İstanbul ili Fatih ilçesinde, Edirnekapı ile Eğrikapı arasında Bizans kara surlarına bitişik olan Tekfur Sarayı, Konstantin Sarayı, Porfirogennetos Sarayı isimleri ile tanınmıştır. Halk arasında bu saraya Tekir Sarayı ismi de yakıştırılmıştır.
Büyük Sarayın XII. Yüzyıldan sonra terk edilmesi ve yıkılmaya bırakılmasından sonra Tekfur Sarayı önem kazanmıştır. Saray eski sur duvarı ile Theodosios surları arasında üç katlı olarak kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır. Sarayın alt katında ikiz olarak düzenlenmiş dört kemerle önündeki avluya açılan 17 m. uzunluğunda yüksek bir bodrumu bulunmaktadır. Bu bölümde yapılan araştırmalarda iki dizi halinde sütunların on iki bölüme ayrıldığı kalıntılarından anlaşılmaktadır. Üst katlarla bu bölüm arasındaki mimari uyumsuzluktan alt katın daha erken dönemde yapılmış bir yapıya ait olduğu anlaşılmaktadır. Bu bodrumun üzerindeki birinci kat avluya açılan kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır. Büyük kemerler içerisinde olan bu pencerelerin iç tarafında, iki yanlarında nişler bulunmaktadır. Buradan bir rampa ile çıkıldığı sanılan 24.00x11.00 m. ölçüsündeki üst katın dört duvarına da pencereler açılmıştır. Ahşap döşemeli olduğu sanılan bu kat sarayın en görkemli bölümüdür. Bu bölümün doğu-güney köşesinde bulunan sura ait burcun üzerindeki mermer konsollar bir balkonun varlığına da işaret etmektedir. Nitekim bu balkon Piri Reis’in İstanbul minyatüründe de görülmektedir. Güneye bakan cephenin ortasında şahniş şeklinde bir çıkma bulunmaktadır. Aynı zamanda burada küçük bir şapele de yer verilmiştir.
Sarayın üst örtüsünün çifte meyilli ahşap bir çatı ile örtülü olduğu alınlıklarından anlaşılmaktadır.
Sarayın şehre yönelik güney cephesi bezemesiz kesme taştan yapılmıştır. Yalnızca üst kattaki pencerelerin kemerleri taş ve tuğladan süslemelerle hareketli bir görünüme sokulmuştur. Avluya yönelik cephe ise tuğla ile bezenmiştir. Böylece Tekfur Sarayı’nın asıl cephesinin avluya bakan cephe olduğu anlaşılmaktadır. Burada beyaz taş ve kırmızı tuğlalar bir arada kullanılmıştır. İki katı birbirinden ayıran friz ile kemer aralarındaki üçgen yüzeyler taş ve tuğlaların meydana getirdiği geometrik motifler şeklindedir. Kemerlerin etrafında küçük süs çömleklerinin harç içerisine yerleştirildiği de izlerden anlaşılmaktadır.
Tekfur Sarayı tek başına bir yapı olmayıp, sur boyunca uzanan bir saray topluluğunun bir bölümüdür. Nitekim bunun kuzeyinde 30–40 m. uzaklıkta bir başka pavyonun muntazam taş ve tuğla dizili cephe kalıntıları görülmektedir.
Tekfur Sarayı İstanbul’un fethinden sonra çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. XVI. yüzyıl Piri Reis İstanbul resminde, Melchior Lorichs’in İstanbul panoramasında da sarayın sağlam bir halde olduğu, üzerinin çift meyilli bir çatı ile örtülü olduğu resmedilmiştir. Ancak bu dönemde bu sarayın ne amaçla kullanıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır.
Tekfur Sarayının bulunduğu yerde İznik’ten getirilen ustalar 1718-1719’da çini yapım merkezi kurmuşlardır. Bu imalathanede yapılan çiniler Osmanlı çini sanatında Tekfur Sarayı Çinileri olarak tanınmıştır. Kalite olarak XVI. yüzyıl çinilerinden daha aşağı düzeydeki bu çiniler İstanbul’un çeşitli yerlerinde yapılan camilerde kullanılmıştır.
XIX. yüzyıl başlarında burada bir şişehane açılmış, daha sonra Musevilerin toplu olarak oturdukları mesken konumuna gelmiştir.
XX. yüzyılın başlarında dört duvarı ayakta olan Tekfur Sarayının yıkılmasını önlemek için avlu cephesini taşıyan sütunları demir dikmelerle desteklenmiştir. 1955–1970 yılları arasında yapılan onarımlarda bu demirlerin yerlerine mermer sütunlar konmuş ve duvarların yıkılması önlenmiştir.
Bu dönemde saray Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş, Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’nün denetimine bırakılmıştır. Günümüzde Fatih Belediyesi’nin kontrolünde yeni düzenlemeler yapılmakta, yeni bir fonksiyon verilmeye çalışılmaktadır.
Kenthaber Kültür Kurulu