etmiştir. Yerli ve yabancı yazarların, gezginlerin hayranlıkla sözünü ettiği bu yalıda Karlofça Antlaşması nedeni ile Avusturya elçisine muhteşem bir ziyafet verilmiştir. Devrin Vakanüvislerinin sözünü ettiği bu ziyafet, o zamanın İstanbul’u için son derece önemli bir olay olmuştur. Bunlardan öğrenildiğine göre davetliler çeşitli bayraklarla, fenerlerle süslenmiş üç büyük gemi ile birbirini izleyerek peş peşe yalıya gelmişlerdir. 300 kürekçinin kürek çektiği gemilerin en büyüğünde Osmanlı devletinin önde gelenleri ile sefirleri bulunuyordu. Kıyıya yaklaşırken yalının çevresinde yanıp sönen fenerler, meşaleler gemidekilerle birleşmiş, deniz üzerindeki kayıkların ışıkları da bunlara eklenince çevre bir renk cümbüşüne dönüşmüştü. Bütün bunların yanı sıra gemilerin zincir gürültülerine yalıdan yükselen sazendelerin, hanendelerin şarkıları, ney, tambur, santur, kanun, nefir, musikâr ve keman sesleri karışmıştır. Böylece Boğaziçi o güne kadar yaşamadığı ve bir daha yaşayamayacağı bir geceyi yaşamıştır.
Amcazade Hüseyin Paşa Yalısının deniz üzerine eli böğründelerle, çıkmalarla, direklerle uzanan divanhanesi ondan sonra, 1650–1750 yıllarında Boğaziçi’nde yapılan en az 50 civarındaki yalıya da örnek olmuştur. Yalının bezemeleri barok rokoko üslubundan etkilenmiş ve Osmanlı süsleme sanatı da onları tamamlamıştır.
Cihannüma olarak nitelenen divanhane, ters T plan şeklinde olup, bu şekli ile üç yönden Boğaz’a bakış sağlanmıştır. Kırmızı aşı boyalı yalının üç yanında sıralanmış pencereler, oldukça alçak tutulmuştur. Bunun sonucu olarak da deniz üzerindeki gölge ışık oyunları tavanlara, duvarlara yansıtılmıştır. Alçak pencereler ile saçak çizgisi arasında kalan cephe çıtalarla, üzerleri sivri kemerli düşey panolarla birbirlerinden ayrılmıştır. Divanhanenin üzeri Osmanlı ağaç işçiliğinin, oymacılığının en güzel örneklerinden olan ahşap bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe dışında kalan bölümler tekne tavanlarla örtülmüş, bunları geometrik şekilde ağaç işleri, mukarnaslar ve sarkma topuzlar tamamlamıştır. Ahşap kubbenin altına da son derece sanatkârane, yekpare mermerden oyulmuş bir havuz yerleştirilmiştir. Divanhanenin duvarları altın yaldızlı pano ve nakışlarla bir çiçek bahçesi gibi bezenmiştir. Stalaktitli kornişler, çeşitli çiçek ve yaprak motifleri yalı duvarlarını boş yer bırakmamacasına kaplamıştır. Burada kırmızı, kurşuni, beyaz renkli yapraklar arasındaki vazolardan çıkan güller veya yalın güller, laleler, karanfillerden oluşmuş buketler olup, mavi desenli beyaz çinili vazolar da onları tamamlamıştır. Ayrıca pencere pervazları, kapı ve dolap kapakları fildişi bağ kakmalardan yapılmıştır.
XIX. yüzyıl sonu, XX. yüzyıl başlarında kendi haline terk edilen yalı, ilk kez Türkiye Anıtlarının Korunmasına Yardım Derneği tarafından 1947 yılında kısmen onarılmıştır. Ardından Milli Eğitim Bakanlığı yönetimindeki Topkapı Sarayı Müzesi’nce onarılmıştır. Bu onarımı Y.Mimar Cahide Tamer tarafından yapılmıştır. Bu arada yalının temelleri sağlamlaştırılmışsa da içeriye akan yağmurlar rutubete bezemelerde yer yer dökülmelere, ağaç işlerinde de bozulmalara neden olmuştur. Son olarak yalı TAÇ Vakfı tarafından 1956 yılında yıkılmasını önlemek amacıyla kısmen onarılmıştır.
Yalının eski selamlık dairesinin hamam, mutfak ve hizmetkârlar dairesinin bahçedeki, bugünkü sokak seviyesine kadar uzanan alanda olduğu sanılmaktadır.
Kenthaber Kültür Kurulu